Eğrilerimiz, doğrularımız – 3

Bakış açılarımız. Bakıp görmediklerimiz. Görüp bilemediklerimiz. Bilip yapamadıklarımız…

SEDAT İLHAN 18 Ocak 2024 YAZARLAR

Beklenen gün gelmişti. Eksiği fazlası ile bir ömürlük yaşanmışlığımı özetleyecek, insanlığın değerlendirmesine sunacaktım. Sonradan farkettim ki, yaptığım şey „Ritim0“ performası gibi bir şeydi aslında.

Yazdıklarım sadece kendi hissiyatımdır. Muhataplarımın niyetlerini bilmem mümkün değil. İnanıyorum ki, safiyane niyetlerle beni, söylemlerimi anlamaya çalışmaktalar. Ve kendi tecrübeleriyle bana yardımcı olmaya gayret etmekteler.

Bir kaç cümle söylemiştim ki, bir dost araya girdi. Öncelikle kendimi tanıtmamı beklediğini söyledi. „Felsefecilerin tanışması fikir ile olur. Her harfim, her nefes alışım benden haberdir size. Buna rağmen bilmek istediğiniz özel bir şey var ise, lütfen buyurunuz.“ dedim. Soru gelmedi, devam ettik.

„İddiasız olmayı hedefliyorum. Ancak iddiasızlık da bir iddiadır. Yaptım, bildim, haklıyım dediğimizde kendi önümüze, ilerleyişimize, öğrenişlerimize set çekmiş oluruz.“ dedim. Buradan gayretsizliğe nasıl bir geçiş yapılabilmekte, anlayamıyorum. Yine de öngörememiş olmam, eksiğimdir, hatamdır.

Sahne heyecanı ile içimde ne var ise ortaya saçılıverdi. Hayır, dedim. Asrın filozofu benim. Gelecekte beni böyle anacaklar. Kimseyi rakip görmüyorum. Kastım budur.

Dünyanın kabul görmüş en zeki, en güçlü, en güzel, en bilgili… insanlarını karşımıza getirseler, hiç birisini kendimize rakip görmemeli. Bu duygu egonun nirvanasına benzer biraz. Arada belki sadece bir çizgi var. Ama realitemiz?

İnsan rakip gördüklerini yenmeye çalışır. Yenemeyeceğini bilirse veya gayreti yetmez ise yermeye çalışır. Aradaki uçurum çok derin ise dost olmayı tercih edebilir. „Var mı ikimize yan bakan?“ moduna geçebilir. Her halukarda rakip görmek, öğrenmemizin, gelişmemizin, birlikte yaşamamızın, mutluluğumuzun, huzurumuzun önünde engeldir.

Farkındalığımızı konuşabiliriz. Ancak herkes ne yapacağına veya yapmayacağına kendisi karar vermeli. İlk sözlerimdi bunlar. Çözüm, dediler yine de. Herkes kendisi bulacak, diyorum. Çok mu havada kalıyor bu kriterim? Var mı başka açıklaması, öğretisi?

Yaşanmışlıklarım var. Hadiselere kendimce bir bakış açım, ders çıkarışlarım, arayışlarım… Sorularım var. Soruların, sorularım. Arayan bulur, ne ise eksiği onu arar, ne arıyorsa bulduğu odur.

Bir topluluğun karşısına çıkarak, farklılıklarımızı görelim, demişim. Her soruya, her farklı fikre susamışlıkla… Anlama gayreti ile, masumiyeti görerek, inanarak. Çözüm bu bence, benimkisi bu. Aksi anlamsız. Söylemek yetmiyor, kanmıyor yürekler, sakinleşemiyor çünkü. Laf ebeliği veya, edebiyat parçalamak, BEN demenin binbir farklı tonları. Sizce?

Sakindim, sakin kalabildim ama gündemi yönetemedim. Akışa kapıldım, sürüklendim. Sevgi, dedim tüm kapalı kapıları açabilecek olan sihirli anahtar. Tartıştık da tartıştık. Sevgiyi çözüm olarak göremiyoruz. Ya savaşa ne demeli? Bir parçası olmamak için yapabileceklerimiz? Veya seviyorum dediklerimizde bulduklarımız ne ola ki?..

Bir dost Kant’ı okumamı önerdi. Başlangıç için çok iyidir, der. Nedenlerimi görmek isterdim, söylediklerinde, hissettirdiklerinde. Bakıp gördüklerinde bir noktacık gibi hissedebilse idim kendimi, tüm benliğim ile, heyecan duyabilirdim tavsiyelerine.

Oysa ben, Sokrates’in sözünü açıklamaya çalışmışım tüm slaytlarda, her kelimede. „Tek hakiki bilgelik hiçbir şey bilmediğini bilmektir. Ne kadar çok şey bilirsem, hiçbir şey bilmediğimi o kadar çok