Sağlıklı beslenmede yemek sırası ve şişmanlık

Günümüzde gıda teknolojilerinin ve nakliye imkânlarının gelişmesiyle birlikte hemen hemen her mevsimde her türlü yiyeceği bulmak mümkün hâle gelmiştir. Bu durum tabii ki bir açıdan insanların beslenmelerine kolaylık getirdiği gibi diğer taraftan aşırı gıda alma ve şişmanlama gibi tehlikeleri de artırmıştır. Bugün modern tıbbın gelmiş olduğu seviye ve bilgi birikimi açısından bakıldığında, kanser dahil pek

PANORAMA - NEWS 16 Ekim 2022 TOPLUM-SAĞLIK

Günümüzde gıda teknolojilerinin ve nakliye imkânlarının gelişmesiyle birlikte hemen hemen her mevsimde her türlü yiyeceği bulmak mümkün hâle gelmiştir. Bu durum tabii ki bir açıdan insanların beslenmelerine kolaylık getirdiği gibi diğer taraftan aşırı gıda alma ve şişmanlama gibi tehlikeleri de artırmıştır.

Bugün modern tıbbın gelmiş olduğu seviye ve bilgi birikimi açısından bakıldığında, kanser dahil pek çok hastalığın temelinde, şişmanlığın ortak bir suçlu olduğu inkâr edilemeyecek durumdadır.

“Tıbb-ı Nebevî” olarak isimlendirilen, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sağlıkla ilgili sözlerinden ve uygulamalarından elde edilen prensiplere dayanarak sürdürülen bir hayatın, insanın yaratılış formatına veya diğer bir deyişle, “insan bedeninin kullanılma talimatına” en uygun davranışlar bütünü olduğu, giderek çok sayıda tıp otoriteleri tarafından kabul görmektedir.

Ancak her konuda olduğu gibi bu sahada da ifrat ve tefritten, yani aşırılıklardan kaçınmak gerekir. Peygamberimiz tıp tahsili görmemiştir, dolayısıyla bazı hastalıklarda ehil olan hekimleri tavsiye ettiği gibi, pek çok durumda da kendisi tavsiyelerde bulunmuştur. Onun bu tavsiyeleri, bir nevi vahiy benzeri ilhamlar olabileceği gibi, engin feraseti ve basiretiyle kendisine keşfettirilen prensipler de olabilir. Gerçekten de sahih hadis olarak bizzat Efendimiz’e dayanan sağlıkla ilgili beyanların her biri modern tıbba aykırı olmayan, çürütülmeyen hakikatlerdir.

Bu konuda vurgulamamız gereken birinci husus, Peygamber Efendimizin hadis-i şerif olarak bize ulaşan tavsiyelerinin yaklaşık yüzde 65 kadarı koruyucu hekimlik, yüzde 35 kadarı ise doğrudan tedavi hekimliğine yöneliktir. Zira hastalıkları tedavi etmek hem zahmetli ve üzücü hem de pahalıdır. Hâlbuki koruyucu hekimlik prensiplerine riayet ederek çok ucuza sağlıklı kalmak mümkündür. Bugün modern tıbbî prensiplerin başında da basit ve kolay alınabilecek tedbirlerle insanların sağlığını korumak gelmektedir.

Önemli olan ikinci bir husus ise, “tıbb-ı nebevi”nin özeti nedir? diye sorulacak olursa iki temel esasla özetleyebiliriz:

  • Şişman olmamak
  • Temiz olmak

Gerçekten de hastalıkların büyük çoğunluğunun temelinde pislik veya temiz olmamak ile şişmanlık veya çok yemek yatmaktadır. Bu çok geniş sahayı kısa bir dergi makalesi çerçevesinde anlatmak tabii ki mümkün değildir. Sadece meselenin önemini vurgulamak adına, yanlış beslenme ve dolayısıyla şişmanlık üzerine kısa bir bakışla bile insanın kendi bedenine yaptığı en büyük kötülüğü anlamak mümkündür. Şişmanlamanın en büyük sebebi (şayet metabolik bir bozukluk yoksa) insanın ihtiyacından fazlasını yemesi ve bu fazla kalorinin de yağ olarak vücudun belli bölgelerinde yığılmasıdır. Bunu önlemek için Peygamber Efendimiz’in iki hadis-i şerifi çok önemlidir.

1-Âdemoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Âdemoğluna belini doğrultacak birkaç lokma yeter. Bundan fazlasını yemesi icap ederse, midesini üçe bölsün: Üçte birini yemek için, üçte birini su için, üçte birini de nefes için ayırsın.”

2-Acıkmadan sofraya oturmayınız. Sofradan tam doymadan kalkınız.

İşte bu iki çok hayatî prensip, şişmanlığı daha baştan önleyecektir. Dolayısıyla kanser dahil, sindirim ve kalp-damar sistemi hastalıkları başta olmak üzere çok sayıda sisteme ait hastalıklardan korunmak mümkün olacaktır.

Normal insan midesinin hacmi 1,5 litredir.

Midemizin normal hacmi 1,5 litre (1500 cc) olup, Peygamberimizin tavsiyesine göre bunun üçte birini, yani 0,5 litresini yemekle doldurmak yeterlidir. Fazla miktarda yemek yenildiğinde midenin bunu sindirmesi için daha çok enzim ihtiyacı olur. Enzim üretmenin biyokimyası oldukça karmaşık ve güç olup aynı zamanda kıymetli maddelere ihtiyaç vardır. Efendimizin verdiği ölçü içinde, midenin üçte biri 0,5 litre yani yarım kilogram olup, normal bir insanın midesi bu gıdanın ilk sindirim işlemini 3-4 saat içinde yapabilir ve bağırsağa gönderir. Bunun için kalbin fazla zorlanmasına gerek kalmaz.  Midemiz bunun iki veya üç misli doldurulduğunda, kalbin dört-altı misli daha fazla çalışması gerekir. Kalbin dışında gıdaların sindirimi ve depolanması ile ilgili pankreas ve karaciğer gibi hayatî organlar da yıpranır. Fazlalıklar arttıkça bunların vücuttan atımı da zorlaşır ve giderek vücutta depolar oluşmaya, atıklar kan ile birlikte dolaşmaya başlar. Kan yoğunlaşır ve dolaşım yavaşlar. Böylece atıklar damarlarda biriktirmeye ve zamanla damarları tıkamaya başlar. Daralmış ve tıkanmış damarlardaki kan, organları yeterli derecede besleyemeyecek kadar azalır. Beslenemeyen organlar, beyne “açlık sinyalleri” göndererek, beyindeki iştah merkezini harekete geçirir. Bu durum insanı daha çok yemeye zorlar. Böylece birbirini tetikleyen bir kısır döngü oluşur. İnsanda konsantrasyon, hafıza, düşünme, anlama ve öğrenme kabiliyetleri körelmeye ve hastalıklar görülmeye başlar.

Şişmanlığa sebep olan önemli bir faktör insanlardaki iştah ve lezzet mekanizmalarının sunî bir şekilde tetiklenmesidir. Günlük ihtiyacımızı meşru ölçülerde karşılamak için insana bir lezzet ve tat duyusu verilmiş olup, Allah’ın nimetlerini hatırlamaya ve şükretmeye vesile olması için verilen bu iştah sayesinde yemek yemeği isteriz. Bu duygu olmasaydı insanlar yemek istemez ve beslenme bozukluğu sebebiyle hastalıklara maruz kalırlardı. Fakat bu iştah arzusu iki kenarı da keskin bir bıçak gibidir. Şımartılır ve azdırılırsa bütün ölçüleri karıştırarak sistemleri alt-üst eden şişmanlığa sebep olur.

Yemek pişiren insanlar sanatlarını gösterme ve Allah’ın nimetlerine saygı göstermek için onları en güzel terkipler halinde hazırlamak isterler. Bunun için okullar bile açılmıştır. Fakat şişmanlığın sağlık üzerine olan zararları ve gıdaların birbiriyle etkileşime girerek toksik veya alerjik reaksiyonlara sebep olduğu öğrenildikçe, yemek pişirme sanatıyla uğraşanların bilmesi gereken temel esaslar da değişmektedir. Geçmişte insan biyokimyasının ve metabolizmasının çok iyi bilinmediği dönemlerde bile gıdaların vücuttaki fonksiyonları, tesirleri ve birbirleriyle etkileşimleri hakkında birçok âlimin gözlemlerine dayanan tespitleri olmuştur.

Bu açıdan bakınca genel bir prensip söylenecek olursa Peygamberimizin (s.a.v.) aynı cinsten iki gıdaya aynı anda birlikte yemediğini görmekteyiz. Meselâ; her ikisi de protein ağırlıklı olan süt ile balık veya yumurta ile etin beraber yenilmemesi, aynı cinsten iki hayvanın karıştırılmış eti, bir hayvanın eti ile bir diğerinin yağı, dana ile tavuk eti veya aklınıza gelebilecek herhangi bir et kombinasyonu, balık ile et, karışık yağlar (koyun ile tavuk yağı, katı yağ ile sıvı yağ) birbirleriyle uyuşmaz. Büyük ihtimal aminoasit farklılıklarına bağlı peptid bağlarının koparılmasında gerekli enzimlerde bir yetersizlik meydana getiriyor olabilir.  Bu durumda yenilen yemek tam sindirilmez ve moleküler yapıda bozulmalar başlar.

Halk tabiriyle çürüme veya mayalanma denilen bu durumda, zehirli ve asitli kalıntılar ortaya çıkar ve sinir hücrelerine tesir ederek bağırsak hareketlerini yavaşlatır. Bağırsaklar yavaşlayınca kalıntılar birikmeye ve bağırsak çeperlerini gererek divertikül adı verilen cepler ve ceplerde bazen taşlar bile meydana gelir. Zamanla bağırsak hareketleri daha da yavaşlar ve kabızlık meydana gelir. Bağırsaklarda zehirli ve yağlı atıklar arttıkça vücut direnci düşer, halsizlikle beraber gaz üretimi, uyku ve tembellik artar. Kimyası bozulmuş yemek artıklarının bağırsakta oluşturduğu zehirler, kan yolu ile diğer organlara yayılarak olumsuzluklara yol açar.

Acıkmadan yememek

Normal bir sindirim sistemi içine aldığı gıdaları sindirmeden, üzerine yeni bir yiyecek alınırsa işlemler karışır ve zorlaşır. Yemeğin üstüne başka bir yemek yollamak, bu yüzden hastalık sebebidir denilmiştir. Ağızdan geçen gıdanın midede kalış süresi 3-4 saat kadardır. Fakat bu süre sadece mideye ait birinci aşamadaki süredir. İnce bağırsağın üç bölgesinde asıl parçalanmanın bitmesi ve emilim süreçlerinden sonra kalın bağırsakta suyun geri emilip dışkının katılaştırılmasıyla beraber bu süreç 10 saate kadar uzayabilir. Midedeki birinci fasıl bitmeden yeniden bir şey yemek midenin salgı yapma ve çalkalanma seyrini bozar. Önceki yemeğin de kimyasını karıştırarak midede yanma, ekşime, gaz ve şişkinliğe sebep olur. En doğrusu gıda maddeleri ince bağırsağın son bölgesinde kandan hücrelere geçtikten sonra ikinci bir yemek yenebilir. Dolayısıyla günde iki defa yemek insan için yeterlidir.

O halde en önemli sağlık kuralı ve bütün hastalıklara deva olan yegâne ilaç iyice acıkmadan yememektir.

Neyi nasıl ve ne zaman yiyip içmeli?

Et, yumurta, nohut, mercimek ve fasulye ile peynir gibi proteinli yiyeceklerin midede asit ve pepsin enzimiyle birinci parçalanma işlemi uzun sürer. Daha sonra da aminoasitlerine kadar kademe kademe parçalanması süre alır. Mono ve disakkarit şekerlerden ibaret (tatlılar ve meyveler) gıdalar ise midede fazla kalmadan bağırsağa geçer.

Su ise oturarak içmek şartıyla içinde mikroplar varsa midede dezenfekte edilir ve vücut ısısına ulaştıktan sonra, doğrudan bağırsağa geçer. Bu durumda suyu ya yemekten önce veya çok sonra içmelidir. Önce içilirse sindirim enzimleri henüz salgılanmadığı için bir zarar vermeden bağırsağa geçer ve yolları yıkamış olur. Çünkü sindirim enzimleri ancak yemeği gördüğümüzde ve açlık hissi zirve yaptığında salınmaya başlar. Tam yemek sırasında su içersek sindirim enzimlerini zayıflatmış ve tesirini azaltmış oluruz. Ayrıca yemekte su içen, yemeği iyi çiğneyemeyeceğinden, gerektiği kadar çiğnenmemiş yemek mideye, bağırsağa ve dalağa ağır zarar verir.

Yemekten hemen sonra içilen su bağırsağa geçemez, midenin genişlemesine, mide asidinin sulanıp zayıflamasına, hazmın uzamasına, zorlaşmasına ve bozulmasına sebep olur. Yemek yendikten 1,5-3 saat sonra su içmek daha uygundur. Zaten 1,5-3 saat sonra midedeki sindirim işlemi sona doğru yaklaşınca yani yemek bağırsaklarda parçalanmaya ve emilime hazır hale gelince insanın su istemesi normaldir, su içmek için en doğru zaman yemekten sonrasıdır. Kur’an-ı Kerim’in Araf Suresi’nin 31. ayetinde: “…yiyin-için, fakat israf etmeyin …” şeklinde ifade edilen beyanda önce “yiyin” emrinin ve daha sonra ise içme fiilinin zikredilmesinin bir hikmeti, suyun yemekten sonra içilmesine işaret olabilir.

Diğer önemli bir husus tok karına asla meyve yenmemesidir. Yemekten sonra kanımızda glikoz konsantrasyonu artmış durumdayken üzerine früktoz (meyve şekeri) yüklü tatlı meyveleri yemek, karaciğerin işini bitirmek demektir. Yemekten sonra yenen meyveler karaciğerde tıpkı alkol içilmiş gibi muamele görür ve karaciğeri çok yorar, yağlanmasına ve hatta siroza sebep olur. Bu durumda birlikte yememek şartıyla, ya meyve veya tatlı (sadece birisi) istenirse salata da olabilir, yemekten önce yenmelidir. Bunlar midede işlem görmeyeceği için bağırsağa çabuk geçerler. Daha sonra asıl yemek yenilir. Kur’an-ı Kerim’de bu tertibe işaret eden Vakıa Suresi’nin 20 ve 21 âyetlerinde cennet nimetlerinden bahsedilirken “beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar” beyanında et meyveden sonra takdim edilmiştir. Benzer şekilde Bakara Suresi 57. Âyette de “Size kudret helvası ve bıldırcın indirdik” derken burada da helva yani tatlı (karbonhidrat) bıldırcından yani proteinden önce zikredilmektedir.

Prof. Dr. Atıf YORULMAZ