Başlığa odaklanmadan gittim toplantıya. Sonuçta orada olmak önemli. Dinlemek gerekiyor ki söyleyeceklerimiz olsun. Sunum başlamadan önce bir epey ilk slaytı seyrettik. Önemsiz bir konu gibi geldi. Yani, yapılabilecek bir şey yok ki. Buzullar eriyor vs. Bilinenlerin tekrarı. Ağaç dik, hayvanı sev, doğal yaşa…
Ancak sunum ilerledikçe fikrim değişti. Kafam döndü. Neyi kaçırıyorum demeye başladım.
Burada teknik detaylara girmek istemiyorum. Anladığımı kendi kelimelerimle ifade edeyim. Enerji krizi diye bir şey yok. Alternatif bir çok yeterli kaynak sözkonusu. Ancak her dönüştürdüğümüzün bize yansıması farklı olmakta. Tercihlerimizle geleceğimizi belirliyoruz. Okyanuslar hidrojen deposu. Ve o elde etme yöntemine göre değişebilmekle birlikte en temiz yakıt. 250 kg madde ile kocaman bir ülkenin bir yıllık enerjsi karşılanabilmekte. Milyon veya milyar derece ısıdan bahsedildi. Güneşin yüzey ısısı sekizbin derece ise… Ve atıklar. Yakıyoruz, enerji üretiyoruz, doğayı kirletiyoruz. Yakmasak, var mı çözümü? Yok demek ki. Gelişmiş ülkeler kıtalar ötesine sevk ediyorlar. Belki de bedelsiz. Taşıma giderleri? Gelişmişliği sorguluyorum burada. Atmosfer aynı ama neden göndermeyi tercih ediyorlar. Politik? Zaman zaman üzerinde saatlerce konuşmuş olsak da bir sonuca varmak mümkün değil. Sosyoloji mi önce gelir yoksa psikoloji mi? Birey mi toplumu etkiler yoksa toplum mu bireyi?
Sunumun soru cevap bölümüne katılamadım. Bu nedenle toplumun bilgeliğinden mahrum kaldım. Sadece bana düşündürdüklerini aktarabilirim.
Öncelikle ben bunun neresindeyim diye sorguladım. Çözümün mü yoksa problemin mi bir parçasıyım? Kullanıcı olarak değil tabii ki. O kesin zaten. Tüketiyoruz sürekli, az veya çok. Birşeyleri kaçırıyor olmaktan korktum. Hedeflerimin, arayışlarımın, bulduğumu sanışlarımın dışında benden habersiz dönenler? Nefsim kabardı. Hakkaniyet de olabilir. Emin değilim. Olmam mümkün değil.
Bütün problemi ve çözümü iletişimde arardım çünkü. Düşünce sisteminde dengelerim bunun üzerine kurulu. Her nereye bakarsam bakayım, gördüğüm şey dışlanmış olan duygular. Sadece insanlarınki değil, hayvanların, bitkilerin, eşyalarınki de…
Yaşadığımız problemlerin en temel nedeni, kendimizi değerli hissetme motivasyonumuzun farkında olamayışımız. Bu motivasyonu doyuramayışımız…
Bir dostum var. Bazı özel nedenlerden dolayı kendisini gerçekten değerli hissetmeye ihtiyacı var. Yolda gördüğü çöpleri toplar. Son gördüğümde işi biraz daha geliştirmiş. Çöpleri yere eğilmeden alabilmek için ucunda tutacak olan sopalardan almış. Birkaç kişi onu görünce iltifat etmiş. Motivasyonu bu olabilir mi?
Bireysel veya toplumsal, yaptığımız, yapmaya gayret ettiğimiz şeylerde en temel motivasyonumuz BEN’dir. Kabul etmeyene sözüm olmaz. Doğru veya yanlış, farketmiyor. Aslında bunu belirleyen faktör, sonraki adımlar. Mesela, yaptıklarımız nedeniyle saygı göstermeyenler, çöp atanlar, toplamayanlar… Onları nitelemeye başlayacak isek belki de hiç yapmamak daha iyi.
Birilerine rağmen yaşamak. Çözümü birilerinden beklemek. Problemin kaynağını diğerlerinde aramak… Adına her ne derseniz, hoyratça yaşıyoruz hayatı. Anlamadan, düşünmeden, dinlemeden, hissetmeden… Yarınımızı tüketiyoruz, üretmeden. İstisnalar her zaman mümkün.
Ve alınan kararlar. Büyük büyük. Herkesi kapsıyor ama BEN’i değil. Korktum, ürktüm.
Biran düşündüğümde tüm kötülüklerin ortak noktasının insan olduğunu hatırladım. Birlikte yaşamak çok daha huzur verici ve güvenli. Açlık, susuzluk tercihimiz olmalı, vahşileşmek yerine. Hepimiz için, hep birlikte sloganımız.
Ancak birey ile toplum arasındaki etkileşim konusunda hala tereddütlerim var. Aksi halde ağaç dikmeyi, hayvanı sevmeyi, doğal yaşamayı küçümsemezdim.
Belki ben de çöp toplamaya başlamalıyım…