Göç Ülkesi Almanya’nın yeni sakinleri-1

Alman yönetiminin pek çok idari uygulaması da bu varsayımdan yola ­çıkarak düzenlenmiş durumda. Fakat sürgün ve göçün tarihi bize bu insanların pek çoğunun kalıcı olacağını söylüyor. Göçmenlerle alakalı Almanlar ikişye bölünmüş durumda Almanya’da bu insanlarla ilgili ne yapılması gerektiği ­sorusu, iki karşıt cephenin sert bir dille karşı karşıya geldiği bir siyasi tartışmayı da beraberine getirdi:

PANORAMA - NEWS 10 Şubat 2018 TOPLUM-SAĞLIK

Alman yönetiminin pek çok idari uygulaması da bu varsayımdan yola ­çıkarak düzenlenmiş durumda. Fakat sürgün ve göçün tarihi bize bu insanların pek çoğunun kalıcı olacağını söylüyor.

Göçmenlerle alakalı Almanlar ikişye bölünmüş durumda

Almanya’da bu insanlarla ilgili ne yapılması gerektiği ­sorusu, iki karşıt cephenin sert bir dille karşı karşıya geldiği bir siyasi tartışmayı da beraberine getirdi: Bir yanda “hoşgeldiniz kültürü” başlığı altında Almanya’ya gelen insanların kucaklanması gerektiğini savunanlar, diğer yandaysa onların ülkeye girişlerine bile izin vermeyip bu insanlardan mümkün olabildiğince hızlı bir şekilde ­kurtulmak isteyenler. Büyük kitlenin hissiyatıysa, bu hiddetli tartışma ortamından duydukları rahatsızlıkla yeni ­gelenlerin entegre edilebilme kapasiteleri konusunda duydukları endişe arasında kalmış durumda. Alman ­toplumu bir kere daha Alman kimliği üzerine; Almanlar’ın kim olduğu ve kim olmak istedikleri sorusu üzerine ­tartışıyor.

Almanya ve islam

Kimlik konusunda etnik temelli bir yaklaşım içerisine olanlar için elbette “yeni Almanlar” diye bir kategori söz konusu olamaz. Onlara göre insan ya doğuştan Almandır ya da değildir ve sonradan Alman olamaz. Alman olmayı kültürel düzlemde tanımlayanlara göre sonradan Alman olmak mümkündür ama bunun için çok ciddi bir kültürel asimilasyon sürecinin atlatılması gerekir. Özünde Almanlığın bu kültür temelli tanımı belli bir islam karşıtı öğeyi de barındırır: Bu tanımın alt metni bir Müslümanın Alman olamayacağını söyler. Bu bakımdan Almanlığın hem kültürel hem de etnik temelli tanımları dışlama ­üzerine kurulu bir anlayışı barındırmaktadır. Onların asıl amacı Almanya’nın kalıcı bir parçası haline gelmenin önündeki engellerin olabildiğince yüksek ve zor aşılır ­kılınmasıdır.

Almanya göç almaya muhtaç

Öte yandan Almanya’nın karşı karşıya olduğu bir sorun var: demografik döngünün düşüklüğü. Almanya dünya ekonomisindeki konumunu, refah düzeyini ve sosyal devlet hizmetlerinin seviyesini gelecekte de koruyabilmek için göç almaya muhtaç.

Bu bağlamda biyolojik nüfus ­artışındaki düşüklüğü dengeleyecek bir sosyal nüfus artışına ihtiyaç var. Bu yeni karşılaşılan bir durum değil. ­İmparatorluğun geç dönemleri olan 19. Yüzyıl sonundan bu yana Almanya’nın bir tarım ülkesinden sanayi ülkesine dönüşmesinden bu yana büyük bir iç göç hareketinin yanısıra ülke tarihinin neredeyse her aşamasında dışarıdan da göç alındı.

Misafir işçi

Bu göç hareketi özellikle de siyasi ­kırılma dönemlerinde büyük göç dalgalarına da dönüşebildi. Birinci ve özellikle de İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 1960’lardan bu yana “misafir işçi” statüsünde ve son olarak da Doğu Bloku’nun yıkılmasından sonra büyük göç dalgaları yaşandı.

Dolayısıyla Almanya’nın bir göç ülkesi olmadığı savı ülkenin önüne ısıtılıp ısıtılıp ­yeniden getirilen büyük bir kuruntudan ibarettir. Gerçekte Almanya’nın geçmişinde ülkenin yeniden inşasına ve refah seviyesine katkıda bulunan “yeni Almanlar” hep varolagelmiştir. Almanlığın ne etnik ne de kültürel temelli tanımları, bu insanların önemli bir kısmının birer “Alman” olabilmesinin önüne geçebildi.

Aidiyet duygusu

Modern toplumların, üyelerini birleştiren ulusal ­aidiyet tahayyülünden vazgeçmeleri şart değil. ­Fakat ulus tanımını yaparken dışlayıcı değil dahil edici bir anlayış gütmeleri gerek. Kapsayıcı bir ulus tanımı ve açık, esnek ve yüzünü geleceğe dönmüş bir toplum büyük bir uyum içerisinde bir arada yer alabilir. Bu kavramlar birbirini tamamlar ve güvence altına alır.

Bu bağlamda modern bir toplumda ­Alman olma kavramını oluşturan beş karakteristik özellik bulunuyor. Bunlardan ikisi büyük ölçüde ­sosyoekonomik bir yapıya sahip: İlki insanların kendi çalışma ve becerileriyle kendilerine ve gerektiğinde ailelerine bakabilecek durumda olmalarıdır. ­Elbette sosyal güvence sistemleri var olmalıdır, fakat bunların amacı insanların bu sistem üzerinden yaşamlarını sürdürmeleri değil acil durumlarda ­onlara güvence sağlamasıdır.

Kaynak: tatsachen-ueber-deutschland.de

Herfried Münkler ve Marina Münkler