Çöl sürgününde son durak: Kerbela

HABER MERKEZİ – Çölü baştanbaşa yaran yeşil bereket Fırat, kıvrıla kıvrıla ufka uzanıyor, orada tepelerin ardındaki kızıllığa bağlanıyordu. Kafile, Mekke’den çıkalı neredeyse bir ay olmuştu. Kufe’ye girişine izin verilmeyen Hazreti Hüseyin ve yanındakiler nerede duracağı bilinmeyen bir zulümle çölde dolaştırılıyordu. Bir aydan beri kızgın kumlar yatak, kızgın kayalar yastık olmuştu. Akranları ağaç gölgelerinde oyun oynarken

PANORAMA- NEWS 03 Eylül 2019 MUHARREM AYI ÖZEL

HABER MERKEZİ – Çölü baştanbaşa yaran yeşil bereket Fırat, kıvrıla kıvrıla ufka uzanıyor, orada tepelerin ardındaki kızıllığa bağlanıyordu. Kafile, Mekke’den çıkalı neredeyse bir ay olmuştu. Kufe’ye girişine izin verilmeyen Hazreti Hüseyin ve yanındakiler nerede duracağı bilinmeyen bir zulümle çölde dolaştırılıyordu.

Bir aydan beri kızgın kumlar yatak, kızgın kayalar yastık olmuştu. Akranları ağaç gölgelerinde oyun oynarken Ehl-i Beyt çocuklarının ayak tabanları kızgın kumlarla dağlanıyordu. Haftalarca deve küfelerinde yol almışlardı, son bir haftadan beri de göz alabildiğince bir çölün ortasında askerler tarafından kuşatılmış bir halde mukadderatlarını bekliyorlardı.

Vali Ziyad, Hz. Hüseyin’i takip eden orduya onları susuz ve yeşilliği olmayan bir yerde konaklamak zorunda bırakmalarını söylemişti. En sonunda geldikleri yerde durmaları istendi. Hz Hüseyin bulundukları yerin ismini sordu. Cevap Kerbela’ydı. Kerbela bir kavşaktı.

İmam Hüseyin bulundukları yerin Kerbela toprakları olduğunu öğrenince; “İndirin denkleri, yerimiz burası, ağırlıklar işte burada indirilecek.” dedi. “Kabe’nin Rabbi’ne yemin olsun ki ceddimin bilip bildirdiği menzil burasıdır. Gayri dileyen çadır kurup konaklasın, dileyen gerisin geriye yurduna dönsün, Allah buraya kadar gelenlerden de razı olsun, gelmeyenlerden de…

Babam Sıffin’e giderken buraya uğramıştı. Ben de yanında idim. Buranın neresi olduğunu sordu. Kerbela denilince; mataracısı Ebu Abdullah’a; ‘burada biraz dur!’ diye seslendi. Ebu Abdullah, ‘Niçin duracağız?’ diye sordu. ‘Onların hayvanlarından indirileceği yer burasıdır, kanların döküleceği yer burasıdır.’ dedi. Bunun ne demek olduğu kendisine sorulunca da; ‘Muhammed Hanedanı’nın yükleri.’ dedi.

Babam, o gün burada Allah’ın Resulü ile arasında geçen bir olayı anlattı. “Ben bir gün Resulullah’ın yanına girmiştim. Gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Ey Allah’ın Resulü! Seni gözlerinden yaşlar akıtacak dereceye getiren bir şey mi oldu?” “Evet!

Biraz önce Cebrail yanımdaydı. Hüseyin’in Fırat kıyısında şehit edileceğini bana haber verdi. Onun toprağından ‘Evet’ dedim. Bunun üzerine elini uzattı. Bir avuç toprak avuçlayıp bana verdi. Gözlerimin yaşını tutmaya kadir olamadım.” İmam Hüseyin; “Evet baba! Yıllar önce işaret ettiğin yerdeyim ama şimdi sen yoksun yanımda, sensizliğin acısı var yüreğimde.” dedi.

İbrahim’in ateşe atılması, Musa’nın denizi yarması, İsa’nın çarmıh cezasına çarptırılması gibi Al-i Muhammed’in de bu belalı çölde mahsur kalması gerekiyordu. Bunlar insanların seçilmesini ve ayrışmasını sağlayan yol kavşaklarıydı.

Seçilmiş âbidler, zahitler topluluğu böyle çıkacaktı ortaya, fakat bunlar sapkınlar sürüsüne göre bir avuç kişiydi. İsa Mesih’in dediği gibi kurtuluşa giden yol dardı, dar kapılardan geçmek gerekiyordu. Kerbela dar geçitti. Kerbela’ya konduklarının dördüncü günü Kufe ordugâhında gözle görünür bir hareketlilik başladı. lakların biri geliyor, diğeri gidiyordu. Bir saat içinde Kerbela’da olacak yeni bir ordudan söz ediliyordu.

İmam Hüseyin çadırdan çadıra giriyor, gördükleri, duyduklarıyla bin parçaya bölünüyordu. Yezit neden bu kadar ordu yığıyordu bir avuç insanın karşısına? Zalim olduğundan mı, zalim olanın korkak olmasından mı?

Yoksa zalim iktidarına tek direnen Ehl-i Beyt ailesini yeryüzünden kazımak hırsından mı? Günün en taze ışıkları Kerbela topraklarını aydınlatırken, uzaklardan karaltılar görünmeye başladı. Karaltılar gittikçe çoğaldı. Askerlerin miğferleri, atların koşumlarındaki demirler güneşin taze ışıklarında parıldamaya başladı. Gelen, Ömer bin Sa’d komutasındaki yeni orduydu. Yeni ordunun askerleri, Hür bin Yezit’in bin kişilik öncü birliklerine karıştı.

Ömer bin Sad, Kufe’de yüksek rütbeli vasiyetlerini yerine getirmiş, mektubunu bir ulakla Hazreti Hüseyin’e iletmişti. Vali Ubeydullah, Kufe’ye geldikten sonra o da Rey valiliğine ve Destaba Deylem Serhatları muhafızlığına görevlendirilmişti. Kararnamesi hazırdı. Askerleri ile Rey’e doğru yola çıkmaya hazırlanıyordu ki Bölge Valisi Ubeydullah bin Ziyad; “Hüseyin işini hallet, ondan sonra askerlerinle yola çık.” dedi.

Ömer bin Sad, Hazreti Hüseyin’le karşılaşmak istemiyordu. İşi biraz ağırdan aldı. “Beni bu işe bulaştırma.” dedi. Bunun üzerine Vali Ubeydullah bin Ziyad; “Eğer Hüseyin’le çarpışmaktan imtina edersen kararnameyi geri alır, seni azleder, evini yıkar, boynunu da vururum.” dedi.

Ömer bin Sa’d kötü yakalanmıştı. Mühlet istemiş, yakınlarına danışmıştı. “Peygamber evlatlarının kanını mı dökmek istiyorsun, sakın böyle bir zulme bulaşma, ortak olma.” demişlerdi.

Ömer’in babası Sa’d bin Ebi Vakkas, dünyayı ayaklar altına almış birisiydi. Onun yanında mal ve makamın hiçbir kıymeti yoktu. Üstelik hayatta iken cennetle müjdelenmişti. Mütevazı idi.

Uhut’ta Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) önünde ok atmış, dağa sığınan Müslümanların yanına, müşriklerin çıkmasına oklarıyla engel olmuştu. Ömer, o babanın oğluydu. Fakat kısa zamanda fi kirler başkalaşmış, âlemin ahvalinde değişmeler olmuştu. Ömer bin Sad’da dünya hırsı, mal ve makam sevgisi üstün gelmiş, gözünü hırs bürümüştü. Rey valiliğinden vazgeçememiş ve kendini göz göre göre ateşe atmıştı.

Herkesi bir kan kokusu ve korkusu sarmıştı. Valiye gelerek göreve hazır olduğunu söylemiş ve Kufe ordusunun başında Kerbela’ya gelmişti. Ömer, ordu komutanlığını kabul ederken kafasında bu işi sulh yoluyla hallederim düşüncesi ağır basıyordu. Onun içindir ki ordusuyla Kerbela’ya geldiğinde ilk işi İmam Hüseyin’e bir elçi göndererek niçin buraya geldiğini sormak oldu. İmam Hüseyin, Hür’e dediği gibi, dedi: Şu şehir halkı, bana yazdılar, kendilerinin imamları bulunmadığını söylediler.

Gelmemi istediler. Bu hususta bana kesin söz verdiler. Otuz bin kişi biat ettikten sonra bana hainlik ettiler. Yakınlarına geldiğim zaman aldandığımı anladım. Geldiğim yere dönüp gitmek istediğimde Hür bana mani oldu. Hatta beni şu ağaçsız bozkır yerde mahsur tuttu. Şu üç teklifi maden birini kabul ediniz: ”Bırakınız ben cihad etmek üzere hudut boylarına gideyim, yahut Yezit’in yanına varıp kendisiyle görüşeyim ya da dönüp Medine’ye gideyim”

İmam Hüseyin’in bu son derece makul talepleri ordu komutanı Ömer bin Sad’ı sevindirdi. “Allah’a şükürler olsun! Zaten vallahi ben de Hüseyin’le muharebeden affedilmemi istiyordum.” dedi. Durumu, Kufe Valisi Ubeydullah’a yazdı.

Devamı var…