İyilerden Olmak

İstiyoruz hatta iddia ediyoruz. Ne yaptığımızı veya ne hissettirdiğimizi düşünmeden hemde. Bir çocuk saflığı mı halimiz yoksa şark kurnazlığı mı?

SEDAT İLHAN 07 Nisan 2024 YAZARLAR

Oysa, ihtiyaç haline gelen veya hissedilen şeylerin yapılması iyilik olarak görülebiliyor. İlk şart bu. Sonrasında ise bizim elimizle tamamlanması kabul edilmeli. Böylece iyilik gerçekleşebilir. Ama iyilerden olmaya bir kaç adım daha var. Bize bakan yönü ile davranışımıza, herşeye rağmen süreklilik kazandırmalıyız. Böylece iyilik refleksimiz olur, refleksimiz ismimiz. Dahası, sonsuz huzura ermek, hayatın yükünden kurtulmak, gözlerimizi hayata kapatmak… Ölmek yani.

Bu böyle olmak zorunda mı, bilmem. Yaşanan şey tam da bu. Acı ama gerçek…

Kendimden biliyorum. Önemsediğim, üzerinde çalıştığım, adım adım gerçeklenen altı büyük hedefim var. Bazıları uzun vadeli, ömürlük. Şu satırları yazarken listeledim ilk kez. Farkettim ki, içlerinden bir tanesine çok fazlaca odaklanmışım. En önemlisi bu olabilir mi veya diğerleri değersiz? Aslında aralarındaki ilişkiyi görebiliyorum. Bazıları sadece basamak gibi. Veya birbirini tamamlayan şeyler. Kanat diyorsak çifttir kast ettiğimiz. Hayat diyorsak acı ve tatlı, soğuk, sıcak, kar, yağmur, rüzgar, fırtına, güneş…

Biliyorum. Hedeflerimin bir tanesini önceliklemem, diğerlerini ikinci plana atmama neden olmamalı. Hatta her tercihim, doğal bir ihtiyacımı görüşüm, nefes alışım, yemek yiyişim sürecimin bir parçası, hedeflerime giden yolumun…

Ama buna rağmen dostlarımın haklı ikazları beni üzüyor. Çünkü anlaşıldığımı hissedemiyorum. Sağlık mesela. Kim inkar edebilir ki önemini? Kaybedersem tüm hayallerim suya düşecek, hiçbirisi gerçekleşmeyecek. Dikkatimi gereğince buna versem zaman kaybeder miyim ki, geri kalır mıyım? Ancak, dostum neden hedeflerimi gerçeklememe yardım etmek yerine sağlık der? Ciddi bir risk mi görür yoksa ütopyalarda dolaştığımı mı düşünür?

Bir siyasinin lügatımıza kattığı replik ve bu repliğe kimin ilave ettiğini bilmediğim bir söz gelir aklıma. „Kendim için birşey istiyorsam namerdim, diyen, kendisi için ne ister?“ Diyebiliriz ki, iyilik dileklerimizin, niyetlerimizin, davranışlarımızın sadece muhatabımıza baktığını söylemek çok büyük bir iddia olur. Ancak başkaları için böyle düşünmek anlamsız, kendimiz için şart…

Beklentisizlik yani. Klasik, klişe bir kelime, ezbereden söyleyiverdiğimiz. Veya paradoksumuz. Biliyorum ama kabul edemiyorum. İçimde dönen değirmen taşları, duygularımı, düşüncelerimi öğütmekte, hüzün üretmekte…

Çünkü beklentisizlik bir erdem olduğu gibi iyiliklere teşekkür etmek de erdemdir. Beklenti motivasyonuyla iyiliklere devam etmek mümkün değil. Ama neden iyilikler karşılıksız kalır ki…

Değer verdiğim bir dostum ile tartıştık yakınlarda. Yaşananları onun da kabul etmesi mümkün değildi, etmedi de zaten. Mazeretlerimizi konuşmaktan nasıl bir fayda beklenebilir ki? Herne ise istemediğimiz o şeyler, oturup bekleyecek miyiz? Veya neyi, kimi…

Herşeye rağmen onu suçlu ilan edemem. Realitemizde karşılığı olsa da. Çünkü realitemizde karşılığı var. Takdir etsek de hemencecik tatbik edemiyoruz. Önceliklerimiz var. Veya EGOmuz. Görüyorum, karşıma ismiyle cismiyle koskocaman dikiliyor bazen. Aslında bazen ben görüyorum.

İyilerden olmak böyle bir şey işte. Yapılması gerektiğine inandığımızı gerçeklemeli. Tüm dünyaya rağmen. Kimsenin ne yaptığına, ne dediğine, neler kazandığına veya kaybettiğine odaklanmadan. Acı ama…

Belkide herkes bu duyguları taşıyordur yüreğinde. Bilmeyenler bir insan göçtü, deyip geçerler. Oysa melekler karşılar onu. Bana, bize, tüm insanlara rağmen…