Cennetteki 99 numaralı ev

Coronavirüs tehdidine rağmen kendime sormaya cesaret edemediğim soruyu yedi yaşındaki oğlum dün onu uyuturken tüm açıklığı ile sordu: Baba! Corona yüzünden sen de ölecek misin? “Belki oğlum” dedim. “Eğer hastalık bana da bulaşır, benden güçlü çıkarsa evet ben de ölebilirim” diye de ekledim. Keşke hiç ağzımı açmasaydım. Önce korku dolu gözlerini odanın alaca karanlığında tavana

DR. ÜNAL BİLİR 05 Nisan 2020 PANORAMA-NEWS PAZAR

Coronavirüs tehdidine rağmen kendime sormaya cesaret edemediğim soruyu yedi yaşındaki oğlum dün onu uyuturken tüm açıklığı ile sordu:

Baba! Corona yüzünden sen de ölecek misin?

“Belki oğlum” dedim. “Eğer hastalık bana da bulaşır, benden güçlü çıkarsa evet ben de ölebilirim” diye de ekledim.

Keşke hiç ağzımı açmasaydım. Önce korku dolu gözlerini odanın alaca karanlığında tavana dikti. Sonra ağlamamak için dudaklarını iyice sıktı. Ama nafile! Direnmesine rağmen kocaman bir gözyaşı damlasının yanağına yuvarlanmasına engel olamadı.

Bir şekilde televizyonda ‘Corona ve ölüm’ kelimelerini duyan, sıra sıra tabutları gören yedi yaşındaki bir çocuğa ölümü anlatmaktan başka çare yoktu. Ama nasıl?

Çünkü soruları masum olduğu kadar oldukça zordu.

İnsanlar kaç yaşında ölüyordu?

Ölünce bir daha geriye dönemez miydik?

Öldükten sonra yaşamaya devam ediyor muyduk?

Ölüm acıtıyor muydu?

Ben kolay olandan, daha doğrusu ödünç aldığım bilgilerle kolayca yanıtlayabileceğim sorudan başladım. Üç aşağı beş yukarı, çocukken gittiğim kuran kursundaki hocanın anlattıklarını tekrarladım.

Ölümden kaçış da dönüş de yoktu, ama bir şekilde sonrasında hayat vardı. Şu farkla ki orada herkes beraber yaşamak zorunda değildi. İyilerin yeri ayrı, kötülerin yeri ayrıydı.

Doğrusunu isterseniz cehennemi anlatmak hiç de zor olmadı. Kaçak göçek izlediği aksiyon filmlerini, herkesi yutan dev alev toplarını, yanan binaları, alev kusan silahları aklına getirmiş olmalı ki cehennem kafasında hemen canlanıverdi.

Gelgelelim ona cenneti bir türlü anlatamadım. Önce kutsal kitaplarda tasvir edildiği gibi mükemmel, dev bir park çizdim muhayyilesine. Nedense, pek ilgisini çekmedi. Sonra sevdiği tüm yiyecekler ve hayalinden geçirdiği oyuncaklarla tıka basa dolu olan bir yer resmettim. Anlaşılan onların da pek albenisi yoktu.

Yedi yaşındaki çocuğa yetmiş küsur huri vadedecek değildim ya! Kendisine ilk aşkı olan Lora’yı hatırlattım. “Mesela” dedim. “Lora ile orada hiç kavga etmeden sonsuza dek yaşayabilirsiniz”. Ama bu fikir de kafasına yatmamıştı. Çünkü ardı ardına sorular sormaya ‘bu da olacak mı cennette’ diye beni sorguya çekmeye devam ediyordu.

O, sorulardan yorgun düşüp sonunda gözlerini yumunca; ben sorduğu tüm soruların cevabını bir tablo hâline getirdim. Karşıma oldukça garip bir resim çıktı:

Oğlumun hayalindeki cennet geniş avlusu olan büyük bir evden başka bir şey değildi. Nedense bu evin numarası 99 olmalıydı. Evin bahçesinde tavuklar, kedi, beyaz renkli oğlak ile sevimli buzağılar vardı. Tabii bir de kendisi gibi bir sürü çocuk. Onlar oynarken yaşlılar onlara bakıyordu. Sonra adını bilmediği, ama çok sevdiği şekerli küçük toplardan yemek istiyordu.

Tam oğlumun mütevazi cenneti ile dalga geçmeye hazırlanıyordum ki “Mutlaka babaannemle dedem de olsun” diyen masum yüzünü hatırladım. Oluşturduğum tabloya yeniden, dikkatlice baktım. Resim garip ama oldukça tanıdıktı. Hafızamı yokladım. 2016 yılında Türkiye’den ayrılmadan kısa bir süre önce babaannesinin köy evinde tüm kuzenlerin, kardeşlerin, akrabaların birlikte olduğu; dede ve ninesini son kez gördüğü köy evindeki günlerini çiziyordu oğlum cennet diye.