Yukarıda Allah var!

Sonbaharla birlikte iyice tenhalaşan yazlık beldemiz, güneşli fakat rüzgârlı geçen kış günlerinin ardından baharla birlikte yeniden hayata uyanırdı. İlkin yazın yiyecekleri biber, domates gibi sebzeleri bahçelerine eken yazlık sahipleri gelir; ardından İstanbul’dan kaçmak için fırsat kollayan emekliler akın akın beldemizin yolunu tutardı. Tabii gelenler bir şekilde benim kahvehaneye uğrar, fiyatına yaptığım yıllık zammı protesto ede

DR. ÜNAL BİLİR 29 Eylül 2019 ÜST KUŞAK MANŞET

Sonbaharla birlikte iyice tenhalaşan yazlık beldemiz, güneşli fakat rüzgârlı geçen kış günlerinin ardından baharla birlikte yeniden hayata uyanırdı.

İlkin yazın yiyecekleri biber, domates gibi sebzeleri bahçelerine eken yazlık sahipleri gelir; ardından İstanbul’dan kaçmak için fırsat kollayan emekliler akın akın beldemizin yolunu tutardı. Tabii gelenler bir şekilde benim kahvehaneye uğrar, fiyatına yaptığım yıllık zammı protesto ede ede dumanı tüten çaylarını yudumlarlardı.

Denizin bazen uysal bazen de azgın dalgalarla dövdüğü sahilde bulunan kahvem, insanların sadece çay kahve içip tavla oynadığı bir mekân değildi. Sevgililer burada buluşur, kırk yıllık dostluklar da hiç yoktan çıkan kavgalar da ahşap iskemle ve masalarda başlardı.

Gri renkli duvardaki ücretsiz ilanlar kimine ev kimine de kiracı bulurdu. Yedek anahtarlar ‘ne olur ne olmaz’ diye bana bırakılır, gelen ziyaretçilere ‘sahildeki kahvede beklemeleri’ söylenirdi. Kısacası yolu beldemize düşen herkesin hayatı bir gün mutlaka benim kahvehanede kesişirdi. Elbette meraklısının duymak istediği en yeni havadisler, zamanla birer şehir efsanesine dönüşen dedikodular da burada kulaktan kulağa yayılırdı.

İşte cemrenin havaya, suya ve toprağa; ilk müşterilerin de benim kahvehaneye düştüğü böylesi günlerin birinde yazlık beldemize normalde en son teşrif eden sakinlerden biri ansızın çıkageldi. Selami Usta kışları İstanbul’daki bir meyhanede klarnet çalar, yazın sıcak günleriyle birlikte kılıfına koyduğu klarnetini omuzlayarak beldemizde bulunan yazlığına gelir, limandaki balık restoranında çalmaya devam ederdi.

İyi bir müzisyendi Selami Usta. Güçlü şekilde üflediği klarnetinin sesi restoranın yüksek duvarlarını aşarak en ilgisiz kulaklara kadar gelirdi. Tabii ki çoğu sanat erbabı gibi Selami Usta de kafayı çekmeden edemezdi. Öyle ki klarnetinden yükselen içli nağmelerle birlikte berbat bir anason kokusu da havaya karışırdı.

Bu yıl vaktinden çok önce gelen Selami Usta’nın yanında nedense klarneti yoktu. Selamlaşıp kucaklaştıktan sonra kendisine bir ‘hoş geldin çayı’ ikram ettim ve “Hayrola erkencisin” dedim. “Sorma” dedi. “Hiç yoktan başımıza iş açtık”. Ben daha da meraklanınca anlatmaya başladı: Şu aşağıdaki, yeni yapılan oteli biliyorsun. Orada çalışan işçilerden biri çok yakın bir dostumun akrabasıymış. Benim yazlık kışın nasılsa boş duruyor diye, rica etti. Yatıp kalksın diye adama verdim.

“Eee!” dedim. Ne var bunda? ‘Daha ne olsun’ dercesine başını salladı ve anlatmaya devam etti: Ben adama ‘sadece elektrik su parasını ödemesini, başka bir şey istemediğimi’ söyledim.

Meğer adam bencileyin ayyaşın tekiymiş. Her odaya bir elektrik sobası koyup, arkadaşlarıyla beraber sabahlara kadar âlem yapmışlar. Görsen faturalar dağ gibi birikmiş, ama birini bile ödememiş adam. Elektrik kesilince de çekip gitmiş buradan. Kefil olan dostum da mahcup, ama elinden bir şey gelmiyor. Senin anlayacağın bu sorunu çözmeye geldim.

Selami Usta ilk değildi. Benzer sorunlar her yıl yaşanır, konu da her nasılsa benim kahveye yansırdı. Olayın üzerinden daha on gün bile geçmemiş, lise öğretmeni olan kiracısı ile sorun yaşayan Hacı Kâzım da başından geçenleri bana anlatmıştı.

Hacı Kâzım Selami Usta’nın aksine yaz kış beldemizde yaşayan, eşraftan biriydi. Sohbeti oldukça eğlenceli, konuşmaları da espriliydi çoğu kez. Hatta ‘İstesem, ölüyü bile güldürürüm’ diye övünürdü. Sadece camide değil her türlü cemiyet hayatında en önde saf tutardı.

Yıllar geçer, partiler değişirdi; ama Hacı Kâzım beldemizin bağlı olduğu belediye başkanını nedense hep yakından tanırdı. Sözün kısası yazı da gelse tura da gelse, Hacı Kâzım bir şekilde kazanırdı. Anlattığına göre bu kez de öyle olmuş, bilek güreşini yazlıklarından birini kiralayan lise öğretmeni kaybetmişti.

Doğal olarak her şey hacının tatlı dili ve güler yüzü sayesinde dostane başlamış, öğretmen ve ailesi yazlık evde bir yıl güle oynaya oturmuşlardı. Gelgelelim yılın sonunda kiraya yapılacak zam konusunda anlaşmazlık yaşanmıştı.

Öğretmen Bey imzalanan kontrat gereği kiraya enflasyon oranında zam yapılması gerektiğini söylerken Hacı Kâzım ‘rayiç’ diyor, hocadan ya istediği parayı vermesini ya da evi derhal boşaltmasını istiyordu. Lise öğretmeni imzaladıkları sözleşmeyi masaya koyunca, dediğine göre hacı kendini hiç yormamıştı.

Çünkü öğretmen sözleşmede belirtildiği gibi depozito ile birkaç kirayı hacının hesabına havale etmiş, ancak hacının ‘Hoca azıcık maaşını da banka masrafına verme, bundan sonra kirayı denk geldiğinde elden verirsin’ şeklindeki sözlerine kanarak kirayı sonrasında hep elden ödemişti.

Yaşadıkları anlaşmazlık ve tartışmanın akabinde hacının avukatı usturuplu bir mektupla ‘müvekkiline ait meskende oturan kiracının mükerrer sözlü ihtara ve mühlete rağmen toplamda yedi kirayı ödemediğini, işbu nedenle kira akdinin sonlandırıldığını, kiracı belirlenen tarihte evi boşaltmaz ise icra takibi ve tahliye davasının yolda olduğunu’ hatırlatıvermişti. Öğretmen Bey yemin billah ederek ‘kiraları hacıya itimat edip elden ödediğini’ söylüyordu söylemesine, ama hacının avukatı da pek yamandı.

Lise öğretmeni ve ailesi hacının tabiriyle ‘sonunda pabucun pahalı olduğunu anlamış ve evi paşa paşa’ boşaltmışlardı. Hacının düşmanını tepeleyen bir asker edasıyla gelip az ilerideki iskemleye kurulduğu ve bir keyif kahvesi içtiği gün kendisine sordum.

“Hacı Abi” dedim.  Adam kirasını ödemiş, yaptığın yalan söylemek anlamına gelmiyor mu? Gariban sana itimat edip kirayı elden vermiş. Ama sen aranızdaki sözleşmeye rağmen istediğin zammı vermedi diye, adamın üzerine avukatını salıp evden çıkartmışsın. Doğru mu bu?

Hacı kahvesinden bir yudum daha aldı ve hem vicdanını hem de beni şak diye susturacak şu cevabı verdi: Yalansa yalan. Merak etme ben bu hususu sordum. Yalanın keffâreti belli, neyse veririm” dedi.

Vaktim oldukça cumaları hacının ön safta namaz kıldığı camiye ben de giderdim. Ancak ona bu konuda cevap verecek dini bilgim yoktu.

Ben kafamdan bunları geçirirken Selami Usta da çayını bitirmiş, kalkmak üzereydi. Aklıma hacının yaman avukatı geldi. Bu işleri iyi biliyorsa, belki ona da bir yol gösterirdi. “Selami Usta” dedim. Bu adamın senin evde oturduğuna dair bir kanıt veya şahit yok mu? “Var” dedi.  Adam eve kayıt yaptırmış, neden sordun?  “Tamam öyleyse” dedim. Adam madem evine kayıt yaptırmış, paranı almak için neden dava açmıyorsun?

Selami Usta önce güneşin dalgalarla oynaştığı masmavi denize baktı, ardından şunları söyledi: Yukarıda Allah var! Ben evi bu adama kira diye vermedim. Parasız yatıp kalksın diye verdim. Şimdi kıvırtıp, adam evimi kiralamış gibi nasıl mahkemeye gideyim? Bu paranın benden çıkacağı varmış. Sağlık olsun!