Bir sürgün hikâyesi

Toplumda farklı düşünen, alışılagelmiş çizginin dışında fikirlerle ortaya çıkan ve haksızlık karşısında susmayan aydınlar çoğu zaman iktidar sahiplerinin baskı ve tazyikleriyle karşılaşmışlardır. Muktedirlerle aydınlar arasında tartışmayla başlayan süreç, bazen tecritle devam etmekte bazen de, maalesef, ölümle neticelenebilmektedir. Bahsedilen vetireyi yaşayan aydınlardan birisi de Yırçı Kazak’tır. (1830-1879)  O, Dağıstan’da bir köyde dünyaya gözlerini açar. Küçük yaşlarından

ERDAL KARAMAN 14 Nisan 2019 YAZARLAR

Toplumda farklı düşünen, alışılagelmiş çizginin dışında fikirlerle ortaya çıkan ve haksızlık karşısında susmayan aydınlar çoğu zaman iktidar sahiplerinin baskı ve tazyikleriyle karşılaşmışlardır.

Muktedirlerle aydınlar arasında tartışmayla başlayan süreç, bazen tecritle devam etmekte bazen de, maalesef, ölümle neticelenebilmektedir.

Bahsedilen vetireyi yaşayan aydınlardan birisi de Yırçı Kazak’tır. (1830-1879)  O, Dağıstan’da bir köyde dünyaya gözlerini açar. Küçük yaşlarından itibaren şiirler söylemeye başlayan şair, kısa bir süre sonra halk arasında sevilen sayılan bir ozan olup çıkar.

Henüz idarenin baskı ve tazyiklerinin gün yüzüne çıkmadığı dönemde onun sazında ve sözünde aşk vardır, güzelim vatana duyulan muhabbetin gür sedası yankılanır Dağıstan’ın yalçın dağlarında.

Hayatı idrak etmeye çalıştığı dönemde Çarlık Rusya’sı bu coğrafyada otoritesini güçlendirmek, halk üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurmak için biteviye çalışmaktadır.

Devlete karşı gelenler idare tarafından şiddetle cezalandırılır. Kazak bu dönemde memleketinde yapılan zulümleri ve Rus taraftarı Prenslerin entrikalarını yakından görür.

Çar idaresi ve yerli Prensler el ele verip halka zulüm etmeye, haksızlık yapmaya başlayınca onun şiirlerindeki tema da yavaş yavaş değişmeye başlar. O şiirlerinde, iktidarın haksız uygulamalarını korkusuzca dillendirir. İktidar tarafından şair, vatan haini ilan edilir. Her ne kadar idare onu hain olarak nitelendirse de o halkın gözünde korkusuz bir kahramandır.

Şairin eserlerinde toplumdaki dengesizlikler ustaca ortaya konur. Bir tarafta şatafat içerisinde lükse düşkün idare, diğer tarafta yiyecek ekmeği bulamayan halkın durumu onun eserlerinde aksi seda bulur. Gönlü, halkın sömürülmesine, açlığa mahkûm edilmesine asla razı olmaz.

O mevcut düzene karşı şiirleriyle savaş açar. Karşısında hem yerli Prensler, hem de Çar idaresi bulunmaktadır. Tek başına onlarla mücadele etmesi ve muvaffakiyet kazanması imkânsızdır. Buna rağmen o mücadelesinden geri adım atmaz.

O sadece idareyi eleştirmekle kalmaz çok sevdiği toplumun da aksaklıklarını eserlerinde dile getirir.  Böylece Kazak’ın tenkitlerinden baskı ve istibdatta sınır tanımayan iktidarın yanında, her geçen gün yozlaşan toplum da payını almıştır. Muhammed Osmanov’a Mektup başlıklı şiirinde toplumdaki tefessühe dikkat çeker:

Akşam geç dönüp, evlerinde yatar,

Ant edip, bozuğu değil diye satar,

Beş kuruş fayda için de babasını satar,

Birinde düzlük yok, denesen, Efendi.

İdareyi karşısına alan şairin her adımı hafiyeler tarafından takip edilir. İnsanlar o dönemde evlerinde rahat değildir. İnsanların evlerinde konuşmaları dahi iktidarı tedirgin etmektedir.  Bir şiirinde halkın halet-i ruhiyesini şu dizelerle anlatmaktadır:

Akşamdan sonra eşikte bekleyip,

Ailenle adaletten konuşup,

Düşünüp tedbir almazsan,

O gün kendi kendine söversin.

Karanlık ahiretin azabını,

Viran dünyada çekersin.

İstibdat ve zulümlerin hayatları kararttığı dönemde o şiirlerinde inadına hak ve hakikatleri terennüm eder. Aslında bu mücadelenin sonunda Sibirya’ya sürgün edilme, hatta canından olma tehlikesinin olduğunu kendisi de bilmektedir. O her şeye rağmen mazlumların yanında yer alır.

Yönetim tarafından uyarılan şair, birkaç kez tutuklanır ve serbest bırakılır. Hicivlerine dayanamayan idare çözümü onu Sibirya’ya sürgün etmekte bulur. Bir şiirinden anlaşılacağı gibi iki büklüm olarak bağlanıp Sibirya’ya sürülür. Şairin çektiği sıkıntılar insan takatinin üzerindedir:

İç çektiğinde mavi ela gözden kan gelir.

Ah, dediğimizde arka kemiğimiz eğilir.

Beller kırılmış, güneş batmış,

Ah, demekle şimdi ele ne gelir?

Ahlarla, inlemeyle geçer günümüz.

Yaradanım bize rahmet gönder.

Yaradanım senden olsun merhamet

Sibirya’dan ailesine yazdığı mektuplardan da görüleceği gibi sürgünde şaire işkence edilir, baskı ve tazyiklere maruz kalır:

Su dökülüp sönmüş gibi olduk deyip ağlarım,

Geri dönmez ata bindik deyip ağlarım,

Can ağalar siz dua edin.

******

Burmalı bağ ağır gelir ayaklara,

Ayaklarımızı burmalı bağ sarmış,

Adım atsak baş vurulur kasıklara,

Şikayet ediyor diye ayıplanmaz,

Kuzeyde güneş doğmaz köylere.

Şair, üç yıllık sürgünden sonra nihayet memleketine döner. Ama gözler hep onun üzerindedir. Köyünden başka bir yere çıkmasına izin verilmez. Buna rağmen haksızlıkları dillendirmekten vazgeçmez.

Şair, bir sabah tarlalarına giden köylüler tarafından bir köprü altında ölü olarak bulunur. Güya şairi kimin, niçin öldürdüğü bilinmez. Kırk dokuz yaşında davası uğruna can verir.

Şairin canına kastetseler de eserleri nesiller boyunca halkı tarafından dilden dile dolaşır, halk fikirlerine sahip çıkar. O, dünya durdukça eserleriyle Kumukların gönlünde yaşayan ölümsüz bir kahramandır.