Sınır ötesi operasyon ve ABD’nin Orta Doğu politikasındaki değişim

Sınır ötesi operasyon ve ABD’nin Orta Doğu politikasındaki değişim

Türkiye’nin ‘Barış Pınarı Harekâtı’ adını verdiği, Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD-YPG’ye karşı yürüttüğü sınır ötesi operasyon dünya kamuoyunda geniş bir yankı uyandırdı. Rusya’nın ‘anlayışla’ karşıladığı, ABD’de ciddi tartışmalara yol açan, AB’nin tepki gösterdiği bu harekât sayesinde Türkiye hedeflediği kazanımları elde edebilecek mi? Örneğin Suriye’nin kuzeyinde 30 kilometrelik güvenli bir bölge oluşturma hedefini gerçekleştirebilecek mi, bunu zamanla göreceğiz.

DR. ÜNAL BİLİR 11 Ekim 2019 DR. ÜNAL BİLİR

Türkiye’nin ‘Barış Pınarı Harekâtı’ adını verdiği, Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD-YPG’ye karşı yürüttüğü sınır ötesi operasyon dünya kamuoyunda geniş bir yankı uyandırdı.

Rusya’nın ‘anlayışla’ karşıladığı, ABD’de ciddi tartışmalara yol açan, AB’nin tepki gösterdiği bu harekât sayesinde Türkiye hedeflediği kazanımları elde edebilecek mi? Örneğin Suriye’nin kuzeyinde 30 kilometrelik güvenli bir bölge oluşturma hedefini gerçekleştirebilecek mi, bunu zamanla göreceğiz.

Barış Pınarı Harekâtı Türkiye’nin PKK terörüne karşı verdiği mücadele kapsamında 1983 yılından beri gerçekleştirdiği kapsamlı, onuncu sınır ötesi operasyon olma niteliğine sahip. Elbette diğer tüm sınır ötesi operasyonlarda olduğu gibi bu harekât için belirlenen hedef de aynı: ‘terörün kökünü kazımak’.

22 Şubat 2015 tarihinde gerçekleştirilen ‘Şah Fırat Operasyonu’ hesaba katılmaz ise Türkiye’nin maliyet ve bedeli her açıdan yüksek olan bu operasyonlarla belirlediği askerî veya siyasi hedeflere ulaşabildiğini söylemek pek mümkün değil. İşin doğası gereği bu tür operasyonların nihai bir çözüm
üretme imkânı da zaten yok. Barış Pınarı Harekâtı da önceki operasyonlar gibi iç siyasi dengelerde bir başarı olarak lanse edilirken, bu operasyondan kalıcı bir dış politika çıktısı beklemek doğru değil.

Barış Pınarı Harekâtı Türkiye perspektifinden bakıldığında öncekilerin devamı veya benzeri olan bir operasyon gibi görünüyor. Ancak operasyon bağlamında ABD, İsrail ve AB kamuoyunda yaşanan tartışmalara baktığımızda, ABD’nin Orta Doğu politikasına ilişkin önemli değişimler göze çarpıyor.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Türkiye-Suriye sınırındaki belirli bölgelerden askerî birliklerini çekme yönünde aldığı karar sonrasında ‘Trump Kürtleri yüzüstü bıraktı, müttefiklerine ihanet etti’ şeklinde dile getirilen eleştiriler, ABD’nin genelde Orta Doğu özelde ise Suriye politikasındaki ayrışma noktalarını iyice gözler önüne serdi.

Tartışmaların bir tarafında ABD’nin süregelen Orta Doğu politikasının devamından yana olan, ülkenin bölgedeki varlığını önemseyen, geleneksel ya da başka bir deyişle ana akım yaklaşım var. Bu yaklaşıma göre YPG, ABD’nin uluslararası koalisyon ile birlikte DEAŞ’a karşı verdiği mücadelede bir
müttefik. Dolayısı ile YPG’nin bu bağlamdaki rolü de ABD lehine bir katkı olarak değerlendiriliyor. Trump’ın yüksek sesle dillendirdiği diğer yaklaşıma göre YPG’nin çıkarları ile ABD’nin beklentileri bir dönem örtüşmesine rağmen, YPG sonuçta küçük, yerel bir aktör. Trump ‘Kürtler Normandiya’da
bize yardım etmiş değil, sonuçta DEAŞ’a karşı da bizim için değil, kendi toprakları için savaştılar’ derken bu yaklaşım farkını açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Peki kısa vadeli çıktılara odaklanan, ABD’nin koruma şemsiyesi için somut karşılık bekleyen, sürekliliği fonksiyonelliğine bağlı olan bu dış politika anlayışı sadece düşüncelerini açık seçik bir şekilde dile getirmekten çekinmeyen ABD Başkanı Trump’a mı ait?

Doğrusu Trump bu yaklaşım tarzıyla bizzat kendi partisi içinde eleştirilerin hedefi hâline gelse de tercih ettiği politik çizgide yalnız değil. Çünkü ABD’deki askerî, diplomatik aktörlerin bir kısmı da
Başkan Trump gibi düşünüyor.