Bir teoriye, görüşe, analize göre insanlığın gelişim tarihi ve dünyanın (kainatın) hesabı, ölçüleri kabaca şöyle yapılıyor:
İnsan, 130 bin yıllık bir geçmişe sahip ( daha öncesine gittiğimizde ise kabaca beş milyon yıla giden bir geçmişe sahip).
Dünyanın tarihi 4.5 milyar yıla uzanıyor.
Tarımın tarihi 10 bin sene olarak tahmin ediliyor.
Yazılı metinlerin geçmişi MÖ. 3500 yıllarında Sümerlerin kil tabakalarının üzerine kazıdıkları çivi yazılarına dayanıyor.
Dünyanın çapı 12.750 km.
Güneşin çapı 1 milyon 380 bin km ve güneşin dünyaya uzaklığı 150 milyon km.
Güneş sisteminin çapı 15 trilyon km veya 1.5 ışık yılı.
Samanyolu’nun merkezine uzaklığı 30 ışık yılı.
Samanyolu galaksisinin çapı 100 bin ışık yılı.
Samanyolu’na en yakın galaksi olan Andromeda’nın uzaklığı 2 milyon ışık yılı ve evrenin çapı ( şu ana kadar bilim insanlarının görebildiği en uzak gök cismi esas alınarak) 20 milyar ışık yılı olarak hesaplanıyor.
Böylesine bir büyüklükte ve böylesi büyük bir evren gerçekliğiyle kıyaslandığında toz zerresi kadar küçük olan bir dünyada insanın konumu nedir?
İnsan neden var?
Yaşam nasıl oluştu ve neden son buluyor?
Ruh (can) beden ilişkisini (bütünlüğünü-ayrılığını) nasıl yorumlamak, anlamak gerekiyor?
Doğadaki yaşam mücadelesi neye tekabül ediyor?
Tüm bu sonsuzluk içinde ölüm bir son mudur?
Beden öldüğünde aslına geri mi dönüyor yoksa başkalaşım beden gibi tüm maddi varlıklar içinde geçerli midir?
Ve daha benzer yığınla sorunun yanı sıra Alevilik inancı bütün bunlara nasıl bir cevap getiriyor ve insanın ontolojik sorunlarına nasıl çözümler getirip hayatın anlamlanmasına katkı sağlıyor?
Bu noktadan hareketle Tanrı’nın (Allah’ın) bu sonsuz evrendeki toz zerresi büyüklüğündeki dünyada tozdan daha küçük bir varlık olan insanın gündelik hayatına etkisi ne kadardır?
Veya bu evren-dünya-insan ve tüm bunlar karşısındaki Allah insan ilişkisini hangi duyu ve akıl ile izah etmek gerekiyor?
Ve yine tüm bunlarla bağlantılı olarak ibadeti, ikrarı, inancı, ötelere dair tasavvurları ve daha benzer düşünce ve davranışları, ilke ve kuralları nasıl anlamak gerekiyor?
Alevilik inancı yaşamın sevgi üzerine oluştuğunu temel alan bir inançtır.
Evrenin, dünyanın, insanın ve cümle varlığın sevgiden dolayı meydana geldiğini, zuhur ettiğini esas alan ve varoluşu bu şekilde açıklayan bir inançtır Alevilik.
Hiç bir şey yoktan var olmadı.
Her şey vardan var oldu ve var olmaya da devam ediyor.
Hiç bir şey yok olmuyor.
Başkalaşıyor ve aslına geri dönüyor.
Bu her şey için geçerlidir, bu her şeye canda (ruh) dahildir.
İnsan var olan cümle varlık içinde en değerli olan varlıktır (Eşref-i Mahluk).
İnsanın değeri, Hakkın yer yüzündeki halifesi olması sebebiyledir.
İnsan özel ve değerlidir, fakat bu özel ve değerli olmak insanın doğa ve diğer canlılar üzerinden tahakkümü şeklinde değildir.
İnsan bu özel ve değerli olma halinin bilincinde olup kendisini bilmek ve cümle varlıkla barış içerisinde yaşamakla da yükümlüdür.
Bu da ancak kemaletle mümkün olur, kemalet ise Dört Kapı Kırk Makam öğretisi ile elde edilir.
Evren, dünya ve yaşam niye var?
Allah bilinmek istedi ve tüm bunlar böylece oluşmaya başladı.
Küntü Kenz: “Ben gizli bir hazineydim ve bilinmek istedim”.
Evrende ve dünyada her şey bir denge üzerinde devrini tamamlıyor.
Bunun tek istisnası insandır.
İnsanı hem özel kılan ve hemde diğer varlıkların aşağısında bir değere kadar götürende bu istisnai durumdur.
İnsan hem Tanrısal sırlara ve yaşamın tüm özüne sahip olabildiği gibi, yapmış olduğu yanlışlarla da hayvanlardan daha kötü bir konuma da düşebiliyor.
Dünyamız ve insan şu sonsuz kainatta dikkate değer bir görünüm arz etmiyor olabilir.
Diğer yandan Şah-ı Merdan buyurmuştur ki; “sen kendini küçük bir varlık sanıyorsun, oysa cümle alem sende gizlidir”.
İnsan kendisini bilirse bize sonsuz gelen kainat insan için bir noktadır, kendini bilmezse insan toz zerresi değerinde bir nokta bile değildir.
Demek ki inancımızın temelinde kendini bilmek var.
Kendini bilmek ise ibadetle, akılla, ilimle, bilgiyle, sezgiyle, sevgiyle ve aşk hali ile mümkündür ancak.
İnanç tüm bunların toplamı değil midir?
İbadette maksat bu değil midir?
Şu sonsuz evreni var eden varlığın biz mikroskop ile dahi bakıldığında görülmeyecek kadar küçük olan varlıkların ibadetine ihtiyacı olabilir mi?
Elbette ki olamaz.
İbadet kemalete götürmesi ve toplumsal düzenin sağlanması ile en çok bize lazım gelendir.
Üzerinde durulması gereken bir noktada Allah tanımlamasıdır.
Bizler Allah (Hakk) diyoruz, her toplululuk başka başka adlarla ifade etse de özünde cümle kainatın var olmasını dolayısıyla bizlerinde yaşamasını sağlayana Allah diyoruz.
Her ne kadar bu konuda aşama kaydedilmiş olsa da hala Allah’ı gökyüzünde oturan ak sakallı bir yaşlı kişi olarak algılayan çokça zihin var.
Allah’ı somut bir varlık olarak algılama ve ona göre bir üslup ve davranış, yer yer dua ve yakarış hala insanlarda var.
Oysa Allah’ı böyle somut bir varlık olarak algılamak Allah’ı bir noktada (iyi niyetli olsa dahi) inkar etmektir.
Allah, somut insan tasavvuru ile tanımlamak doğru bir yaklaşım değil.
Bu anlaşıldığında belki insan bu sonsuz evrendeki konumuna ve yaratıcı Allah algısına daha doğru bir şekilde ulaşabilir.
Tüm bunlara ilaveten şunları söyleyebiliriz.
Evren ne kadar sonsuz olursa olsun, hatta başka evrenler olsun, paralel evrenlerde veya başka şekilde yine yaşam formları olsun.
Bütün bunların olması bazı temel ilkeleri değiştirmiyor.
Gelişmeye devam edecek insan.
Asıl gelişme ise insanın kendisi bilmesidir.
İnsanın kendini bilmesi gelişmelerin bir nokta zirvesidir.
Bizler varız, yaşıyoruz.
Hayatımıza anlam ve mana katmak istiyoruz.
Yaşadığımız her anı verimli ve dolu dolu yaşamak istiyoruz.
Bunun için bize lazım gelen sevgi eksenli bir bakış açısına ve uygulamasına sahip olmamızdır.
‘Sevgi her şeyin çaresi’ gibi bir klişe değil bu.
Fakat sevgi esas olmak ile beraber akıl, ilim, ikrar ve ibadette diğer boyutlardır.
Şöyle bir anlaşılma ve genel kabul var: doğada güçlü olan kazanır.
Bu bazı durumlarda doğru olmakla beraber her zaman için doğru değildir ve güçlü olmak göreceli bir kavramdır.
Eğer güçlülükten kasıt başka insanları sömürmek ve ezmekse ve böylece iktidar sahibi olmaksa, biz böyle bir güçlü olmaktansa güçsüz ve mazlum olmayı yeğleriz.
İnancımıza göre daha cümle kainat oluşmadan, yani Big Bang olmadan bizler ruh olarak mevcut idik.
Big Bang oldu, evren genişledi, dünya soğudu ve yaşam filizlendi ve bizler bedenlesin akıl ve bilgi sahibi olarak yaşamaya başladık.
Bunu biliyor olmak ve bu doğrultuda aşk ve tutkuyla, her nefes alış verişi mucize kabul ederek yaşamak…
Böylece bedensel olarak aslımıza geri dönüş ile beraber can olarak ta geldiğimiz kaynağa geri dönmek…
Yani bilerek ve bilinerek, razı olarak ve razı edilerek.
Ontolojik sorunları olanlara cevap budur nazarımızca.