Azatlık Şairi Bahtiyar Vahabzade -1

Sovyet hükümeti Azerbaycan’da hakimiyet kuruncaya kadar bu süreç aralıksız olarak devam eder. Bu süreçten sonra ise aydınlar yer yer duygu ve düşüncelerini farklı yollarla ifade ederler. Satır aralarında idare ile ilgili fikirlerini dile getirirler. Sözü edilen eserlerdeki kahramanlar ya başka ülkeden seçilir ya da topluma iletilmek istenilen mesaj sembollerle verilir. Bu yollarlı eserlerinde sık sık

PANORAMA - NEWS 15 Aralık 2017 YAŞAM

Sovyet hükümeti Azerbaycan’da hakimiyet kuruncaya kadar bu süreç aralıksız olarak devam eder. Bu süreçten sonra ise aydınlar yer yer duygu ve düşüncelerini farklı yollarla ifade ederler. Satır aralarında idare ile ilgili fikirlerini dile getirirler. Sözü edilen eserlerdeki kahramanlar ya başka ülkeden seçilir ya da topluma iletilmek istenilen mesaj sembollerle verilir. Bu yollarlı eserlerinde sık sık kullanan aydınlardan birisi de Bahtiyar Vahabzade’dir.

Okul yılları, Azerbaycan’da, Sovyet ordularının hâkim olduğu, hükümetin kendi sistemini topluma kabul ettirmek için sürgünleri, yargısız infazları acımasızca yürürlüğe koyduğu ve birçok insanın geceleri uykusunun kaçtığı bir döneme denk gelir. Sözü edilen süreçte iş başındaki şahıslar birkaç kez değişse de bu coğrafyada estirilen şiddet rüzgârının rengi, aşağı yukarı, hep aynı olur.

Baskıların ve tazyiklerin had safhada olduğu, düşünceye pranga vurulduğu bir devirde şair fikir çilesi çeker. Bundan dolayıdır ki, o, düşüncelerinin önüne taş atıldığını, fikirlerin diri diri başlarda kor olduğunu, emellerinin önündeki kayaları ne kırabildiklerini ne de ortadan kaldırabildiklerini ifade ederken, yürekteki çırpınışları sözler arasına sızdırdıklarını vurgular:

Fikirler önünde atıldı taşlar,

                         Diri diri fikirlere kor oldu başlar.

                          Amal önündeki kaya taşları,

                          Ne götürebildik ne kırabildik.

                          Amma yürekteki çırpınışları,

                          Sözler arasından sızdırabildik.          

Bahtiyar Vahabzade’nin fikirlerin önüne taşların atıldığı, yüreklerdeki çırpınışların satır aralarına sıkıştırdık diye nitelendirdiği dönemde Türkiye’de payını alır. Sözü edilen dönemde Azerbaycan ve Türkiye arasındaki münasebetler kesilir. Türkiye’nin ismi bu ülkede söyletilmez. İnsanlar, Türkiye ile ilgili duygu ve düşüncelerini söyleyemezler. Ülkemizle irtibatı tespit edilenlere en ağır cezalar reva görülür.

Herkes gizli gizli Türkiye’yle ilgili duygularını anlatır. Vahabzade’nin ilkokul öğretmeni de bunlardan birisidir. Vahabzade’nin anlattığına göre ilkokul öğretmeni, derslerde Türk kelimesi geçtiğinde pencereye yaklaşır, arkasını talebelere döner ağlarmış. Öğretmen yüzünü sınıfa döndüğünde, öğrenciler, hocalarının ağladığını anlarlarmış. İlkokul öğretmeni bu yönüyle Vahabzade’nin Türkiye’ye bakış açısını etkileyen önemli şahsiyetlerden birisidir.

Vahabzade, bir dönemde çektikleri sıkıntıları, hatırladığında o günleri  Yanan da Men, Yaman de Men² sözleriyle ifade eder. Burada ben zamirinin tekil değil de çoğul anlamda algılanması gerektiğini belirtir. Sözü edilen dönemde birçok aydının sıkıntı çektiğini ülkesi için yandığını dile getiren şair, onlar, yanmalarına, ülkeleri için çırpınmalarına rağmen yaman kötü olarak damgalandığını dile getirmektedir.

Bir dönemde sistemi yeterince övmediği ve onların fikirlerini can u gönülden benimsemediklerinden, kendi ifadesiyle büyük Rus kardeşlerinin kendilerine empoze etmeye çalıştıkları şanlı geleceğe dudak büktükleri için Vahabzade’ye de yaman yaftası vurulur.  Sözü edilen dönemi şair şu mısralarla dile getirir:

Azatlık, saadet, demokrasi!

                            Bu güzel sözleri dünya alkışlar.

                            Aslında her biri bir oyun,  riya…

                             Benim bu sözlere yazığım gelir

O, esaretin,  diktatörlüğün mengenesinde boğulan ülkesinin dilinde bu tür debdebeli sözlerin söylenmesini ikiyüzlülük ve riyakârlıktan başka bir şeyle izah edilemeyeceğini belirtir. Diktatörlük rejimi altında bu sözlere, insan acımasın da ne yapsın, diye rahatsızlığını dile getirir. Bu ortamda, dil fikri ifade etmesi için değil de fikri gizletmek için kullanılmalıdır der.

Silahı sadece dili olan kalem erbabı insanlar fikirlerini gizletmek için değil, onları halka ulaştırmak için kullandıklarında yaman kötü insan oldular. Ben de her zaman fikirlerimi gizletmediğim için yaman ilan edildim, diyen şair yanmasıyla yamanlığının doğru orantılı olduğuna dikkat çeker.

Totaliter rejimin hüküm sürdüğü bir dönemde şair fikir çilesi çeker. İçini kemiren duygu ve düşünceleri yetkililere ulaştırmak için can atar. Bir gün bu ortamın oluştuğunda yetkili kişinin karşına çıkar. Ülkenin önde gelen idarecisiyle arasında geçen görüşmeyi kendisinden dinleyelim: Hiç yâdımdan çıkmıyor bir defasında yamanlık yangısı, beni, o zaman Merkezi Komitenin birinci kâtibi olan bir eloğlumuzun karşısına çıkarmıştı. Ben de yaman kişi olmak için huzura çıkarıldığımı hissetmiştim.

Ama gitmemek olmazdı, gittim. Işıklı lüks odasında yaklaşık bir saate yakın konuştuk. Ben konuşuyor o dinliyordu. Aylardan beri kalbimi yoran,  ülkedeki başını alıp giden rüşvetten, ana dilimizin ayaklar altına serilmesinden, irili ufaklı bütün dertlerimizden bahsettim. Bir defa olsun sözümü kesmedi. Hiç soru sormadı, sözlerime açıklama da istemedi. Ben de korkusuzca fikirlerimi söylediğim için kendimi çok mutlu hissediyordum. Yüreğimde bir hafifleme hissediyordum. Sözümü bitirdiğimi anlayan ²birinci katip bana ne dese iyi!

-Şair, bunların hepsi bilinen şeyler; ama seni bunları söylemek için kim vazifelendirdi?

Sanki canıma bu sözle ateş düştü, üstümden de bir derya su çiseledi. Ona söyleyecek söz bulamadım. Bulsam ne faydası olacaktı ki? Ülkeden sorumlu birinci şahıs çok basit gerçekleri anlamak istemiyordu. Kapıları şiire, sanata kapalı olduğunu bildiğim bu mekândan ayrılırken aynı zamanda bu kapıların bütün halka kapalı olduğunu da derk ettim.

Yahşı hatılayıram bir eloğlumuzla diye başladığı diğer bir hatırasında da şu hususları nakleder:

Sovyet hükümetinin yıldızının parladığı bir dönemde idi. O dostumuzda koltuğuna çok sağlam oturmuştu. Bir toplantıda onunla karşılaştık. Benim yakamda üç renkli bayrağımız vardı, ona baktı ve:

-Bu nedir? diye sordu, sonra da, niçin yankesici bayrağını yakana taktın, dedi.

Aradan bir hayli vakit geçmişti. Aynı şahıs yine koltuğunda idi. Ama bu defa Sovyetlerin yıldızlarının sönmeye yüz tuttuğu bir dönemdi. O yine süslü rengârenk telefonların bulunduğu bir masanın arkasında oturmuştu. Bu telefonların arasında benim dikkatimi çeken bir şey daha vardı, üç renkli bayrağımız. Dostum sanki bana övünerek bayrağı göstermeye çalışıyordu.

Onun yıllar önce bana dediği söz aklıma geldi; ama niçin yankesici bayrağını masanın üzerine koydun diyemedim, dilim varmadı. Ben de bu konu üzerine gitmedim biliyordum ki yine Yanan da men, yaman da men olacaktım.

HABER: ERDALl KARAMAN