Anadolu’nun bağrından Almanya’ya

İstiklâl şairi Mehmet Âkif Ersoy’a ‘Almanya seyahâti’ dönüşü bu ülke hakkındaki düşüncelerini sorarlar. O da: ‘İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi’ cevabını verir. Şâirin bu cümlesini bir kenara not edip kısa bir tarih yolculuğuna çıkalım. Zira Mehmet Âkif, Almanya’ya ne ilk gelen Türk’tür, ne de son olacaktır. Anadolu’nun bağrından kopan Türk insanı tarih

SAİD GÜL 14 Nisan 2018 YAŞAM

İstiklâl şairi Mehmet Âkif Ersoy’a ‘Almanya seyahâti’ dönüşü bu ülke hakkındaki düşüncelerini sorarlar. O da: ‘İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi’ cevabını verir. Şâirin bu cümlesini bir kenara not edip kısa bir tarih yolculuğuna çıkalım. Zira Mehmet Âkif, Almanya’ya ne ilk gelen Türk’tür, ne de son olacaktır.

Anadolu’nun bağrından kopan Türk insanı tarih boyunca tam dört dalga halinde Almanya’ya göçtü. Dördünün de sebepleri farklıydı. Dördünün de kader planında çok farklı kazanımları ve kayıpları oldu.

Birinci dalga: Anadolu’nun esir evlatları

Almanya, Anadolu insanının 700 sene önce ilk kez ayak bastığı bir ülkedir. Haçlı seferleriyle başlayıp 17. yüzyılın sonunda Avrupalıların Osmanlı’ya karşı yürüttüğü savaşlara (Türkenkriege) kadar, Anadolu evlatları esir olarak getirildiler bu memlekete. Çoğu zorla vaftiz ettirilen bu insanların adları da değiştirildiği için bugün çoğunun adı sanı bilinmez. Birinci dalga tam 400 sene sürdü. Düşman bilinen Türk insanı bu uzun zaman içerisinde yapılan savaşlarda esir edildi ve kimliği kaybettirildi.

Kimliğini kaybeden Türk insanı Almanya’ya yeni bir soluk kazandırdı. Tohum gibi, düştüğü yerden filiz verdi. Ve Avrupa’da, Türk hayranlığı başladı. Giyiminden müziğine, sanatından mimârisine kadar Anadolu’da kurulan bu medeniyet, taklit edilmeye başlandı Avrupa’da.

Alman toplumunda, bu ‘başkasına benzeme tutkusu’ yakınlaşmayı da beraberinde getirdi. O gün bu gündür Almanya, Türk insanına düşmanlığı bıraktı ve adeta dost oldu. Ve tam 333 sene savaşmadı. Dile kolay. 333 sene. Kendi coğrafyasında daha 80 sene öncesine kadar savaşmadığı millet kalmayan Almanlar, tam 333 senedir Türk insanına namlusunu doğrultmamıştı. Bunu stratejik açıdan olduğu kadar, kader planında da araştırmak gerekiyor. Acaba neden savaşmadı?

İkinci dalga: Talebeler

Devletler nezdinde bu dostluğun zirve yaptığı dönem 19. yüzyılın sonudur. Gerek siyasî, gerek ekonomik sebeplerden dolayı Osmanlı ve Prusya birbirlerine çok yakınlaştılar.

Asrın teknolojisini yakalamaktan uzak kalan savaş yorgunu Osmanlı’nın sultanı 2. Abdulhamid Han, bu gelişmeyi yakalayan Alman dostu kayzerle bir anlaşma imzaladı. 1903 senesinden 1907 senesine kadar 12 bin gencimizi Alman üniversitelerinde okumak ve Alman firmalarında staj yapmak için bu ülkeye gönderdi. İkinci dalga Anadolu evladı artık esir olarak değil, öğrenci olarak gelmişti bu memlekete.

Üçüncü dalga: İşçi babalarımız

Ardından iki büyük dünya savaşında yerle bir olan Almanya’nın inşa edilmesi gerekiyordu. İş gücüne ihtiyaç vardı. 1961 senesinde imzalanan yeni bir anlaşmayla bu sefer işçi statüsünde gelir Anadolu’nun bağrı yanık evlatları. Üçüncü dalgada gelen babalarımız çoluk çocuğa karışır ve artık buralı olur. 57 sene önce gelen misafir işçi, artık torunlarıyla birlikte bu memleketin yerlisi olur.

Dördüncü dalga: Son gelen eğitimliler

Anadolu, zengindir bu yönüyle. Nihayet 2016 senesinde yeni bir dalgayla gönderir bağrından yine binlerce evladını. Bu sefer gelenler ne esirdir, ne talebedir, ne de işçidir. Sosyal durumları yüksektir öncekilerden. Hepsi ya öğretmendir, ya hukukçudur, ya doktor, ya da akademisyen. Okumuş insanları gelir Anadolu’nun artık.

Acı olanı da, Anadolu sahip çıkmamıştır bu insanlarına ve adeta sürgüne göndermiştir onları. Sosyal durumları öncekilerden yüksek olsa da statü olarak mültecidir onlar artık. Birinci dalgada gelenler hürriyetlerini kaybedip esir gelirlerken, son dalgada gelenler esaretten hürriyetlerine koşarcasına gelirler bu ülkeye. Tutunmaya çalışırlar.

Mâlumunuz olduğu üzere bahtiyar kelimesi mutlu ve müreffeh manalarına gelir. Fakat bununla, dünyanın hayat standartları en yüksek ülkelerinden olan Almanya’da yaşayan insanların ekser çoğunluğunun mutlu ve müreffeh olduğunu kastetmedim. Bir bahtiyarlık vardır ki, o parayla pulla kazanılmıyor.

Birinci dalgada gelen esirler, saraylarda ayak işlerinde çalıştırılırlar. Uşağın efendisine anlatacağı bir şey yoktur. İkinci dalgada talebeler gelir. Adı üstünde ‘ilim talep etmeye’ gelmişlerdir. Almaya gelmiştir, vermeye değil. Talebe, hocasına birşey anlatamaz.

Nihayet işçi olarak gelenler de fabrikalarda bir patronun emrinde çalışırlar. İşçi, patronuna birşey anlatamaz.

Yakın zamanda gelen dördüncü dalga Anadolu evladı bunların hepsinden farklıdır. Statüsü ‘mülteci’ olsa da, okumuştur onlar. Bu ülkeye tutunduktan sonra, bu ülkeye kazandıracağı çok şey vardır onların. Zaten hepsi bu ülkeden ‘almak’ için değil, bu ülkeye ‘vermek’ için geldiklerini söylüyorlar.