Depremzedeler zararları için idareye tazminat davası açmalılar

6 Şubat 2023 tarihinde deprem felaketi yaşanmış ve 11 ilimizi derinden etkileyip can ve mal kaybına sebep olmuştur. İlk etapta bu 11 ilimiz afet bölgesi ilan edilmiş iken daha sonra bu illere 6 ilimiz ve bir ilçemizde eklenmiştir.

AVUKAT ŞERİF YILMAZ 17 Temmuz 2023 YAZARLAR

Evet, deprem insanın elinde olmayan doğal bir afettir. Kısacası insanın kendisinden kaynaklanmayan siyasi, fiziksel, çevresel, sosyal ve mali sonuçları olan dışsal bir olgudur.

Bu haftaki köşe yazımızda dışsallık özelliği olan deprem felaketi sonucu insanlarımızın can ve mal kaybından dolayı idarenin yani devletin vatandaşa karşı uğranılan zararlar sebebiyle maddi ve manevi tazminat sorumluluğu olup olmadığını, varsa hangi şartlarla ve nasıl dava açılması gerektiğini izah etmeye çalışacağız.

Çünkü idarenin sorumluluğu varsa ancak depremzede meydana gelen maddi zararlarının, ölen varsa mirasçılarının destekten yoksun kalma zararının, yaralananlar veya engelli hale düşenler iş göremezlik ve iş kaybı zararlarının tazminini isteyebilecektir.

Konuyu izah etmeden önce aşağıda izah edeceklerimizin daha anlaşılması için Türkiye açısından deprem gerçeğinin boyutlarını resmi kaynaklara dayanarak istatistiki olarak ortaya koymada fayda olacaktır.

AFAD verilerine göre 2022 yılında 20 bin 277 deprem kaydedilmişken 2023 yılının sadece ilk 6 ayında 52 bin 993 deprem kayıtlara girmiştir. 2023 yılında daha hiç deprem meydan gelmeyeceğini kabul etsek bile bu bir önceki yıla göre yaklaşık % 161 artış demektir. 6 Şubat 2023 depremini bir tarafa bıraksak ve 2020 yılındaki verilere göre baksak bile Türkiye genelinde büyüklüğü 4 ve üzerinde 322 deprem meydana gelmiştir. AFAD’ın hazırladığı deprem bölgeleri haritasına göre ise Türkiye’nin % 92’si deprem bölgesinde, nüfusun % 95’i deprem tehlikesi altında, büyük sanayi merkezlerinin % 98’i ve barajlarımızın % 93’ü deprem bölgesinde kalıyor. Bunun anlamı Türkiye bir deprem ülkesidir ve buna karşı hazırlıklı olmak zorundadır.

İdarenin (devletin) sorumluluğunun hukuki kaynağı nedir?

İdarenin sorumluluğunun hukuki dayanağı doğrudan 1982 Anayasamızdır. Anayasanın 125. maddesi gereğince “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” ve “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” Yine Anayasamızın 40. maddesine göre “Kişinin, Resmî görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” Bir diğer dayanak ise Anayasamızın 126. maddesi gereğince “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”

Görüldüğü gibi devlet idarelerinin sorumlulukları neticesi tazminat yükümlülüğü tamamen Anayasamızdan kaynaklanmaktadır.

Peki neden devlet idareleri zarardan sorumludur?
Çünkü kamu hizmetlerini yerine getirmekle yükümlü olan idarelerin, kuruluş, işleyiş ve etkinliklerinde görülen; eksiklik, hata, aksaklık, düzensizlik, boşluk ve bozukluk olarak tanımladığımız kusuru idarenin sorumluluk nedeni olarak kabul edilmekte, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi gibi haller de hizmet kusuru olarak kabul edilmekte.
Devlet yapısı içindeki her bir idarenin görev tanımları ve işleyişi ayrı yarı düzenlendiğinden her bir devlet idaresinin kusuru ve tazminattan sorumluluğu da ayrı ayrıdır. Bu nedenle hangi kamu kurumunun görev alanına giriyorsa depremzedelerin o idarelerin hepsine aynı anda dava açması gerekiyor.

Örneğin imar planı yapma, yapı ruhsatı verme, yapıları imar mevzuatına göre denetleme belediyelerin ve büyükşehir olmayan yerlerde valiliklerin yetki ve sorumluluğundadır. O halde hem belediyeye karşı hem de valiliğe karşı dava açılmalı. Yine örneğin bir depremzede Sağlık Bakanlığına bağlı bir hastanede tedavi görürken bedensel bir zarara uğramış ise veya miras bırakanı vefat etmiş ise diğerlerinin yanında Sağlık Bakanlığına, bir askeri kışlada iken depremde vefat eden varsa mirasçıları Milli Savunma Bakanlığına karşı da dava açmalılar.

İdare bu sorumluluktan kurtulabilir mi?

İdarelerin sorumluğu hizmet kusuru sebebiyledir. Kamu idareleri hizmet kusurları sebebiyle oluşacak zararın tazmin sorumluluğundan ancak yaptığı idari işlem veya eylem veya yapmadığı, ihmal ettiği, eksik veya geç verdiği hizmet ile oluşan zarar arasındaki illiyet bağının kopması ile kurtulabilir. Veya sorumluluğu azalabilir. Bunlar genellikle beklenmeyen bir hal olması, zarar görenin kusuru, üçüncü kişinin kusuru ve mücbir sebeptir.

Burada depremzedelerin açacakları tazminat (ki, biz buna idari yargıda tam yargı davaları diyoruz) davalarında özellikle devlet idaresi “Deprem mücbir sebeptir” deyip tazminat sorumluluğundan kurtulmak isteyecektir.

Gerçekten deprem mücbir sebeptir. Hatta Danıştay 80’li 90’lı yıllarda verdiği içtihatlarında depremi mücbir sebep kabul etmiş ve idarenin tazminattan sorumlu olmadığına karar vermiştir. Lâkin özellikle 1999 Marmara depreminden sonra bu konuda Danıştay’ın görüşü değişmiştir. Danıştay sonraki bir çok kararında idareyi depremi tazminat sorumluluğundan kurtaracak mücbir sebep olarak kabul etmekle birlikte her olayı kendi şartlarına göre değerlendirip depremi mücbir sebep şartları oluşmadığından idareyi tazminatla sorumlu tutmaktadır.

Gerçekten de hem Danıştay hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında depremin mücbir sebep olarak kabul edilebilmesi için dışsallık, öngörülemezlik ve önlenemezlik şartlarının birlikte olması gerekiyor. Bu şartlardan dışsallık şartı yani depremin insandan değil de doğadan kaynaklandığı göz önüne alındığında yerine geliyor.

Ancak Türkiye için yukarıda verdiğimiz resmi verilere ve tarihi sürece baktığımızda depremin öngörülemez olduğu söylenemez. Özellikle gelişen teknolojinin geldiği nokta, devlet organlarının elindeki mali, teknik imkanlar ve uzman personel nazara alındığında depremin nerede, hangi şiddette olacağı ne kadar zarar verme ihtimali olduğu önceden tespit edilebiliyor.

Önlenemezlik şartı açısından baktığımızda ise ülkemiz, jeolojik ve topoğrafik yapısı nedeniyle büyük can ve mal kayıplarına yol açan deprem felaketleriyle sık sık karşılaşan ülkelerin başında geliyor. Afetlerin önlenmesi ve zararların azaltılması amacıyla alınması gereken tedbirleri araştırmak, bu konudaki temel hedef ve politikaları belirlemek, ülke içindeki bilimsel, teknik ve idari çalışmaları koordine etmek, ortak sonuçları tüzük, yönetmelik, talimat ve eğitim yoluyla uygulamaya aktarmak ve denetlemek, afet zararlarının azaltılması amacıyla ulusal ve uluslararası işbirliği, proje ve programları oluşturmak, elde edilen sonuçları uygulamaya aktarmak, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı veya ikamet için yasaklanmış afet bölgelerini tespit ve ilan etmek, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini ve projelendirme esaslarını tespit etmek, depremleri ve etkilerini incelemek, elde edilen sonuçlara göre deprem katalogları ve ülkenin deprem haritalarını hazırlamak ve geliştirmek ve depremlerden dolayı hasar görmüş yapıların takviye ve onarım yöntemleriyle ilgili çalışmalar yapma devletin yetki, görev ve sorumlulukları arasında bulunmaktadır. Deprem olgusunun doğal bir olay olarak ortaya çıkmasının yanında, idarece gerçekleştirilecek uygulamalarla doğabilecek zararların önlenmesi hatta ortadan kaldırılması mümkün. (Danıştay 10. Dairesi 30.05.2007 günlü 2005/1195 E., 2007/3123 K. sayılı içtihadı)

O halde 1999 depreminden sonra Türkiye’de birçok kanun, yönetmelik ve depremler sonucu meydana gelecek zararları en aza indirecek birçok hukuki düzenleme çıkarılmış olmasına ve ülke genelinde büyük bir kentsel dönüşümün zorunlu olduğu bizzat devlet ve kurumlar tarafından dile getirilmesine ve bilimsel olarak deprem fay hatlarının, deprem bölgelerinin kesin bir şekilde belirli olmasına rağmen, 6 Şubat 2023 tarihli depremden önce gerekli önlemleri almayan, ilgili projeleri hayata geçirmeyen, yeni yapıların inşası sırasında denetim ve kontrol görevini ihmali olarak yerine getirmeyen, riskli alanları ve riski yapıları tespit ederek yıkmayan sorumlu idareler, “Ya bu asrın felaketiydi, ilk defa bir Hollanda ülkesi büyüklüğünde ve 13,5 milyon nüfus etkileyen böylesi bir depremi kimse öngöremez ve önleyemezdi” deyip 6 Şubat depreminin neden olduğu büyük yıkımın ve can kayıplarının mücbir sebepten kaynaklandığını iddia edemez.

Unutulmamalı ki, 6 Şubat depreminde yıkılan, ağır hasar alan yapılar olduğu gibi devletin çıkarttığı mevzuata göre idarece denetlenen ve ona göre depreme dayanıklı yapılan yapılar zarar görmemiş veya az zarar görmüş, mal ve can kaybına sebebiyet vermemiştir.

Kısacası Anayasa ve hukukumuza göre idarelerin meydana gelen deprem felaketi sebebiyle hizmet kusur sorumluluğu vardır ve vatandaşın da kusuru nazara alınarak depremzedenin maddi ve manevi zararını ödemek zorundadır.

Bu davayı sadece malik olan hak sahibi mi açabilir?

Hayır. Bu davaları deprem felaketinden zarar gören herkes açabilir. İster binası, işyeri zarar görmüş mülk sahibi ister kiracı ister misafir ister mirasçı olsun herkes açabilir. Ancak herkes durumuna göre sadece uğradığı zararı isteyebilir.

Dava açmak için bir süre var mı?

Evet. İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesi gereğince depremin meydana geldiği 6 Şubat 2023 tarihinden veya zararın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde öncelikle sorumlu idarelerden yazılı olarak tazminat talebinde bulunmak gerekiyor. Bu başvuru için her hâlükârda süre 5 yıl geçmekle yani 6 Şubat 2028 tarihinde bitiyor.

İdare yapılan yazılı başvuruyu reddeder ve depremzedeye tebliğ ederse bu tarihten itibaren 60 gün içerisinde, yazılı başvuruya 30 günlük kanuni sürede cevap vermez ise 30 günün bittiği tarihi takip eden günden itibaren yine 60 gün içerisinde yetkili idare mahkemesine dava açılması gerekiyor.

Yapı kayıt belgesi alınan yapılar için de bu dava açılabilir mi?

7143 Sayılı Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 6. madde eklenmiştir. Kamuoyunda “imar barışı” olarak bilinen düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemeyle 31.12.2017 tarihinden önce yapılmış olan imar mevzuatına aykırılık teşkil eden yapılara, yapı sahiplerinin başvuruları üzerine yapı kayıt belgesi verilmesi öngörülmüştür. Yani süresinde başvurup yapı kayıt belgesi alanların ruhsatsız, ruhsat ve eklerine aykırı veya imar mevzuatına aykırı yapılarının mevcut hali ile belediye ve kamu hizmetlerinden faydalanmalarının önü açılmıştır.

Ancak bu düzenlemede yapı kayıt belgesi verilen yapının depreme dayanıklılığı hususunun malikin sorumluluğunda olduğu hükme bağlanmıştır. Vatandaş da başvurusunda bunu kabul ettiğini beyan etmiştir.

İşte bu durumda 6 Şubat depreminde yapı kayıt belgesi alan depremzede kanundaki bu hüküm dolayısıyla idarenin kusurundan dolayı maddi ve manevi tazminat davası açamayacak mı? Bu kanun hükmü bu yapılar için idarelerin sorumluluğunu ortadan kaldıracak mı?

Kanaatimize göre “yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır.” düzenlemesi Anayasamızın 125. maddesine aykırıdır. Zira bu şekilde yasama organınca idareyi sorumluluktan kurtarma ve onun eylem ve işlemlerinin yargı yolu ile denetlenmesinin engellenmesi söz konusudur. Oysa Anayasanın 125. maddesi gereğince “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” ve “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” Zira Anayasa Mahkemesi idareyi sorumluluktan ve tazminat ödemekten kurtarmaya yönelik 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun 26. maddesindeki benzer bir düzenlemeyi Anayasanın 125. maddesine aykırı bulmuştur.

Bu nedenle kanaatimizce ruhsatsız veya ruhsata aykırı yapıları için yapı kayıt belgesi alan mal sahipleri de 6 Şubat depreminden dolayı kusurlu ve sorumlu idarelere karşı tam yargı yani maddi ve manevi tazminat davası açabilirler.

Dava masrafları için paramız yoksa nasıl olacak?

Bu da sorun değil. Zira Marmara depreminden hemen sonra kabul edilen 29.02.2000 tarihli Doğal Afet Bölgelerinde Afetten Kaynaklanan Hukuki Uyuşmazlıkların Çözümüne ve Bazı İşlemlerin Kolaylaştırılmasına İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabulü Hakkındaki 4539 sayılı Kanun’un 3. maddesi gereğince tazminat davası açan depremzedeler talepte bulunmaları halinde adli müzaheretten yani adli yardımdan faydalanabilirler. Depremzedenin afetzede olduğunu beyan ve ispat etmesi halinde adli yardımdan faydalanmak için ayrıca kendisinden 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 334 ve 336. maddeleri gereğince delil göstermesi ve muhtaçlık belgelerini ibraz etmesi istenmez. Kısacası bu durumda dava masraflarını devlet öder, depremzede herhangi bir masraf ödemez.