Artık Eylül’ü sevmiyorum

HABER MERKEZİ – Koca bir ömür geçirmiştim Eylül ile mutlu mesut. Aramıza ne yoksulluk girebiliyordu ne de mesafeler. Dünyanın öbür ucunda da olsak birbirimizi vakti gelince hep arayıp buluyorduk. Ben onu hasretle beklerken; o güzel kızların saçlarına dolan, serin bir rüzgâr olup geliyordu her seferinde. Ağustosun nemli, sıcak günlerinden beni Eylül kurtarır; kirli bir griye

DR. ÜNAL BİLİR 08 Eylül 2019 PANORAMA-NEWS PAZAR

HABER MERKEZİ – Koca bir ömür geçirmiştim Eylül ile mutlu mesut. Aramıza ne yoksulluk girebiliyordu ne de mesafeler. Dünyanın öbür ucunda da olsak birbirimizi vakti gelince hep arayıp buluyorduk.

Ben onu hasretle beklerken; o güzel kızların saçlarına dolan, serin bir rüzgâr olup geliyordu her seferinde.

Ağustosun nemli, sıcak günlerinden beni Eylül kurtarır; kirli bir griye bürünen gökyüzü Eylül ile birlikte masmavi rengine yeniden kavuşur, yıldızlar isi silinmiş lambalar gibi daha da güzel parıldamaya başlardı. Ama aynı Eylül takvimler 2016 yılını gösterdiğinde dostlarımın gökyüzünü hapishanenin yıldızsız ve karanlık tavanlarıyla değiştirdi. Zindanlarda gün doğmadıktan sonra; gündüzün geceden, Eylül’ün diğerlerinden ne farkı vardı?

Oysaki Eylül yüreğimin en müstesna yerine kurulmuş, hayat kaynağım olmuştu.

Eylül benim için yeni başlangıçlar demekti mesela. Eylül geldi mi, küçük çocuklar kendilerinden büyük çantalarıyla yollara dökülür, minik elleri anne babalarının elinde paytak adımlarla okula yürürlerdi. Ancak çocuklarının elinden tutup okula götürecek babaların, onları okuldan döndüklerinde bekleyecek anaların ellerine kelepçeler bir Eylül günü vuruldu.

Bir ömür boyu kâh bir öğrenci kâh bir öğretmen olarak uzun yaz günlerinde susan ders zilinin tekrar çalacağı, sınıfların yeniden dolup taşacağı Eylül’ü hep heyecanla bekleyen ben; o yıl da bekledim.

Okuluma, ders anlattığım sınıflara yeniden kavuşmak için günleri iple çekiyordum. Ancak bundan böyle ‘yasaklı’ olduğumu söyleyen Eylül; okul bahçelerine, sınıflara bir daha dönemeyeceğimi yüzüme vuruverdi.

Oysaki Eylül özgürlük demekti. Doğup büyüdüğüm şehir kendini prangaya vurmak isteyen düşmanı bir Eylül günü bozguna uğratarak, sokaklarından sürüp çıkarmıştı. Gel gör ki aynı Eylül bana düşmanlarımın yapmadığını yapacak, bundan sonra özgürlüğün çok uzak diyarlarda olduğunu hatırlatarak bana sürgün yollarını gösterecekti. Ve başkalarına hiç ‘eyvallah’ etmeyen ben, bir Eylül günü sevdiklerimin hatırı için yabancı bir ülkenin kapısını çalmak durumunda kalacaktım.

Çünkü Eylül benim için sevgi demekti. Baharın uçarı günlerinde gönlüme düşen sevdalar yaz günlerinde durulur, Eylül başında yeniden alevlenirdi. İşte böylesi bir Eylül günü bir kadına inanmış, onunla ölene dek yürüyeceğim yola koyulmuştum. Ama o kadın yine bir Eylül günü bana ve benim için anlamı olan her şeye ihanet etti. Tıpkı sevgime ihanetle cevap veren Eylül gibi.

Oysaki Eylül vefa demekti. Her mevsim olduğu gibi İstanbul’u birlikte yaşamak için o sene de sözleşmiştik. Sevda Tepesi’nde buluşacak, Boğaziçi’nde zamana meydan okuyacaktık. Ancak Eylül bana zamanın su gibi aktığını, vefanın da içinde eriyip gittiğini çok acı bir şekilde gösterdi.

Aradan koca üç yıl geçti. Bir zamanlar en güzel şarkıları birlikte söylediğim Eylül vicdan azabı duyar da döner gelir mi diye çok bekledim. Geldi gelmesine, lakin yüzüme bile bakmadı. Ben onsuz yapamadım, ancak o bensizliğe aldırmadığını ele güne ilan etmekten kaçınmadı.

Meğer bu vefasızlık Eylül’ün doğasında varmış.  Öğrendim ki; Eylül’ün yüzüstü bıraktığı, sevdiklerinden ayırdığı, uzak diyarlara attığı sadece ben değilmişim. Eylül’den yana dertli olmayan ne bir yazar kalmış ne de bir şair. Koskoca Yahya Kemal bile

“Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;

Lâkin vatandan ayrılışın ıstırâbı zor” deyip, Eylül’ün ardında ayrılık ve ızdırap bırakarak çekip gittiğini söylemiş.

 Ya Attilâ İlhan? Koca İstanbul’a ‘ulan’ çeken yürekli şair. “Eylül’den itibaren geceler hazindir, uzundur” derken, Eylül’e güvenilemeyeceğini çoktan biliyormuş.

Eylül’ün vefasızlığından Cemal Süreya da nasibini almış. Yoksa
“Dedim ya… Eylül’dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimin”
diye dert yanar mıydı?

Demek ki Eylül kimseye yâr olmuyormuş. Anlaşılan o ki; Eylül’ün defterinde vefa yazmıyor, Eylül kendine güvenenleri hep yüzüstü bırakıyormuş.

İşte ben bu yüzden Eylül gelip kapıya dayandığında, bundan sonra hep Green Day’in o yürek burkan şarkısını mırıldanacak “Wake Me Up When September Ends” diyeceğim. Tıpkı on yaşında bir Eylül günü kanserden babasını kaybeden Billie Joe Armstrong gibi Eylül’ü hiç yaşamamayı, o geçip gittikten sonra uyanmayı arzu edeceğim.