Harun (as) olmak öncelikle fedakâr ve güvenilir bir kardeş olmaktır. Ne olursa olsun kardeşi, büyük peygamber Hz. Musa’ya (as) sadakatinden asla taviz vermemektir.
Kendi de vahye mazhar olmuştur ama yaşça büyük olduğu kardeşi mübarek Kelîmullah’ın da vekili, eli-kolu ve söyleyen dili olmaktan vazgeçmemiştir. Gönderildikleri halkın onca vefasızlığına rağmen azmini, inancını ve sadakatini asla yitirmemiştir. Allah (cc) kardeşi Musa’ya (as) o dönemin kralı azgın Firavun’a gitmesi ve onu doğru yola çağırmasını emredince, Musa (as) Hakk Teâlâ’dan Harun’u (as) kendine yardımcı olarak istemişti (bkz. Kuran, 20:29-30). Zira Hz. Harun maksadını anlatmada uzman bir söz ustası idi. Allah (cc) de bu isteği kabul etti, onu da vahye mazhar kılmış oldu.
Öyle ki, O her ne kadar esaret ve baskı altında bile olsa hayatı boyunca özgür yaşamıştı ve Firavun’un karşısına kardeşi Musa (as) ile birlikte çıkınca bu ruh ona büyük rahatlık sağlamıştı.
Tur’a giderken de Hz. Musa’nın (as) onu kendi yerine lider olarak bırakması, hem ona olan güvenini gösteriyordu hem de stratejik olarak şuursuz topluluklardaki fikri kaymalara karşı güvenilir vekil ve yöneticilerin önemine dikkat çekiyordu. Tıpkı Peygamber Efendimizin (sav) savaşa çıktığı zamanlarda yerine Hz. Ali’yi vekil bırakması gibi. İşte, Harun olmak arkasında olduğu liderin bütün misyon ve vazifelerini yerine getirebilecek kapasitede olmaktı.
O barışçıl, uzlaşmacı ve uyumlu bir karaktere sahipti. Hırslı değildi. Vazifeyi bile istememişti. Verildiğinde ise ateşten gömlek bile olsa kabul edip üstesinden gelmeye çalıştı.
Ta ki, Hz. Musa onu kendi yerine bırakırken halkını ıslah etmesi, sulhtan yana olması ve bozguncuların yoluna girmemesini salık vermişti. (Kuran, 7:142). Adeta olacaklardan haberdar gibiydi. Aslında Hz. Harun da bunun gereğini yerine getirdi. Ama Samirî ve ona tabi olan halktan bazıları Hz. Musa’nın yokluğunu fırsat bilip, kaşla göz arasında isyana yeltendi ve buzağı heykeli yapıp ona tapmaya başladılar. Harun (as) ise olaylara şiddet ve kavgadan uzak bir şekilde yaklaşmayı tercih etti. Olaylara fiilî müdahalede bulunmadı, o şartlar altında pasif bir mukavemet gösterdi. Onları sözlü olarak uyardı: “Ey kavmim! Ant olsun siz bununla fitneye düşürüldünüz. Rabbiniz çok esirgeyendir, siz bana uyun, emrime itaat edin” (Tâhâ 20/90), fakat sözünü dinletemedi. Diğer taraftan Hz. Harun o gün güç kullanmaya kalksaydı, toplumsal hassasiyet gereği belki de bir iç savaş çıkabilirdi. Dahası halk onu da katledebilirdi.
Bu yüzden de O, sabırla Hz. Musa’nın Tur’dan dönmesini bekledi.
Olanlar karşısında şaşkın ve kızgın olan Hz. Musa ise ilk önce bu durumdan o mübarek kardeşini sorumlu tuttu ve fıtratındaki o sertliğin saikıyla da onu şiddetle sarstı. Zira vekil o idi ve tavsiyeleri de ortada idi. Ama Hz. Harun’u da aşan mevzular vardı.
O ise tıpkı halka mülayemetle davrandığı gibi kendini sarsan kardeşi o ulu’l-azm peygambere de mülayemetle karşılık verdi, misli ile mukabelede bulunmadı. Biliyordu ki kardeşinin öfkesi mesleğine olan aşkından, ümmetine duyduğu sevgi ve koruma hissindendi.
Nitekim kafası karışanlar bir müddet sonra yeniden Hz. Musa’nın mesajına tabi oldular, yeniden temizlenip tövbe ettiler.
İşte Harun olmak özgür ruhlu olmakla beraber, bozgunculara karşı yetkin, hakikatten taviz vermeyen ama ılımlı ve barışçıl bir lider ve uzlaşmacı bir vekil olmaktı.