Bir mektup

İnsan, kendisine dokunmadan kılını bile kıpırdatmıyor. Müsbet manada da menfi manada da bu kriter geçerli. İstisnası mutlaka vardır.

SEDAT İLHAN 08 Kasım 2025 YAZARLAR

Yaşanan her ne olursa olsun — savaşlar, musibetler… — tavır değişmiyor. Söylemlerde de böyle. Milyonlarca farklı düşünce ve gayret olduğu bilinir. Buna rağmen birisine bir şey söylediğimde, niyetimin ne olduğuna bakılmadan, sanki ilk kez duyuyor gibi, ben sussam tüm savaşlar bitiverecek, bütün açlar doyuverecek, hastalar iyileşiverecek, âşıklar kavuşuverecek, anneler ağlamayacak, çocuklar annesiz kalmayacak ve bütün bu acılar bir daha hiç gündeme gelmeyecekmiş gibi üzerime gelindiğini gördüm, defalarca.

Tabii ki, tüm yanlışları doğrulamaya ya da doğruları kendimize mal etmeye çalışmamız mümkün değil. Ancak inandıklarımızı gerçeklemek üzere gayret etmek, kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Tüm insanlar karşımıza dizilmişler de onlara neyin, nasıl olması gerektiğini anlatıyoruz gibi yaşayabiliriz hayatımızı. Bunu gerçekleyenler vardır mutlaka. İnanıyorum, inanmak istiyorum.

Bu mektubu yazıyorum, çünkü hayatıma dokunuyorsunuz. İnsanlara birlikte öğrenebilecekleri özgür bir ortam sunuyorsunuz; tüm farklılıklara açık. Sizi tebrik ediyorum. Bunun sizin yanınızdaki anlamını bilemem. Eğer düşüncelerimi hayata geçirebilirsem, sevenlerimi de sövenlerimi de aynı görme noktasındayım şu anda. Tabii ki birçok kişi tarafından onaylandığımda tavrımın değişmeyeceğinden emin olamam.

Çünkü tekerlek tümsekte kaldığında, ne yazık ki yanımızda dostlarımızı bulamıyoruz. Tümsek aşıldığında ise düşman kalmıyor. Alkışlar, alkışlar, alkışlar… Eller çatlayana kadar!

Sizi, hayatıma dokunduğunuz için tebrik ediyorum. Sadece benim değil, Türkiye, bölge halkları ve dünya insanlarının hayatlarına dokunuyorsunuz. Tarih, sizden ve oluşumunuzdan büyük harflerle bahsedecektir. Yazanı ile okuyanı bir araya getiriyorsunuz. Yazmak isteyene deneme fırsatı veriyorsunuz. TV, radyo çalışmalarına başladınız. Şarkı, türkü söyleyebilmek çok harika bir şey. İnsanın kendi sesini duyma cesareti olması, duyabilmesi muhteşem. Çalışmalarınızın ilerleyen zamanlarda farklı alanlarda da devam edeceğini düşünmekteyim: tiyatro, resim, el sanatları vb. Belki de insanı ilgilendiren her konu…

Sizinle tartışmak, hatta kavga etmek isterdim. İç dünyalarımızın derinliklerine inebilmek, tecrübelerimizi görebilmek, öğrenebilmek için tanışmak yeterli olmuyor. Birkaç saatlik birliktelik insanları tanımaya yetmiyor; çünkü genelde olması gerekeni söyleyebiliyoruz. Bu nedenle söylemlerinizi destekleyen tercihlerinizi görmek ve kopyalamak üzere, hayatınızın her aşamasında bir gölge gibi sizi takip etmek isterdim: gece, gündüz, olmadık yer ve zamanda, özel hayatınız dâhil…

Gerçi şöyle bir şey de var ki; tecrübeler, erdem, bilgelik taklit ya da kitaplardan öğrenilemiyor. Pek çok kanaat önderinin, âlimin öğrencisini bilemiyoruz. Nasip diyelim. Ama kendi imkânlarım buna müsait olsaydı, sizden bu konuda ricacı olurdum. Kırmayacağınızı da düşünmekteyim.

Sizinki gibi bir grubum olsun isterdim. Burada duraksadım şimdi. İstememiz gereken şey, grubu yönetebilmek mi yoksa düşünce dünyamızı bir grubu yönetebilecek kadar genişletebilmek mi olmalı? Veya konuya şöyle yaklaşalım: Ortada farklılıklara açık olan bir ortam var ve benim hâlâ arayışım sürmekte. Demektir ki, düşünce dünyam farklılıklara yeterince açık değil.

Belki de öncelikle farklılıkları kendi içimde yok etmeliyim. Her ne kadar farklılıkları fark görmemeyi ilke olarak edinsem de, farklılıklarıyla ön plana çıkanları da sadece bir fark olarak görüp onları da kendi içimde eritebilmeliyim. Uğraşıyorum, hem de kendime rağmen. Girebildiğim ortamlara giriyorum. Henüz postu çizdirmedim ama ilerleme olacağına inansam yapabilirim. İçebilirim, kusuncaya kadar hem de. Sonra… yapabilirim.

Farklılıkları fark görmemek… Bunu sağlayabilmek için, ülkem başta olmak üzere tüm dünyayı dolaşmalıyım belki de. Hapishaneleri, hastaneleri, tımarhaneleri, mezarlıkları, genelevleri, pavyonları… Seks objesi hâline getirilen erkek veya kız çocuklarının duygularını hissetmeliyim. Farelerle dolu mabette kalmalıyım bir süre. Kazanın içine oturarak çorba sunan adamın ellerinden doyurmalıyım karnımı. Bir şarkı duyduğunda hemencecik oynamaya hazır, mutlu mesut yaşayan insanlarla birlikte geçirmeliyim birkaç ayımı. Veya teknolojiye arkasını dönerek doğal yaşayanlarla. Evsizlerin arasında, onlarla birlikte çarpmasa yüreğim, eksik kalır erdemim. Paraya para demeyenleri de unutmamalı. Ne derler ki onlar paraya? Herkesin bir bedeli olduğunu düşünenler… Gerçekten doğru mudur bu?

Veya bir balık olup Japonya’nın kanalizasyonlarında dolaşmak… Kuzey Kore’nin arka sokaklarında kaldırım taşlarını saymak… Bu mümkün olabilir mi, emin değilim. Amerika, Amerika… Özgürlüğün ülkesi. Ne yapsam ayıplarlar orada beni? Denemeliyim.

Çünkü farkı fark ettiğimizde tılsım bozuluyor. Ve ilerlemek, gelişmek, genişlemek, hedefleneni gerçeklemek mümkün olmuyor artık.

Çok mu abartıyorum? Neyi yanlış yapıyorum?