Kadın Olmak

Üzerinde konuştuk, gülerek. Değerlendirmem bana aittir. Doğru olduğunu iddia etmiyorum. Her ne kadar verdiğimiz görüntü önemli olsa da diğerlerinin algılarına ferman geçmiyor. Doğru mesajlar bile yerine ulaşmayabiliyor. İşte bu ve benzeri nedenlerle katılımcıların neler hissettiklerini bildiğimi söylemem mümkün değil.

SEDAT İLHAN 14 Temmuz 2024 YAZARLAR

Burada bir soru gelir aklıma. Madem ki bendeki yansımalarını konuşurum, o halde neden konuşurum, ne fayda beklerim? Faydasız kelimeler zararlı bile olabilir çünkü, en azından zaman israfı… Bu sorunun cevabını düşünmem gerekiyor. Belki de dostlar yardımcı olurlar. Hepimiz için, hep birlikte huzurlu bir dünya mümkün olmalı.

Gülüştük. Hangi kelimelere denk geldi gülüşmelerimiz, şu anda söyleyemiyorum. Ama kabul etmemek değildi halimiz. Bir anlamda „Yap o zaman, yapabiliyorsan!“ der gibiydik. „Kolluk bende, kıllık bende!“ veya.

Çok önemli bir konu. Halimiz bunun delili. Ama derinlemesine konuştuğumuz söylenemez. Genel bir kriterden bahsediyorum. Büyük bir kazan düşünelim, kelimelerimizin, kavramlarımızın, duygularımızın, açmazlarımızın, cevaplarımızın konulduğu. İlk aşamada en üstte olanları süreriz masaya. Muhatabımızı destekleyen örnekler, yaşanmışlıklar, mottolar… İtiraz etmek istediğimizde de durum değişmez. Tezlere karşı antitezlerin sürülmesiyle bir gerginlik sarar benliğimizi. Kazan ısınmaya, içindekiler hareket etmeye başlar. Aradan bir kaç kavram fırlayıverir ortaya, mimiklerimiz eşliğinde. Biz bile şaşırırız, neden? Aslında öğrenme sürecimizdir yaşanan. Tabii ki, fanusumuza geri çekilmez isek. Kabul etmeme lüksüne sahibiz her zaman, herkese, herşeye karşı, doğru veya yanlış…

Kadın olmak… Belki tanıtımda kullanılan kelimeler belki de önyargılarım, konuya olan hassasiyetim, sorularım, arayışlarım, buluşlarım. „Kadınlar eziliyorlar“ gibi bir içerik bekleyerek gittim oraya. Anlatım sonunda söyleyeceklerimi de hazırladım, duymadan, saatler önce. Dinlerken karşılıksız kaldı büyük bir bölümü. Özgürlük, özgünlük, kendi olma, birlikte yaşama… hariç. Gerçi bazılarımız felsefenin dibine kadar indiler. Özgürlük de yok, dediler kadın da. Argümanlarını ortaya koymaları istenmeden, anlaşılmadan geçiştirildi sadece.

Bence bu çok normal bir durum. Söylediklerimizin doğru veya yanlış, iyi veya kötü olması farketmiyor. Bir yol olmuyorsa basitçe, anında uygulanabilecek kolaylıkta değilse, ret edilmeye mahkum. Özgür değiliz, evet. Yemek, içmek, nefes almak, uyumak, birlikte yaşamak, sevilmek, sevmek, kabul görmek… başlıca ihtiyaçlarımız. Veya kadının olmaması. Ne kadar da güzel olurdu. Sorgulamaya başladığım ilk günlerde yola bu söylem ile çıkmıştım ben de. Muhataplarımı kadın – erkek, küçük – büyük, zengin – fakir veya herhangi bir özellikle sınıflamayacaktım. Vaz mı geçtim bilmem ki? Sanki herkesi kendi konumunda kabul etmek, anlamaya çalışmak, saygı göstermek daha bir gerekli gibi geliyor artık.

Sunumun içeriği kadının özellikleri, farklılıkları üzerine idi. Referansımız erkek, tabii ki, doğal olarak. Her ne kadar bir çok kez kadını anlama gayretimiz ön plana verilmiş olsa da.

Herkesin kendisine özel bir öğrenme süreci var. Hayatın içinde. Üniversite kampüslerinden bahsetmiyorum. Entelektüel olarak gördüklerimizden bazılarının kadınları aşağılamalarını başka türlü nasıl açıklayabiliriz ki? Veya, müfredatta kadın – erkek yok, psikoloji, sosyoloji değilse okunan bölümler. Daha da ilerisi algılarımız, gördüklerimizin bizcesi. O dünyanın hakimi, hükümdarı biziz…

Ve içinde yaşadığımız toplum. Ne biz oyuz, ne de ondan gayri. Ne aynısıyız ne de ayrısı. Edebi edepsizden öğrendim, demiş edepli birisi. Varlık, yokluk ile anlamlı. Aç iken yediğimiz herşey çok daha lezzetli.

Öğrenme süreçlerimiz ne yazık ki birbiri ile paralel gitmiyor. Bazen olur birey bazında birbirimizle bazen de toplumla değerlerimiz, tercihlerimiz ters düşer. Böyle durumlarda kim haklıdır? Bu soru anlamsız. Haklı olmak bir hedef olamaz çünkü. Hak iddiası birilerinin haksız olmasına gerekçe olamaz. Bazen olur sadece „Haklısın!“ dedirtmek için girdiğimiz o yolda gerçek unutuluverir.

Özgürlüğümüz, özgünlüğümüz insani gerçeklerimizden birisidir. Bu nedenle tercihlerimiz bize ait olmalı. İnandığımız gibi yaşamalı, yani. Neyin yapılması gerektiğini düşünüyorsak her ne pahasına olursa olsun, gerçeklemeye çalışmalı. Bu söyleme katılıyorsak eğer bizim gibi düşünmeyenleri bu kadar kolayca niteleyemeyiz. Velev ki, ataerkil düşünce tarzı ile kafalar yıkanmış olsun, kadınların ezilmesi sıradanlaşmış. Bireyin inandığı gibi yaşamasını savunan bir düşünce, kafaların yıkanmış olduğunu asla söyleyemez, söylememeli. Çünkü böyle bir yaklaşım çözümsüz, çok daha büyük problemlere yol açar.

Bence kadınların çok eşli cinselliği savunmaları, istemeleri, yaratılışlarının gereği olduğunu düşünmeleri problem değildir. Asıl problem bu olamaz. Asıl dermansız hastalığımız, onulmaz yaramız tezlerimizi bir şeylere rağmen, diğerlerine karşı kurmamızdır. Çünkü böyle bir düşünce sistemi ile gerçeğimizi bulmamız asla mümkün olamaz…

ÖNE ÇIKANLAR