İnsan kandırılmaya neden doyamaz?

Sadece Almanya’da 3,5 milyonu aşkın insan yaşıyor. Üçüncü ve dördüncü kuşaklar için yaşadıkları Avrupa ülkesi ana vatan hâline gelirken, Türkiye ise tatil yapılan bir memlekete dönüşmüş. Yarım asırlık umut yolculuğuna gurbetçilerin perspektifinden baktığımızda karşımıza zor ve sancılı geçen hayatlar kadar kırılganlıklar, aldanmışlıklar, pişmanlıklar da çıkıyor. Bir kuru ekmek uğruna yolu gurbete düşen bu insanların yaşadığı

DR. ÜNAL BİLİR 03 Kasım 2019 PANORAMA-NEWS PAZAR

Sadece Almanya’da 3,5 milyonu aşkın insan yaşıyor. Üçüncü ve dördüncü kuşaklar için yaşadıkları Avrupa ülkesi ana vatan hâline gelirken, Türkiye ise tatil yapılan bir memlekete dönüşmüş.

Yarım asırlık umut yolculuğuna gurbetçilerin perspektifinden baktığımızda karşımıza zor ve sancılı geçen hayatlar kadar kırılganlıklar, aldanmışlıklar, pişmanlıklar da çıkıyor.

Bir kuru ekmek uğruna yolu gurbete düşen bu insanların yaşadığı acıları anlayabilmek için resmî kurumların yayımladığı istatistikler, raporlar hatta titizlikle yapılan bilimsel çalışmalar çoğu kez yetersiz kalıyor. Yıllar içinde insanların belleklerine kazınmış, benliklerinde derin izler bırakmış bu olumsuz deneyimleri tüm boyutlarıyla çözümleyebilmek için dönüp yine bu insanların öznel hikâyelerine bakmak, Avrupa’daki yaşamlarının izini sürmek gerekiyor.

Özellikle ilk iki kuşağa ait insanların deneyimlerini mercek altına aldığımızda, birbirinden bağımsız gibi görünen çoğu öykünün bu insanlara ilişkin sevinç ve üzüntüleri barındıran ortak bir geçmişe tekabül ettiğini görüyoruz. Öyle ki her kuşak kendine özgü, müşterek bir hafızaya sahip. İşte bu hafıza içindeki en belirgin travmalardan biri de aldatılmışlık ve kandırılmışlık.

Birinci ve ikinci nesil işçiler fabrika çarkları arasında, kanalizasyon çukurlarında, inşaat şantiyelerinde, ev temizliğinde, kısacası zor koşullar altında hayat mücadelesi verirken; kazandıkları paraları bir şekilde Türkiye’de veya Türkiye’den gelen kişilere kaptırmışlar.

Önceleri dayı, amca oğlu, yeğen, enişte gibi akrabaların dâhiyane iş fikirlerine aldanan gurbetçiler, akrabalığa dayalı güven temelinde birikimlerini ortaklıklara yatırmış. Kuşkusuz bu ortaklıkların başarıya dönüşeni, iyi kazandıranı da olmuştur.

Ancak anlatılan öykülerin çoğunluğuna bakılırsa gurbetçiler bu ortak işlerin akabinde sadece paralarını kaybetmekle kalmamış, üstüne üstlük bir de çok güvendikleri akrabalarının ‘cimri, görgüsüz, açgözlü, enayi’ gibi ithamlarına maruz kalmışlar. Tabii bir de ‘malımız mülkümüz yabancıya gitmesin’ düşüncesiyle akraba ve taallukattan ithal edilen ‘milli’ damat ve gelinlerin ‘ocağına incir dikmek’ türünden yaşattıkları travmalar var.

Ardından kamuoyunun çok iyi bildiği holdinglere para yatırma dönemi başlamış. ‘Uluslararası mihrakların ticari oyunlarını bozmak, Türkiye’yi şaha kaldırmak, memleketi kalkındırmak’ için zamanında holdinglere poşet poşet para taşıyan gurbetçiler, sonunda yatırdıkları paraların ‘üzerine bir bardak soğuk su içmek’ durumunda kalmış.

Gurbetçilerin holding tecrübesinden sonra akıllandığını, sonrasında artık kimsenin bu tür işlere/insanlara itibar etmediğini sanıyorsanız; fena hâlde yanılıyorsunuz. Tabii kandırılmanın, aldatılmanın sadece cüzdan boşaltmaktan ibaret olduğunu düşünüyorsanız; düşüncenizde haklı olabilirsiniz.

Ancak ‘memleketin elden gittiğini, şu meşhur dış mihrakların oyunlarını bozmak gerektiğini’ düşünen insanların vaktiyle uçaklara doluşup seçim sandıklarına akın etmesi sizce bir demokrasi şöleni mi, yoksa uzak diyarlarda ekmek parası kazanan insanların Türkiye sevgisini bir şekilde ranta çevirme gayreti mi?

Peki, ister sağ/sol ister muhafazakâr/liberal olsun siyasi partilerin gurbetçileri eskiden sınır kapılarına ve Türkiye’ye şimdilerde ise Avrupa’da kurulan seçim sandıklarına çağırması yarım asır sonra lütfedip bu insanlara sunulan bir hizmet mi, yoksa bu insanları iç siyasi hesaplar için motive etmek mi?

Yaşadıkları ülkenin genel, yerel seçimleri ile Avrupa seçimlerine fazla ilgi göstermeyen bu insanları yılda bir iki ay gittikleri Türkiye’nin iç siyaseti neden bu kadar alakadar ediyor?

Bu sorunun yanıtını bulmak için vaktiyle holdinglerin kâr vaadiyle para toplamak için kullandıkları argümanları anımsamak yeterli.

Ulusal/küresel ticari bir vizyondan çok ideolojik kaygılarla işe koyulan holdingler vaktiyle gurbetçilerin birikimini tutarlı ekonomik göstergelerden ziyade bu insanların dinî, siyasi hassasiyetlerine dokunmak; içlerindeki vatan, millet sevgisini kullanmak suretiyle almış.

Dün holdingler gurbetçileri nasıl finansal vaatlerle harmanlanmış ideolojik ve dinî argümanlarla ikna etti ise günümüzde de siyasi partiler onların oyuna aynı ustalıkla talip oluyor.

Gurbetçiler akrabaları ile kurdukları ortaklıkların pişmanlık ve aldanmışlığını bizzat akrabaları tarafından kandırıldıklarında, yıllarca dişten tırnaktan artırmak suretiyle biriktirdiklerini kaybetmenin acısını da güvendikleri holdingler teker teker iflas bayrağını çektiğinde anlamış.

Umulur ki gurbetçilerin seçim sandıklarında siyasi parti ve aktörlere verdikleri destek ve güvenleri bu kez boşa çıkmaz. Aksi hâlde gurbetçiler maddi ve manevi olarak kandırılmaya doyamayan bir topluluk olarak bu mirası bundan sonraki kuşaklara da aktaracaklar.