Türkiye sevgisi kaç euro eder?

Gurbetçiler büyük oranda Türkiye’de geçirdikleri izinlerinden, tatilden döndü. Siz daha memleketin ahvalini sormaya fırsat bulamadan, dönenler kendiliğinden anlatmaya başlıyor: Türkiye’ye ne olmuş öyle? Şuncacık şey, bilmem kaç euro! Eskiden 100 lira bozdurdun mu, harca barca bitmezdi. Her şey ateş pahası olmuş! Benim görüştüğüm gurbetçilerden biri bile gazetelere yansıyan şiddet olaylarından, iyice daralan siyasal özgürlüklerden, ağzını

DR. ÜNAL BİLİR 11 Eylül 2019 DR. ÜNAL BİLİR

Gurbetçiler büyük oranda Türkiye’de geçirdikleri izinlerinden, tatilden döndü. Siz daha memleketin ahvalini sormaya fırsat bulamadan, dönenler kendiliğinden anlatmaya başlıyor:

Türkiye’ye ne olmuş öyle?
Şuncacık şey, bilmem kaç euro!
Eskiden 100 lira bozdurdun mu, harca barca bitmezdi.
Her şey ateş pahası olmuş!

Benim görüştüğüm gurbetçilerden biri bile gazetelere yansıyan şiddet olaylarından, iyice daralan siyasal özgürlüklerden, ağzını açtığında hapsi boylayan aydınlardan, gençlerin umutsuzluğundan, yoksulların çaresizliğinden bahsetmedi. İşlerin yolunda gidip gitmediğinin yegâne ölçüsü, cüzdanınızdaki eurolarla satın alabileceğiniz hizmet veya ürünler. Bir de Türkiye’nin çifte emekliği zorlaştırmasına fena hâlde içerlemiş gurbetçiler.

Gelin şimdi gurbetçilerin ‘Türkiye sevgisine’ ilişkin kısa bir hikâye dinleyelim. Olay bu seneye ait değil, yaşanalı birkaç yıl olmuş. Ancak öykü bazı gurbetçilerin yaklaşımına ilişkin önemli ipucu vermesi yönüyle oldukça ilginç.

Fiyakalı bir arabaya kurulan gurbetçi bir aile Hollanda’dan yola çıkıp, güle oynaya Türkiye’ye varmış. Köylerine yaklaştıklarında bakmışlar, yol kenarında bir adam kavun satıyor. Satıcı bunları görünce iltifatlarını sıralamaya başlamış hemen. “Dayı bunlar organik, kendi mahsulümüz” falan diyerek sonunda birkaç kavun satmış aileye.

Eve vardıklarında, aynı cins kavunların sokaklarındaki manavda da satıldığını görmüşler. Tabii gurbetçi dediğin bilinçli, uyanık tüketici. Hemen bir fiyat ve lezzet karşılaştırması yaptıklarında anlıyorlar ki, yolüstü aldıkları kavunlar için yaklaşık on euro fazla ödemişler.

Olayın üzerinden birkaç yıl geçmesine rağmen hikâyeyi bana anlatan beyefendi -olay sanki daha dün yaşanmışçasına- hâlâ çok öfkeliydi. ‘Satıcının namussuzluğuna, vazifesini yapmayıp bu sahtekârlara göz yuman devletin ihmaline’ verdi veriştirdi. Ona göre Türkiye ne yaparsa yapsın adam olmazdı, hele hele Avrupa’nın seviyesine çıkması olacak iş değildi.

Gurbetçi, Türkiye’ye ilişkin sosyoekonomik analizini “İnan adamın yaptığı çok zoruma gitti” diyerek bitirdi.

On euroluk bir kazık yedi diye güzelim memleketi silip atan gurbetçi; acaba bir gün haksızca malına mülküne çökseler, işinden atsalar, ağzını açtı diye mapushaneye tıksalar ne yapardı?

Doğrusu ben söyleyeceklerini, yapacaklarını tahayyül bile edemiyorum.

Fakat dünyanın en gelişmiş demokrasilerinde yaşayan, siyasal ve dini özgürlüklerden alabildiğine istifade eden bu insanların Türkiye’ye sadece euro gözlüğünden bakmaları, darboğazın yalnızca ekonomik boyutunu görmeleri, en önemlisi de eş dost ve akrabalarının yaşadığı bu topraklarda olan bitene bigâne kalmaları oldukça üzücü.

Unutmamak gerekiyor ki, onların pahalılıktan şikâyet ettikleri o topraklarda milyonlarca insan açlık sınırında, ekmek kaygısıyla yaşıyor. Onların beğenmeyip on euro için gözden çıkardığı o harika ülke, her gün binlerce insanın rüyasını süslüyor.

Siz de ufak tefek şeylere kızıp Türkiye’yi gözden çıkaranlara rastlayacak olursanız; onlara Nâzım Hikmet’in şu, anıt gibi dizelerini okuyun:

“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim”