Kendi hayatlarımız adına başkalarının bize çizmiş oldukları sınırlar dahilinde, onların izinleri kadar yaşıyoruz.
Kendi hayatlarımız adına başkalarının bize çizmiş oldukları sınırlar dahilinde, onların izinleri kadar yaşıyoruz. Onlar ne kadarına onay verirse o kadar doğru ve o kadar yanlış yapıyoruz. Kendi doğrularımız ve yanlışlarımız adına genel kabul gören kurallarla hareket ediyoruz. Ediyoruz ve bunları kendi kurallarımız olarak biliyoruz. Değil.
Bunlar bizlerin kuralları değil.
Dolayısıyla kendi doğrularımız değil.
Başkalarının bizler için ön gördükleridir. Böyle olunca da bizlere ait olan yaşamı başkaları için yaşamış oluyoruz.
Önce anne-babamız için, sonra eşimiz için, sonra çocuklarımız için yaşıyoruz. Ulusumuz, devletimiz, dinimiz, grubumuz için yaşıyoruz.
Ya biz?
Biz ne zaman kendimiz için yaşadık, yaşayacağız?
Bizi yaşamak bencillik, kötü. Ama diğerleri için ölmek, öldürmek, fedakarlıkta bulunmak, emek ve zahmet çekmek makbul olanı. Bu tuhaf ve yamuk bir durum değil midir? Garip ve tuhaflığın farkında olup buna isyan edene, en hafif tabirle yoldan çıkmış olarak bakıyorlar. Belki de zindanlar, ceza kanunları, korku fantezileri bunun için vardır. Bu manada düşünsel ve duygusal bir başkaldırı geliştirmek gerekiyor.
Bu anarşizm değildir, bu değerlere saygısızlık veya ana-baba hakkına karşı nankörlük değildir. Bu daha çok Hakk’ın insana bahşetmiş olduğu özgürlüğü aklın, duygunun ve vicdanın sesini dinleyerek kullanmasıdır. Her kim olursa olsun yaptığı yanlışı dile getirmek ve onun kurallarına göre yaşamak istemediğini dile getirmektir.
İnsanın kendi istediği şekilde yaşaması en tabi hakkı değil midir?
Başkalarının doğrularındansa kendi yanlışları ile hayatı yaşamak her isteyenin hakkıdır. Kimseye zarar vermeden istediği şekilde bir yaşamı yaşamak, inandığı tarzda ve değerlerle yaşamını ikame etmesi, insani haktır. Hakk bile insanlara bu seçeneği sunmuşken başkalarının geçerliliği kısa sürede yitecek olan kuralara insanları hapsetmesi doğru değildir.