Beyrut’taki patlama ve İstanbul’u bekleyen büyük tehlike

Beyrut’taki patlama ve İstanbul’u bekleyen büyük tehlike

Lübnan’ın başkenti Beyrut’u harabeye çeviren, son bilgilere göre 135 insanın ölümüne sebep olan patlamanın üzerindeki sır perdesi büyük oranda aralandı. Dört binden fazla insanın yaralanması ve binlerce vatandaşın evsiz kalmasıyla sonuçlanan felaketin arkasından ihmal, bürokratik acziyet ve çürümüş siyasal sistem çıktı. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Beyrut’u kana bulayan 2700 tonluk amonyum nitrat MV Rhosus adlı gemiyle

DR. ÜNAL BİLİR 08 Ağustos 2020 DR. ÜNAL BİLİR

Lübnan’ın başkenti Beyrut’u harabeye çeviren, son bilgilere göre 135 insanın ölümüne sebep olan patlamanın üzerindeki sır perdesi büyük oranda aralandı. Dört binden fazla insanın yaralanması ve binlerce vatandaşın evsiz kalmasıyla sonuçlanan felaketin arkasından ihmal, bürokratik acziyet ve çürümüş siyasal sistem çıktı.

Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Beyrut’u kana bulayan 2700 tonluk amonyum nitrat MV Rhosus adlı gemiyle Eylül 2013 tarihinde limana gelmiş. Gürcistan’ın Batum Limanı’nda yüklenen MV Rhosus İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından geçerek finansal zorluklar nedeniyle Beyrut Limanı’na giriş yapmış. Normal koşullarda Mozambik’teki bir fabrikaya gitmesi gereken tehlikeli yükü taşıyan gemiye Lübnan makamları bürokratik gerekçelerle el koymuş. Sonrasında yaşanan hata ve ihmaller zinciri patlamaya kadar gitmiş.

Patlamanın sebep olduğu insani ve ekonomik faciaya bakınca ister istemez akla şu soru geliyor: Beyrut’taki bu patlama İstanbul’da yaşansaydı neler olurdu? 2700 tonluk amonyum nitrat yüklü MV Rhosus’un geçiş yaparken Sarayburnu açıklarında veya İstanbul Boğazı’nın dar noktalarından birinde olası bir kaza veya sabotaj nedeniyle infilak ettiğini düşünün. Yaşanacak cay kaybını, yıkılacak tarihi eserleri, harabeye dönecek Boğaziçi’ni bir an gözünüzün önüne getirin. Yazık ki bu kâbus senaryosu hiç de ihtimal dışı değil. Çünkü 20 Temmuz 1936’da imzalanan ve güya Türkiye’nin İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerindeki egemenlik hakkını teslim eden Montrö Boğazlar Sözleşmesi tam bir fecaat.

Neden derseniz?

Sözleşme hükümlerine göre ticari gemiler Türkiye’nin taraf olmadığı bir savaş hâli dışında gündüz veya gece, bayrak ve yükü ne olursa olsun, sağlık denetimi haricinde hiçbir işleme tabi tutulmaksızın boğazlarımızdan geçiş yapabiliyor. Üstelik kılavuz veya römork hizmeti almak da isteğe bağlı. Sözleşme savaş hâlinde Türkiye’ye her ne kadar kısıtlama imkânı tanıyorsa da gerçekte ticari gemiler konusunda neredeyse hiçbir kontrol hakkımız yok. Kaldı ki sözleşmenin akıllara ziyan 28. maddesine göre tarafların 1. madde ile kabul ettiği ‘geçiş, gidiş-geliş ulaşım özgürlüğü’ sözleşme nihayete (yirmi yıl) erdikten sonra da ‘sonsuza’ kadar geçerli. Sözün kısası bayrak ve yükü ne olursa olsun ticari gemiler boğazlarımızdan geçerken biz sadece bakıyoruz.

İstanbul’u veya Çanakkale’yi her an havaya uçurabilecek yüzlerce gemi boğazlarımızdan dilediği gibi geçiyor. Hem de ‘beleş’ olarak. Süveyş Kanalı geçiş yapan büyük tonajlı gemilerden 300-400 bin, Panama Kanalı da 180 bin dolar ortalama gelir elde ederken; İstanbul Boğazı’ndan geçen bir gemi sağlık, kılavuzluk veya römork hizmeti alırsa üç beş bin dolar gibi komik bir ücret ödüyor.
Kısacası tehlike yüklü gemiler boğazlarımızdan geçerken elimizden ‘felaket yaşanmasın’ diye dua etmekten başka bir şey gelmiyor.