AABF Almanya İnanç Kurulu Başkanı Kaya: Aleviler ve Kerbela

AABF Almanya İnanç Kurulu Başkanı Kaya: Aleviler ve Kerbela

Aleviler yüzyıllar içinde Kerbela’dan daha büyük acılar yaşamalarına rağmen neden Kerbela bu kadar öne çıkıyor? Bazı olaylar yaşanan sürecin noktalarıdır, köşe taşlarıdır. Yeninin, yeniden doğanın temelini oluşturur. Oluşum sürecinde yeni başlangıcın ilk nüveleri oldukları için insanlık yaşadıkça anılırlar… Aleviler tarihsel süreç içinde bireysel ve toplumsal olarak birçok katliamlara maruz kalmışlardır. Günü gelmiş darağaçlarında, günü gelmiş

PANORAMA - NEWS 31 Ağustos 2019 MUHARREM AYI ÖZEL

Aleviler yüzyıllar içinde Kerbela’dan daha büyük acılar yaşamalarına rağmen neden Kerbela bu kadar öne çıkıyor?

Bazı olaylar yaşanan sürecin noktalarıdır, köşe taşlarıdır. Yeninin, yeniden doğanın temelini oluşturur. Oluşum sürecinde yeni başlangıcın ilk nüveleri oldukları için insanlık yaşadıkça anılırlar…

Aleviler tarihsel süreç içinde bireysel ve toplumsal olarak birçok katliamlara maruz kalmışlardır. Günü gelmiş darağaçlarında, günü gelmiş işkencelerde, günü gelmiş ateş kuyularında can vermiş bedel ödemiştir. Yerinden yurdundan sürülmüş en ağır hakaretlere, aşağılanmalara maruz kalmış ve toplu katliamlarla yok edilmeye çalışılmıştır.

Bu konuda tarihsel bir takvim çalışılması yapılsa yılın her gününe birkaç katliam düşer. Bu katliamlardan biride Kerbela katliamıdır. İmam Hüseyin ve Kerbela katliamı hemen bütün Alevilerin ortak bir hafızasına-Bellek- dönüşmüştür. İmam Hüseyin ve Kerbela Alevi inancının mihenk taşlarından birini teşkil eder.

Günümüzde yaşanan olaylar anılırken dahi Kerbela adı ile anılır. Kerbela Alevi inancında haksızlıkların, zulmün, katliamların ortak adı ve ortak simgesi haline gelmiştir. Kerbela’daki Hüseyni duruş yalnız Alevilerin değil, bütün ezilen, sömürülen, yerinden yurdundan sürülenlerin haksızlıklara karşı verdikleri hak mücadelesindeki hak sancağıdır. İmam Hüseyin’e Kerbelayı yaşatan zihniyet bugünde ezilenler üzerinde yeni yöntem ve taktiklerle ayni zihniyeti uygulamaktadır…

Söz konusu ayrışmalara baktığımızda “Kırılma noktası Kerbela ile başlamıyor, Hz. Ali dönemine uzanıyor” mu demek istiyorsunuz?

Evet, kırılma noktaları daha önceden var. Hz. Muhammet’in sağlığında var. Hz. Muhammet Mustafa’nın vasiyet olayında bu kırılma aşikâr olarak var. Vasiyet olayında Hz Muhammed’in kimi huzurundan kovduğunu tarih yazar. Hz. Muhammed’in defin erkânına katılmaya dahi gerek görmeden devlet yönetimini ele geçirmek için yapılanlar biliniyor…

Sonraları İmam Ali’nin biat etmesi için kılıç kuşanıp evi yakmaya gidenler belli… Çıkan arbedede Fatma Ana’nın darp edilip çocuğunu düşürmesi ve kısa bir zaman sonra Hakka yürümesi… İmam Ali’nin ve oğlu İmam Hasanın şehit edilmeleri… Bu konuda onlarca olayı dile getirmek mümkün. Bu olaylar bilinen ve itibar edilen birçok kaynakta mevcuttur.

Ama Kerbela’da yapılanlar insanlık tarihinde eşine az rastlanacak bir vahşet uygulamasıdır… Kerbela öyle bir fay hattı oluşturuyor ki asırlardır unutulmuyor ve insanlık yaşadıkça da unutulmayacak. Kerbela’da sözüm ona Hz. Muhammed’in dinine “inananlar” onun peygamberliğini kabul edenler, kendi peygamberlerinin soyunu yok etmek ve Hz. Muhammed’in dinini ortadan kaldırmak için İmam Hüseyin’e ve hane halkına zulüm yaptılar.

Bu olay Şehitler Şahı İmam Hüseyin’in dediği gibi “Artık İslamla vedalaşmak gerek, çünkü ümmet Yezit gibi bir fasık’a düçar olmuştur.” İslamla vedalaşmaktır. Kerbela’da yapılan katliam İmam Hüseyin nezdinde Ehli-Beyt inancına karşı yapılmıştır.

Peki, Hz Hüseyin’in itirazı “kim halife olacak” noktasında mı başlıyor?

İmam Hüseyin kesinlikle halifelik için çalışmamıştır. Hak olanın zorbalar tarafından gasp edilmesine, Ehl-i Beyte yapılan haksızlıkların son bulmasına, halk için hakkın, adaletin sağlanacağı bir ortam için mücadele etmiştir. İmam Hüseyin bir dava adamıdır, yalnız kendisi için değil bütün insanlık için hak olanı savunmuş.

Kendisine teklif edilen şanı, şöhreti, altınları, sarayları reddetmiş kendi davası uğruna en büyük bedelleri ödemeyi kabullenmiştir. O yüzdendir ki Hüseyin ismi zulme başkaldırmanın simgesi haline gelmiş, inancımızda Pir’lik makamının sahibi olmuştur.

İmam Hüseyin, Hak olanın yürürlükte kalması için, gelecekte de insanlığın zulme boyun bükmemesi adına bu yolu seçmiş ve boyun eğmezliğin abidesi olmuştur. Ve Yezit ordusuna karşı “Kanım dökülmeden ayakta durmayacaksa ceddim Muhammed’in dini! Ey kılıçlar haydin gelin alın beni, parçalayın, parça parça edin bedenimi…” diye haykırmıştır.

Kerbela olayında dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var. İmam Hüseyin Yezit’in saltanatını yıkmak için bir ordunun başına geçip bir ayaklanmaya kalkışmıyor. İmam Hüseyin Muaviye’ye biat etmediği gibi, Yezit gibi bir lanete de biat etmek istemiyor.

Medine şehrinde biat için kendisine yapılan baskılardan kurtulmak için hane halkıyla beraber Medine’den çok uzaklara gitmek için yollara düşüyor. Bu yolculukta Kerbela denen yerde Yezit ordusu tarafından önü kesilerek, “Ya Yezit’e biat edeceksin ya da öleceksin” deniyor. İmam Hüseyin Yezit’e biat etmektense Hak davası uğruna ölmeyi tercih ediyor.

Peki, bu başkaldırı halkın desteğiyle olmuşsa, neden sonuca ulaşmamıştır?

Kerbela’dan çıkarılması gerekenler var. Kerbela’da vahşet var, ihanet var, direniş var. Bunları irdelemek sayfalar dolusu olur. İmam Hüseyin’i bu haklı davasında, kaynaklarda yazılanlara göre Kufelilerden 40-70 bin civarında davet mektupları alıyor. Kerbela olayına baktığımızda bir yaşındaki bebekle beraber yetmiş iki kişi görüyoruz. Peki, nerede bu davetin sahipleri?

Yukarıda kısaca belirtmiştim. İmam Hüseyin Yezit’in biat için yaptığı baskılardan uzak kalmak için Medine şehrini terk etmek zorunda kalıyor. Gideceği yerler arasında Kufe şehrinden gelen mektuplar önemli bir rol oynuyor. Bunların gerçek olup olmadığını anlamak içinde amcasının oğlu Müslim’i önceden Kufe’ye yolluyor.

Müslim, gelmesini tavsiye ettiği içinde Kufe’ye gitmek için yola koyuluyor. Yezit bu durumu öğrenince ordusunu İmam Hüseyin’in üzerine yolluyor, aynı zamanda Kufe şehrinde de vahşi bir yıldırma hareketine girişiyor. Müslim bin Akil ve iki çocuğu da şehit ediliyor.

Bu durumdan İmam Hüseyin Kerbela yolunda haberdar oluyor. Bu da bir gerçek: Yezit’in dönemin en büyük silahlı ve finanssal gücü elinde bulundurduğu ve bu güç sayesinde yönetimden rahatsız olan ve İmam Hüseyin’e taraf olanların üzerinde korkunç bir baskı ve yıldırma hareketine giriştiğini kaynaklarda yazıyor. Neticede demokratik usullere uygun olarak insanlar özgürce hareket edemiyorlar… Baskı ve şiddet konuşuyor.

Hz. Hüseyin’in önünde babası ve abisinin katledilmesi gibi iki örnek varken, gerçeklerin farkına varmamasını nasıl yorumluyorsunuz?

İmam Hüseyin, dedesinin sağlığında küçük yaşta olmasına rağmen, babasına, annesine, abisine ve Ehli-Beyt’e yapılanları çok iyi bilmektedir. Olayları ve gelişmeleri değerlendirmede olağanüstü bir dahi… Kerbela’ya yola çıkarken bu yolun dönüşünün olmadığını çok iyi bilmekte.

İmam Hüseyin babasının ve abisi İmam Hasan’ın uğruna can bedel ödedikleri bu hak davanın bir savunucusu olarak kendi atalarının yolunu sürmektedir. Alevi tarihi Kerbela olayından sonrada bütün olanlara rağmen İmam Hüseyin’in ve atası İmam Ali’nin yolunu süren yüzlerce bireysel ve toplumsal harekete şahittir. Zulmün olduğu yerde Hak davayı sahiplenen de olacaktır.

İmam Hüseyin’in Kerbela’da önünü kesen yezit ordusunun komutanına söylediği bu sözler konuyu anlatmak ve anlamak için yeterlidir. Yezid’in komutanına diyor ki: “Gün olurda bu başım kesilirse, Bilesin ki kesilmiş başım dahi Yezit’e biat etmeyecektir.” İşte İmam Hüseyin bu Hak davayı sahiplenmiştir.

“Alevilerin hala Hz Hüseyin için gözyaşı dökmelerini anlayamıyoruz” diyen bir kesimde var. Bu gözyaşları Hz. Hüseyin için mi dökülüyor yoksa başka anlamlarda ifade ediyor mu?

Aleviler asırlardır İmam Hüseyin için gözyaşı döktü, yas tuttu, dar dibinde, uğradıkları katliamlarda, zulme karşı başkaldırdıklarında İmam Hüseyin’i andılar, İmam Hüseyin’i çağırdılar.

Hüseyin ismi çocuklarımıza isim oldu. Verdiğimiz ikrarda, ettiğimiz yeminde, deyişimizde, duazımızda, mersiyelerimizde hep onun adı oldu. İçtiğimiz bir bardak suyu dahi onun ismini anarak içtik. İmam Hüseyin Alevi inancında sadece bir kişi değildir. İbadetimizde, erkânlarımızda, ritüellerimizde başköşeye konmuştur, kısacası İmam Hüseyin olmazsa olmazlarımızdandır. Elbette ki İmam Hüseyin için gözyaşı dökeriz, yas tutarız.

İmam Hüseyin şahsında insanlık davası uğruna can vermiş, bedel ödemiş bütün canlarımızı anar, yaşadığımız bütün acılarımızı İmam Hüseyin nezdinde dile getiririz. Yaşadığımız acıların, uğradığımız katliamların, yapılan bütün haksız, adaletsiz uygulamalara karşı ortak dili olmuştur İmam Hüseyin…

Bu gerçekle beraber şunu belirtmeliyim ki; İmam Hüseyin’in savunduğu düşünceyi savunmadıkça, uğruna can verdiği değerler hayata geçirilip günümüzün Muaviye-Yezit zihniyetine karşı Hak olanın yanında saf tutulmuyorsa İmam Hüseyin’in duruşundan, direnişinden hiçbir şey anlamamışız demektir. İmam Hüseyin bizlerden kendisi için ağlamayı değil, verdiği hak mücadelesine sahip çıkmamızı istiyor.

Son dönemlerde Alevi inancına yönelik o kadar çirkince hakaretler yapılmaktadır ki, yapılan bu saldırılar tarihte Alevilere yapılanlara rahmet okutmaktadır. Temel ibadetlerimizde Pir makamına oturttuğumuz, önünde dar’a durup ikrar verdiğimiz yolumuzun pir’i İmam Hüseyin’e ve İmam Hüseyin nezdinde Ehli-Beyt’e yönlendirilen bu çirkince saldırıları nefretle kınıyor, bütün canlarımızı Alevilerin inancına, birlik ve beraberliğine yönelmiş bu harici söylemlere karşı birlik olmaya çağırıyorum.

“Aleviler madem Hz Ali, Hz. Hüseyin ve Ehlibeyt’i bu kadar seviyorlarsa, neden onlar gibi ibadetlerini yapmazlar” diyenler de var. Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz?

Bu sorular Alevi inancından bihaber olanların veya bilinçli olarak Alevilerin inançsal birliğini dağıtmak isteyen misyonerlerin, egemen mezhep yandaşlarının, Aleviler hakkında fetva verenlerin ve Alevi inancını kabullenmeyenler tarafından sorulmakta.

Bilindiği için söylüyorum; “Eğer Alevilik Ali’yi sevmekse ben dört dörtlük Aleviyim” diyenlerin soruları… Alevi inancında kırklar meclisini bilenler veya Alevi inancında yaratılış kozmolojisini bilenler Muhammet-Ali Nurunun (Ehli-Beyt Nuru) inancımızda Ali’nin, İmam Hüseyin’in, oniki imamların ne olduklarını iyi bilir ve böylesi soruları aklından dahi geçirmez.

Bu nadanlara şunu sormak gerekiyor. Alevi toplumunun, yol ulularının, âşıkların, sadıkların asırlardır yaptıkları nedir?

Pir Sultan Abdal’ın, Nesimi’nin, Yemini’nin, Hatayi’nin deyişleri, duazları, Ehli-Beyt’e yükledikleri misyonlar ve olan inançları yalan mıydı?

İşte bu ayda yine milyonlarca Alevi oniki imam yası tutacak, oniki gün boyunca Şah-ı Merdan Ali, İmam Hüseyin, Ehli-Beyt ve İmamlar anılacak.

Bu soruları bu milyonlara ve yolumuzun ulu ozanlarına sorsun bu fitneciler… Gerekli cevapları alacaklardır.

Önemlisi Ehli- Beyt neferleri neyi savunmuş, Ehli Beyt beşlisi ne için mücadele vermiş, insanları neye davet etmiş. İmam Hüseyin’in davası neyin davası? Kısacası Hakkın, hukukun, barışın yeryüzünde hâkim olması içindir bu dava…

İbadet eğer Hakk içinse esas olan bu ilkeler ve bu kurallardır. İbadette şekilcilik olmaz. Saltanat dincilerinin kendi egemenliklerini garantilemek için yazdıkları tarih ve hadis kitaplarını kendilerine referans alanlar Ehl-i Beyt hakkında saltanat dincilerinin düşüncelerine sahiptir.

Oysaki kutsal kitaplarda dahi ibadetin şekli konusunda bir sınır konulmamıştır. Velayetin şahı dediğimiz, varoluşun ilk nurları dediğimiz Ehli-Beyt neferlerine acizlerin öğretecekleri bir şeyler olmaz. İbadetin bir şekle, biçime konulmayacağı konusunda yüzlerce örnek var. En basit örnelerden birisi Hz. Musa ile çobanın hikayesidir.

Oruç açımı ile ilgili en çok sorulan sorulardan biri de “oruç açım zamanı”… Bununla ilgili imsakiye benzeri bir çalışmanız var mı? Nasıl bir çözüm öneriyorsunuz?

Alevi inancında zahir olandan öte orucun ne anlama geldiği niçin tutulduğu önemlidir. Şekilcilikten tamamen uzaktır. Sessiz sedasız bir niyettir. Kimseler rahatsız edilmez, kimselere baskı yapılmaz, tamamen bir gönüllülük ve rızalık meselesidir.

Oruç tutacağımız günün arifesinde bir sonraki gün oruç tutacağımız için niyet ederiz, hayırlı olmasını, cümle insanlık için hayırlara vesile olmasını dileriz. Oruç açımımızda da orucumuzu lokmalara verilen gülbenk ile açarız. Soframızda rızalık lokması bulunur, şatafattan uzaktır.

Oruç açımında saat ve dakika diye bir sorunumuz yoktur, bu nedenle illere göre bir imsakiye de çıkarmıyoruz. Hızır orucu gün batımından sonra (hava kararmıştır) Matem orucu gün batmak üzereyken açılır.

Almanya’da doğu ile Batı arasında yarım saatlik bir fark vardır. Canlarımız bulundukları yöreye göre günbatımını dikkate almalıdırlar… İnanç kurulu olarak gün batımını dikkate alarak takribi bir zaman dilimi veriyoruz. Takriben 19.30 -19.45 arası…

Alevilerce kutsal kabul edilen oniki imamdan biri de İmam Mehdi’dir. Alevilikteki mehdi anlayışı nedir?

Muhammet mehdi inancımızda önemli bir yere sahiptir. Onikinci imamdır. Sır olmuştur. ( Gaybeti Kübra) Toplumsal düzenin alt üst olduğu, Dünyanın zülüm ile yönetildiği bir zamanda insanlığı bu zulümden kurtarmak için geleceğine inanılan bir kurtarıcıdır. Günün birinde zuhur edeceği deyişlerimize, duazlarımıza konu olmuştur…

Taki, Naki imamların civanı,
Hasan-ül Askeri cismim sultanı,
Elinde hücceti, Mehdi devranı,
Vakit tamam oldu gönderir Allah.
Virani

Alevilerin Mehdi inancı yeryüzünde haksızlıkların son bulması, barış ve kardeşlik duyguları içerisinde renk, dil, din, etnik köken ayrımı olmadan bütün insanların yan yana yaşamasıdır.

Muhammet Mehdi beklentisi de bu amaçlandır. Yeryüzündeki bütün haksızlıkların ortadan kaldırılması, Şah-ı Merdan Ali’nin adaletinin hakim kılınması zaten Alevi öğretisinin temel düsturlarından biridir. Bir kurtarıcı inancı yanlızca Alevilerde değil, Mülkiyet ve iktidar hırsı, bu hırsın ezilen kesimler üzerindeki zulmü her dönemdede ezilen kesimlerde gelecek için bir umut ve bir kurtarıcı inancı doğurmuştur.

İnancımızda İmam Muhammet Mehdi Geleceğin (Sahibi zaman) imamıdır. Sır olmuştur. (Gaybeti kübra)… Yeryüzüne adaleti sağlamak için tekrardan zuhur edecektir… Bu aynı zamanda firavunların baskısı altında inim inim inleyenlerin gelecek için bir umududur. Bu umudun gerçekleşmesi için bir bütün olarak günümüzün Muaviye zihniyetine karşı her alanda Hak olanı dile getirmek, Haksızlıklar karşısında boyun eğmemek olmalıdır.

Şunu kendimize sormamız gerek: Muhammet Mehdi’nin dünyaya getireceğini beklediğimiz hak, hukuk, adalet için ne yapıyoruz? Muhammet Mehdi’den yana olmak yaşanan her türlü adaletsizliğe karşı durmaktır. “Bana dokunmayan bin yaşasın” demekle Muhammet Mehdi’den yardım beklemek abestir. Muhammet Mehdi bizim içimizden çıkacaktır, yoksa gökten bir mehdi inmeyecektir.

Gadir-i Hum Bayramı nedir? Aleviler bu bayramı kutlarlar mı?

Gadir-i Hum Mekke ile Medine arasında bir yer ismidir. Hz Muhammet Veda Hacı’ndan dönerken burada deve semerlerinden yapılan yüksekçe bir yere çıkıp beraberinde olanlara (kaynaklar 120.000 kişi) bir konuşma yapar. Burada İmam Ali’nin elini havaya kaldırarak, Ali’nin kendisine vasi olduğunu belirtir. Orda bulunanlarda bunu onaylar.

Hz. Muhammet Gadir-i Hum’da İmam Ali’yi kendisine vasi olarak tanıtmıştır. Kendisiyle Ali’nin aynı nurdan olduğunu, bir olduğunu, “Ben Ali’yim, Ali benim” diyerek İmam Ali ile bir gömlekten (bedenden) baş göstermiştir. Ancak sonrasında iktidar sevdasına düşenler bunu dikkate almazlar. Hz. Muhammet öncesi dönemim saltanat sahipleri tekrardan kendi saltanatlarını geri almak için var güçleriyle sahnededirler.

Anadolu’da yaşayan Aleviler gadir-i Hum konusunu ve Gadir-i Hum sonrası yapılan haksızlıkları geniş bir şekilde anlatırlar… Ancak Gadir-i Hum bütün Aleviler tarafından bir bayram şeklinde kutlanmıyor. Nusayri Alevileri ve Güney bölgelerimizde yaşayan aleviler bu günü bayram olarak kutlarlar.

Aleviler ilgili karşılaştırmalar sadece Sünni İslam ile sınırlı değil, Şiilik de bu kapsamda yer alıyor. Özellikle Muharrem Orucu ve Ehlibeyt sevgisi konularında oldukça fazla eşleştiriliyor. Bu durumu nasıl karşılıyorsunuz?

Alevilik ile Şiilik arasında sadece Ehli-beyt ve oniki imamlar konusunda bir yüzeysel benzeşme var. Dediğim gibi. Bu sadece yüzeyseldir. Bizim inancımızda Ehl-i Beyt ve oniki imamların yeri kutsanmıştır. Dikkat edilirse Şiiler matem orucu (kimi çevreler sadece birinci gün onuncu gün oruç tutarlar) tutmaz yas tutarlar ve oniki imamlar çorbasını pişirmezler.

Bizde Cem vardır, sorgu, görgü vardır, dört kapı, kırk makam vardır. Kısacası Hiçbir erkânımızda ritüelimizde Şiilerle ortak bir yönümüz yoktur. Şunu belirtmekte yarar görüyorum. Son dönemlerde Aleviler içerisinde Ehli-Beyt ve oniki imamlar algısını kullanarak yoğun bir Şiileştirme propagandası yapılmaktadır. Alevilerin Ali ile Oniki imamlarla alakası yoktur diyenlerle Şii misyonerlerin faaliyetleri aynı yerden organize edilmektedir.

AABF İnanç kurulunun devlete, devletin çeşitli kurumlarına (Diyanet, TIKA vb. ), Şii kurum ve kuruluşların finansal desteği ile Alevi hareketini (Özellikle AABF-AABK) bölmek, parçalamak olan takkiyeci sözde Dede, Baba, yazar, çizer, araştırmacı diye geçinen misyonerlerin cemevlerimize konuk edilmelerine onayı yoktur. Bütün yönetici canlarımızın bu konulara azami dikkat göstermeleri öncelikli görevlerimizden olmalıdır.

Alevilik ile ilgili tüm referans kaynakları Arap dünyasından olmasına rağmen ibadet dilinin Türkçe olduğunu görüyoruz. Bu fark nereden kaynaklanıyor?

Alevilerin referans kaynaklarının Arap dünyasından veya bir başka dünyadan olması neticede hiçbir şeyi değiştirmez. Semavi dinlerin çıkış noktası da Arap dünyasından… Ama yeryüzünün her köşesinden inananları var ve kendi ana dilleriyle ibadetlerini yapıyorlar.

Bütün insanlar Hz. İsa’nın, Hz. Musa’nın veya Hz Muhammet’in konuştukları dili bilmiyor, bilmek zorunda da değillerdir. Her toplumun kendi anadili ile kendi ibadetini yapması en doğal olanıdır. Yeryüzünde hiçbir dil diğerinden kutsal değildir. Anlamadığımız bir dilde ibadet etmek Alevi düşüncesine aykırıdır. Alevi öğretisi akılcıdır, nakilci değildir.

Dil, din, renk, ırk ayrımı bilmez. On sekiz bin alemin sahibi on sekiz bin dili de biliyor. İlla Arapça olsun diyenlerin amaçları toplumu kendi iktidarları için tahakküm altında tutmak ve rantiyeciliktir.

Peki, bu durumda 50 yıl sonra Almanya’daki Aleviler Almanca mı ibadet edecekler?

Evet. Bugün Alevi inancına mensup olanların hepsi Türkçe konuşmuyor. Arapça, Farsça, Kürtçe, Kırmancki, balkan dilleri vb. dilleri konuşuyorlar. Bizler de Türkçeyi sonradan öğrendik, ondan önce ibadet dilimiz kendi ana dilimizdi. Aleviler dünyanın birçok ülkesinde yaşıyorlar.

Bu ülkelerde doğup büyüyenler bu ülkelerin dilini konuşuyorlar. Örneğin Almanya’da yetişen gençlerimizim çoğunluğu Almancaya hâkim, Türkçeyi anlamakta zorluk çekiyorlar. Şimdi bu gençlerimiz Türkçe bilmiyorlar diye onları Alevi olarak kabul etmeyelim mi?

Elbette ki anladıkları dilde ibadetlerini yapacaklardır. İnanç kurulu olarak bugünden bu sorunlara çözüm bulmak için çaba harcıyoruz. Gençlerimizle Almanca cem, Almanca Gülbenk ve Dualar hazırlıyoruz. Tabiî ki bu geçiş aşaması bazı sıkıntıları da beraberinde getiriyor. Bu sıkıntılar kendini tercümede bariz bir şekilde göstermektedir.

Deyiş, Duaz, Dua, Gülbenk ve inanç dili konusunda Almancaya çevrilenler Türkçedeki anlam ve manalarını kaybediyor. Bu konuda nasıl bir yöntem uygulanmalıdır sorusu üzerinde konunun uzmanları ile detaylı bir şekilde düşünülmeli ve çözümler üretilmelidir.

Su içmeme konusu diğer bir merak edilen konu. Sağlık ile ilgili sorunlar çıkmıyor mu? Kaldı ki 12 gün oldukça uzun bir süre…

Alevi inancında insan bedeni “Hakkın Binası” olarak bilinir. Bu bina Hakkın tecelliyatıdır. Hakkın binasına zarar vermek Hakka uygun değildir. Alevilerde oruç zoraki değil bir rızalık sorunudur. Şartları müsait olan her canımız olanaklarının elverdiği ölçüde inancına sahip çıkmalı ve gerekenleri yerine getirmelidir.

Su içmeme vücudu oniki gün süreyle susuz bırakmak değildir. Burada mana özellikle Kerbela çölünde günlerce susuz kalanları hatırlamak, onların çektikleri sıkıntılara bir nebzede olsa ortak olmak anlamındadır. Genellikle berrak su kana kana içilmez.

Su içildi mi “Rahmet Hüseyin’e ve Kerbela şehitlerine, Lanet Yezid’e Olsun” diyerek içilir. Genellikle berrak su yerine Ayran, çay, meyve suları içilir… Vücudun su ihtiyacı mutlaka ki değişik sıvılarla karşılanmalıdır.

Aleviler tarafından okunan mersiyeler var. Öncelikle mersiye nedir? Sadece Muharrem ayında mı okunur?

Mersiye sözcük olarak Arapçadır. Türkçe karşılığı ağıt’tır. Genellikle Hakka yürüyenlerin arkasından ağıtlar yakılır, kişinin yaşadığı zaman diliminde yaptığı iyilikler, söylediği güzel sözler, geride bıraktığı izler ağıtlarda dile getirilir. Dünyadan göçmesine olan üzüntülere, kendisine duyulan özlemlere yer verilirken, olaya sebebiyet veren haksızlık ve zulüm uygulayanlara da sitem edilir…

Kerbela şehidi İmam Hüseyin’in şahadetinin ardından yazılmış olan şiirlere, ağıtlara kerbela mersiyeleri denir. Matem günlerinde genellikle bu mersiyeler okunur. Cemlerimizde de oniki hizmetten biri olan Saka hizmeti görüldüğünde İmam Hüseyin için mersiye okunur. Kerbela mersiyelerinin Alevilikte özel bir yeri vardır. Bu konuda Alevi edebiyatı oldukça zengindir. İmam Hüseyin için yazılmış yüzlerce mersiye vardır.

Şah Hatayi’den bir örnek vermek gerekirse;

Bugün matem günü geldi
Ah Hüseyin Şah Hüseyin
Senin derdin bağrım deldi
Ah Hüseyin Şah Hüseyin
 
Kerbela’nın önü yazı
Yüreğimden çıkmaz sızı
Yezitler mi kırdı sizi
Ah Hüseyin Şah Hüseyin

Gazel oldu bahçe bağlar
Dumanlıdır yüce dağlar
Şah Hatayi yanar ağlar
Ah Hüseyin Şah Hüseyin

Hz Ali’nin oğullarından biri de Hz. Hasan. O da Hz. Hüseyin gibi şehit edilmiştir. Ama Hz. Hüseyin kadar anılmadığı, deyişlerde yer bulamadığını görüyoruz. Bu fark nereden kaynaklanıyor?

Şah-ı Merdan Ali başta olmak üzere Aleviler on iki imama inanırlar ve İmamlar arasında bir ayrım yapmazlar. Deyişlerde duazlarda bütün imamların adı geçer. Son İmam Muhammed Mehdi’nin dışında hemen bütün İmamlar Emevi- Abbasi saltanat iktidarları tarafından değişik taktik ve yöntemlerle sürekli baskı altında tutulmuş, zindanlara atılmış ve şehit edilmişlerdir.

Kimileri İmam Hasan’ın Muaviye ile olan anlaşmasını ileri sürerek bazı ithamlarda bulunurlar. Bence doğru bir yaklaşım değildir. Her olay kendi döneminin siyasal, ekonomik ve toplumsal şartları içinde değerlendirilmelidir ancak bu şekilde doğru bir tespit yapılabilir, gerisi ön yargılara dayanır.

İmam Hasan-ül Müçteba Dedesi Muhammet Mustafa, Babası Haydarı-Kerrar ve annesi Fatimat’üz Zehra’dan aldıklarıyla yetişmiştir. Merdan Ali’den sonra ikinci imam olarak kabul edilmiştir.

Aleviler açısından bütün imamlar eşittir. Kimi imamların kendi dönemlerinde yaptıkları ile öne çıkmaları (Örneğin Merdan Ali, İmam Hüseyin, İmam Cafer-i Sadık ) normaldir. İmam Hüseyin Alevi öğretisinde şehitler şahı ve Pir olarak kabul edilmiş cemlerimizde Pir’lik makamı İmam Hüseyin’e addedilmiştir.

Kerbela deyince öne çıkan bir diğer isim Hz. Zeynep kimdir? Aleviler için neden bu kadar önemlidir?

Zeynep Ana anlaşılmadan, bilinmeden Kerbela’nın bir yanı anlaşılmamış olur. Zeynep Ana bilince çıkarılmadan anlatılanlar eksik kalır. Zeynep Ana sevgidir, sabırdır, şevkattir, cesarettir, umuttur, Alevi inancında Annesi Fatimatül-Zühre gibi, Zeynep Ana‘da Alevi kadının sembolüdür.

Zeynep Ana, Şah-ı Merdan Ali‘nin kızıdır, Yaşadığı acılar karşısında dimdik duran, haksızlığa boyun eğmeyen, fedakarlıkta sınır tanımayan günü geldiğinde anne şefkati ile kucaklayan, günü geldiğinde zalimin karşısında Hakkın bayrağını arş’a çeken, babası Haydari-Kerrar gibi cesarete, kardeşi şehitler şahı İmam Hüseyin gibi duruşa sahip olan, şehitler kızı, annesi, kardeşi, teyzesidir.

Zeynep Ana, dedesi Muhammet Mustafa’nın, Annesi Fatimat-ül Zehra’nın Hakka yürümesine şahit olmuş. Babası Ali-ül Murteza’nın, Kardeşi Hasan-ül Mücteba’nın, Şah Hüseyin’in Kerbela’da şehitliğine, iki oğlunu ve yeğenlerinin gözü önünde barbarca şehit edilmelerine tanık olmuş ama yine de Yezid’e biat etmemiş, hakkı gittiği her yerde zalimlerin suratına haykırmıştır.

Kufe valisinin “Ey Ali’nin kızı! Gördün mü Hakk bizden yanaymış, böyle olmasaydı biz Muzaffer olmazdık” sorusuna

Zeynep Ana: “Sizler kaybettiniz, evet kaybettiniz. Çünkü kardeşim Hüseyin, binlerce kişiye bile boyun eğmedi. Eğer zalimliğinizden korkup gelseydi ayaklarıyla buraya, gelip eğilseydi önünde, o değil sen kazanmış olurdun.

Hani nerde bu başın ayakları? Dedim ya, o kendisi yerine, kesik başını yolladı sana, Önünde duran Hüseyin’in başı, ama kendisi nerede. Gövdesi ve inançları nerede, yüreği nerede… Âlemlere rahmet dedesi, babası, anası nerede? Kerbela’da bre Yezit uşağı… Kerbela’da…”

Aşure’nin Alevi toplumu açısından önemi nedir? Aşure sıradan bir çorba mıdır?

Aşure Arapça bir sözcüktür, onuncu gün anlamındadır. Bu terim özellikle Muharrem ayının onuncu günü için kullanılır. Alevi inancında oniki imamlar çorbası olarak pişirilip dağıtılır. Aşure, çeşitli yiyeceklerle yapılan tatlıya verilen bir addır.

Tarihsel kökeni hakkında değişik rivayetler varsa da genellikle Nuh tufanından sonra geminin ambarında kalan son yiyeceklerin hepsinin bir kazanda pişirilip yenmesinden geldiği, sonrasında İnsan neslinin tufandan (yok olmaktan) kurtuluşu için pişirilip dağıtıldığına inanılan bir şükür tatlısıdır. Bu gelenek birçok inançta günümüze kadar devam etmektedir.

Alevilerde pişirilen oniki imamlar çorbası, her ne kadar bununla ilişkilendiriliyorsa da aslolan başkadır. Alevilerin pişirdiği bu çorba öncelikle oniki imamlar için pişirildiği için kutsaldır.

Hazırlanmasında, pişirilmesinde, Kazan karıştırılırken, dağıtılırken, yenirken gülbenkler verilir, dualar edilir. Oniki imamın niyetine oniki namet imamların adı teker teker sayılarak kazana atılır. Bu nametlerde şu olmazsa olmaz diye bir kural yoktur. Her can kendisinin temin edebildiği oranda onikiyi tamamlar. Zahiri anlamda bu çorba oniki imamlar aşkına -Hayrına- pişirilip dağıtılır, tıpkı hakka yürüyenlerimizin ardından verdiğimiz hayır yemekleri gibi.

Batını olarak anlamı ve anlatımı geniştir. Özet birkaç cümle ile diyebilirim ki; öncelikle onikiler kandildeki Muhammet-Ali nurunun ardıllarıdır, Hakka en yakın olanlardır. Nübüvvet ve velayetin birliğidirler. Hakla hak olmuş, hakkın kelamını dile getirmiş, Muhammet-Ali’nin ilmini, marifetini, adaletini onlardan sonra yaymak ve tercüman olmak için ışık olmuşlardır, onlara varmak, onlara yakın olmak hakka yakın olmaktır.

Bir başka anlamı ile ham olanı pişirip belli bir kıvama getirmektir. Nasıl ki oniki ayrı nimet bir kazana koyulup ayni kıvama gelmesi, aynı tadı vermesi için ateşte pişiriliyorsa, yola talip olan kişi de ayni şekilde bir dergâhta, bir mürşidin elinden tutarak pişip insani-kamil derecesine gelir.

Bu aynı zamanda birliğe varmak anlamındadır. Dört anasır dediğimiz ateş, hava, su, ve toprağın birliği demektir. Yanan, pişiren ateştir, ateşi uyaran havadır, kazanın içinde su, suyun içinde de topraktan elde ettiğimiz yiyecekler… Bâtıni anlamda bu dört nesne hayatın kendisidir, birliktir, vahdettir. Dördün bileşimi aradaki ayrılığı kaldırmıştır.

Aşure’yi genelde kadınlar mı yapıyor? Bunun inanca dayanan bir nedeni var mı yoksa tesadüf mü?

Oniki imamlar çorbasını illaki kadınlar yapmalı diye bir kural yoktur. Ancak genellikle evde anneler bu işi üstlenirler… Alevilerde kadın yol’un kendisidir. Kubbeyi rahmandaki tahtın sahibidir.

Anne Kucaklayıcıdır, sevgi ve şefkat sahibidir. Dikkat edilirse matem orucunu karşılama orucu da Fatima Ana için tutulur. Hanede kazana oniki nimet atılır. Hanede bulunan her ferdin hem rızalığı hemde lokması olsun diye her aile bireyi imamların niyetine kazana nimet atar.

Dualar edilir, gülbenkler okunur ve Hane halkı o günkü orucunu pişirdikleri çorbayı tadarak açar. Cümle canlarımızın oruçları Hakk katında, matemleri oniki imamların dergâhına yazılsın. Davaları İmam Hüseyin’in davası olsun…

AABF Almanya Alevi Birlikleri Konfederasyonu İnanç Kurulu Başkanı Müslüm Kaya