Avrupa’yı kuşatan iki tehlike: Gizli ırkçılık ve radikal İslamcılık

Avrupa’yı kuşatan iki tehlike: Gizli ırkçılık ve radikal İslamcılık

Ekmek parası için vaktiyle Avrupa’nın yolunu tutan ilk Türk işçilerden çoğu hayata veda etti. Bazılarını tanıma şansı bulduğum bu gurbet yolcularının Avrupa’daki ilk izlenimlerini hep merak ettim. Önceden sadece adını duydukları yabancı bir ülkeye gelen bu insanların birbirinden farklı hikâyelerini dinlediğimde iki hususun tüm öykülerde aynı olduğunu fark ettim. Yerleştikleri ülkelerin halkı ile samimi dostluklar

DR. ÜNAL BİLİR 30 Ekim 2019 DR. ÜNAL BİLİR

Ekmek parası için vaktiyle Avrupa’nın yolunu tutan ilk Türk işçilerden çoğu hayata veda etti. Bazılarını tanıma şansı bulduğum bu gurbet yolcularının Avrupa’daki ilk izlenimlerini hep merak ettim.

Önceden sadece adını duydukları yabancı bir ülkeye gelen bu insanların birbirinden farklı hikâyelerini dinlediğimde iki hususun tüm öykülerde aynı olduğunu fark ettim. Yerleştikleri ülkelerin halkı ile samimi dostluklar kurabilen ilk işçiler, tüm yabancılık ve farklılıklarına rağmen yaşadıkları ülkelerin insanından saygı ve takdir görmüşler.

Aradan yarım asırdan fazla bir zaman geçti. Daha sonraki kuşakların büyük bölümü Avrupa’da doğup büyüdü. Ancak ilk Türk işçilerin anlattığı dostluk öykülerinin yerinde şimdi yeller esiyor.

Yarım asırlık birlikte yaşama tecrübesine rağmen göçmen kökenli vatandaşlar ile kıtanın yerleşik halkları arasındaki duvarlar neden gittikçe kalınlaşıyor?

Daha da önemlisi ırkçılık ve aşırı sağ neden sinsi bir kanser gibi toplumsal barışımızı yiyip bitiriyor?

Dinî, etnik ve siyasal ayrışmayı bertaraf etmek; cinsiyet ayrımcılığının önünü almak için gerekli tüm yasal tedbirler alınırken, gerek hükûmetler gerekse sivil toplum ırkçılık ve aşırı sağ oluşumlarla mücadele adına gereken hassasiyeti gösteriyor.

Ancak tüm bu önlemlere rağmen Avrupa’da ırkçılık ve aşır sağ akımlar dipten yüzeye yayılan bir dalga hâlinde güçleniyor. Sorun göçmenlerin zamanla kendi yaşamsal alanlarını oluşturup ‘paralel’ bir toplum inşa etmelerinde mi? Yoksa gerçek neden son yıllarda yaşanan yoğun mülteci akını mı?

Kanımca Avrupa’da aşırı sağ ırkçı akımların güçlenmesinin, göçmenler ile yerleşik halklar arasındaki birlikte yaşama zeminindeki aşınmanın esas nedeni son yirmi yıldır Avrupa’ya ayak basan radikal İslamcılık.

Kendi içinde farklı ideolojik formasyonları barındıran radikal İslamcılık Avrupa’da aşırı sağ ve ırkçılığın güçlenmesinde kontr(a)prodüktif bir rol üstleniyor. Ve radikal İslamcılığın dolaylı olarak beslediği bu ırkçılık toplumsal tabanda karşılık bulan, toplumun kılcallarına sirayet eden bir görüngü.

Sorun sadece niyetlerini ve dünya görüşlerini alenen dile getiren, zaman zaman şiddete başvuran ırkçılardan ibaret değil. Görünürde demokratik bir dünya görüşüne sahipmiş gibi davranan; muhafazakâr, liberal hatta sol siyasal retoriklerin ardına gizlenmiş ırkçılık da oldukça tehlikeli. Özellikle aşırı sağ siyasal partilerin yıldızını parlatan bu ırkçılığın kendini tanımladığı, reaksiyon gösterdiği, mücadele zemini kazandığı karşıt akım da radikal İslamcılık.

Farklı tonlarda ve aktörlerle karşımıza çıkan radikal İslamcılığın aşırı ucunda terörü bir mücadele şekli olarak benimseyen kanlı örgütler bulunurken; diğer ucunda terör saldırılarını görünürde kınayıp gerçekte meşru gören, saldırgan bir tebliğ anlayışını, ayrıştırıcı dinî kimliği önceleyen bir yaklaşım var. Ve bu yaklaşım canlı bomba olarak masum insanları ölüme sürükleyen teröristler kadar Avrupa’da ırkçılığın güçlenmesine neden oluyor.

Avrupa’daki aşırı sağ ırkçı kesim radikal İslamcıların şiddet odaklı eylem ve söylemleri üzerinden toplumsal zemin kazanırken; radikal İslamcılar da aşır sağın ayrıştırıcı, ötekileştirici pratik ve retoriğinden besleniyor. Her iki akım da Avrupa’daki çoğulcu demokrasiyi hedef tahtasına yerleştirirken, beslendikleri toplumsal kesimleri daha da radikalleştirmenin uğraşını veriyor.