Siz hiç asker mektubu okudunuz mu?

Siz hiç asker mektubu okudunuz mu?

Zaman, devasa bir değirmen gibi bünyesine aldığı her şeyi öğütüyor. Kısa bir süre sonra birçok objeden, hadiseden, istesek de istemesek de, mazi sigası ile bahsetmeye başlıyoruz. Hayatımızdaki her şey, acısıyla tatlısıyla, tarihin tozlu sayfalarında yerini alıveriyor. Geçenlerde evraklarımı karıştırırken talebelerimden birisinin şahsıma gönderdiği bir mektuba gözüm ilişti. Yaklaşık yirmi yıl önce yazılan mektubu tekrar okudum.

ERDAL KARAMAN 17 Nisan 2019 ERDAL KARAMAN

Zaman, devasa bir değirmen gibi bünyesine aldığı her şeyi öğütüyor. Kısa bir süre sonra birçok objeden, hadiseden, istesek de istemesek de, mazi sigası ile bahsetmeye başlıyoruz.

Hayatımızdaki her şey, acısıyla tatlısıyla, tarihin tozlu sayfalarında yerini alıveriyor. Geçenlerde evraklarımı karıştırırken talebelerimden birisinin şahsıma gönderdiği bir mektuba gözüm ilişti. Yaklaşık yirmi yıl önce yazılan mektubu tekrar okudum. Mektupla birlikte bir anda hatıralarım depreşti, öğrencimin nameleri, henüz ilkokuldayken okuduğumuz ve yazdığımız asker mektuplarını hatırlattı bana.

İnternet ve cep telefonların henüz arz-ı endam etmediği haberleşmenin yaygın olarak mektupla yapıldığı yetmişli yıllara kadar gitti hayallerim.

O dönemde asker yakınlarının biricik teselli kaynağı idi mektuplar. Ailelerin hasret giderdiği nameler dört gözle beklenirdi. Köyden şehre inenlerin getirdiği mektuplar, bir anda asker ailesi için o gününün en önemli hadisesi oluverirdi. Henüz çat pat okumaya başladığımız, köylerde okuryazarın az bulunduğu dönemde bize de o mektupları okumak düşerdi.

Yaşıtlarımızın birçoğu mahallenin kâtibi, mektuphanı sayılırdı tabii olarak. Okumayı yeni sökmeniz o kadar da problem değildi. Mektubun geldiği aileyi tanımanız işimizi kolaylaştırıyordu.

Zira askerimiz, varsa önce dede ve ninesinin hal ve hatırını sorar, sırasıyla büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden hasretle öper, en son yaylalarda otlattığı sarı ineğe kadar herkes asker mektubunda yerini alırdı. Biz de daha ilkokul ikinci, üçüncü sınıfta olsanız da mektubun geldiği aileyi bütün akrabayı taallukatına kadar tanıdığınız için isimin baş harfini çözdükten sonra gerisi zaten çorap söküğü gibi gelirdi.

O dönemde, mektuphanlar çok iyi bilirler, asker mektubu okumanın kendisine has ritüelleri vardı. Büyüğünden küçüğüne herkes mektubu ibadet neşvesi içerisinde büyük bir huzurla pür dikkat dinlerlerdi.

Dinleyenler isminin ne zaman, nasıl geçeğini heyecanla beklerdi. Hele hele bir de askerimiz evin tek oğlu ise mektup okuma seansları ayrı bir hüzne bürünürdü. Artık yüreği yufka annenin gözyaşları yanaklarına doğru süzülmeye başlardı askerin ilk cümlesiyle birlikte.

Genç asker en sonunda çok rahat olduğundan, endişelenmeye mahal verecek herhangi bir durumun olmadığını söylediğinde annenin derinden bir nefes aldığını mektuba odaklanıp okusanız da hemen hissederdiniz.

Tabii ki askerimiz medeni durumu mektubun içeriğinin teşkilinde önemli rol oynardı. O dönemde okuduğumuz birçok mektuplarda acaba hanımına selam gönderecek mi ya da nişanlısını mektubunda zikredecek mi diye herkes merak ederdi.

Mektup bütün aileye açıktan okunduğundan birçok askerimiz o dönemin cari olan toplumsal normlarına riayet eder, nişanlısını ya da hanımının ismini anmaktan utanırdı.

Bazıları da nişanlısına, eşine münhasır mektuplar kaleme alırdı. Tabii o mektupların muhataplarından okuma yazma bilmeyenler de yine size başvururdu. Mektubu tenha bir yerde kimselerin duymayacağı bir yerde okuturlardı.

Tabii diğer mektuplara göre o mektupları okumak biraz daha çetrefilli bir işti. Okuma yazmaya yeni başlayan birisi için Osmanlıdaki Divani yazıları okumak gibi bir şeydi.

Ama yine de asker eşi takıldığınız yerde size yardımcı olur, acaba şöyle mi yazıyor der yardımımıza Hızır gibi yetişirlerdi. Mahallede sizden başka mektuphan yoksa ayrı bir havanız olurdu tabii ki. Size ayrı bir gözle bakarlardı o zamanlar. Ne de olsa hasretle tutuşan, yanık gönüllerin hissiyatına tercüman oluyordunuz.

Elbette bazen bir defa okumakla işiniz bitmez, özellikle nişanlısından ya da çiçeği burnundaki eşinden geliyorsa mektup bir dahası gelinceye kadar birkaç kez okumanız söz konusu olabilirdi. Artık ikinci üçüncü okumada biraz daha profesyonel olmuş, kelimelere aşinalık kazanmışsınızdır. Hızınız da artıştır ilk okuduğunuza göre.

Eeee siz gurbet acısıyla yanan gönüllerin yüreklerine namelerini okumakla su serpersiniz de onlar sizi unutur mu? Muhatap yaşlı bir nine ya da anne ise cebinde ya da koynunda katlayıp sakladığı mendili ya da poşeti özenle çıkarır.

Çok gizemli bir hazine gibidir o zamanlar o mendiller. Size belki aylar önce aldığı lokum, kuru üzüm, leblebi ya da şeker çıkarır verir, böylece gönlünüzü alırdı. O çerezler bayat olsa da tadı bir başka idi nedense.

Mektuplar özenle muhafaza edilirdi. Bazen gözü yaşlı anne koynunda sakladığı buruşuk mektubu çıkarır yenisi gelmediyse aşk ile bir daha bir daha okuturdu.

Bizden önceci kuşaklar henüz köylerde okulların olmadığı dönemde bu işi kimin deruhte ettiğini babalarımıza sorduğumuzda, onların anlattığına göre, askere gidip okuma yazmayı öğrenen, daha doğrusu sökenler icra ederlermiş bu işi.

Bundan dolayı da bazı köylerde ismi Ahmet, Mehmet olmasına rağmen lakabı kâtip olan yaşlılara bu ismin asker mektubu okumalarından ve yazmalarından dolayı verildiğini bu işe başladıktan sonra öğrenmiştik. Kâtiplerin hepsi de ayı kalitede okuma yazma öğrenemiyorlarmış elbette.

Bizim nesilden önce askerde okuma yazma öğrenenler uzun süre bu işi deruhte etmişler. Onlar için de asker mektubu okumak o kadar da zor değilmiş.

Yeter ki mektubun kimden, hangi aileye geldiği bilinsin. Mektup bittikten sonra çoğu zaman kâtipler, ben sayıları öğrenemedim, Matematikten de pek anlamam, ama sanki burada bir rakam var, oğlunuz para istiyor galiba, diye her ihtimale karşı askerin harçlıksız kalmaması için gayret gösterirlermiş.

Evet, bu işin bir de mektuplara cevap verme kısmı var. O da ayrı bir törendir. Mektup yazdıracak aile kâğıdı kalemi hazırlar. Sizi bir küçük yer masasına başköşeye oturturlar.

Gaz lambasını da masanın üstüne özenle yerleştirilir. Yaz oğlum, diye başlayan mektuba güzel bir girizgâhla girersiniz. Selam faslından sonra sağlık, haberleri, akrabalar hakkında malumatlar teker teker kaleme alınırdı. İnsanlık hali şayet vefat eden ya da başına bir iş gelen varsa askerden özenle gizlenirdi.

Vatani görevini bitirip geldikten sonra asker sevinçle birlikte bazen hüznü bir anda yaşardı. Yakınlarından birisinin vefatını yuvasına döndüğünde öğrenir çoğu zaman.

Askerin gurbet ellerde canını sıkacak, üzecek temalara girilmezdi. Şayet mektubun arka sayfasında boş yer kaldıysa evin en küçüğünün, asker çocuğu, kardeşi ya da yeğeni de olabilir, eli boş kalan kısma özenle konur, bütün parmakları çizilirdi. Böylece mektup halkasına görsel bir obje de eklenmiş olurdu. Kim bilir belki askerimiz minnacık ele bakıp geceleri hasretle gözyaşı dökerdi.

Teknolojinin gelişmesiyle mektup kültürümüz nostalji listesindeki yerini almaya başladı. Akıllı telefonlarda birkaç kelimeyi dahi yazmaya üşendiğimiz günümüzde ya telefon edip görüntülü konuşuyor ya da sesli mesajlarla meramımızı anlatıyoruz.

Yakınlarımızla dünyanın bir başından canlı olarak hasret giderebiliyoruz. Velhasıl uzakları, gurbeti bir tuşla yakın eyliyoruz. Yıllar önce bir mektup yazmak için düzenlenen ritüeller de artık tebessümle karşılanan bir hatıraya döndü.

Ne dersiniz şimdilerde pek akıllı gördüğümüz şu telefonlar belli bir zaman sonra asker mektupları gibi nostalji halkasına katılabilir mi? Neden olmasın neredeyse her şeyi eskiten bir dünyada yaşamıyor muyuz?