Küresel nüfus dönüşümü: Kuzey yaşlanıyor, güney büyüyor

İnsanlık, kayıtlı tarih boyunca yaşadığı en derin demografik dönüşümle karşı karşıya olabilir.

SEDAT LAÇİNER 09 Kasım 2025 YAZARLAR

19. ve 20. yüzyıllarda zirveye ulaşan Batı ülkelerinin nüfusları, yaklaşık yarım yüzyıldır duraklamakta veya gerilemektedir. Avrupa, Kuzey Amerika, Rusya, Japonya ve Güney Kore’yi kapsayan kuzey yarımkürede doğurganlık oranları çöküşe geçmiş, nüfuslar aynı anda hem küçülmekte hem de yaşlanmaktadır. Bir zamanlar dünyanın demografik devleri olan Britanya, Fransa, Almanya, Rusya ve Japonya gibi ülkeler, bugün ani bir nüfus çöküşü tehlikesiyle yüz yüze.

Bu dönüşümün bir kısmı, uluslararası göç sayesinde gizleniyor. Örneğin Almanya’nın nüfusu istikrarlı görünüyor; ancak bu istikrar, derin bir iç değişimi maskeliyor. Etnik Almanların sayısı azalırken, nüfus artışı yalnızca göçmenler ve göçmen kökenli ailelerin daha yüksek doğurganlık oranları sayesinde sürüyor.

Gerçekte, doğurganlık oranları dünyanın her yerinde düşüyor. Kentleşme, eğitim ve kadınların iş gücüne artan katılımı, aile boyutlarını küçülttü. Ancak bu düşüşün hızı bölgelere göre büyük farklılık gösteriyor. Batı Avrupa’da kadın başına ortalama çocuk sayısı yaklaşık 1,5’e düşerken, bazı büyük şehirlerde bu oran 1’in altına indi. Buna karşılık, Afrika ve Güney Asya’nın bazı bölgelerinde doğurganlık hâlâ görece yüksek. Örneğin Nijer’de kadın başına çocuk sayısı, 2000 yılında 7 iken bugün 6’ya düşmüş durumda — bir azalma, ancak hâlâ Avrupa seviyelerinin çok üzerinde.

Sonuç olarak, kuzeyde nüfuslar küçülürken, Afrika ve Asya’nın büyük bölümü hızla büyümeye devam ediyor. Afrika’nın yaklaşık 1,5 milyarlık nüfusunun, 45 yıl içinde 3,2 milyara ulaşması bekleniyor. 2070 yılına gelindiğinde, dünyadaki her iki kişiden biri Afrikalı olabilir.

Bir diğer hızla büyüyen grup ise Müslüman nüfus. Bugün dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 25’ini oluşturan Müslümanların oranının, önümüzdeki 25 yıl içinde yüzde 30’u aşması bekleniyor. 2070 yılına gelindiğinde, her üç kişiden biri — hatta bazı tahminlere göre her iki kişiden biri — Müslüman olabilir.

2050–2070 yılları arasında Yemen’in nüfusunun Britanya veya Fransa’yı geçmesi, Afganistan’ın 80 milyonu aşması ve Irak’ın 100 milyona ulaşması öngörülüyor. Bir zamanlar seyrek nüfuslu bir çöl olan Orta Doğu, yüzyıl ortasına gelindiğinde, tüm Avrupa Birliği’nden bir buçuk kat daha kalabalık olacak.

Kısacası, Kuzey yaşlanıp boşalırken, Güney benzeri görülmemiş bir nüfus patlaması yaşıyor. İnsanlık, tarihte ilk kez en hızlı doğurganlık düşüşüyle en yüksek nüfus artışını aynı anda gözlemliyor. Sonuç kaçınılmaz: Güney şişerken, Kuzey küçülüyor — göç baskısı artacak. Afrika, hâlihazırda 1,5 milyar insanını beslemekte zorlanırken, 3 milyarı sürdürülebilir şekilde yaşatması mümkün değil; dolayısıyla kuzeye doğru büyük ölçekli göçler kaçınılmaz görünüyor. Aynı şekilde, 80 milyona ulaşması beklenen Afganistan da milyonlarca insanını kuzeye, fırsat ve hayatta kalma arayışıyla gönderecek.

Bugün dünya nüfus artışının neredeyse tamamı üç bölgede gerçekleşiyor: Afrika, Müslüman dünyası ve Hindistan. 2070’e kadar bu bölgeler 3 milyardan fazla yeni insan ekleyecek. O dönemde dünyanın üçte ikisi Afrikalı, Müslüman veya Hintli olacak. Eğer bu nüfusun yalnızca bir milyarı kuzeye göç ederse, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın demografik ve politik dengesi kökten değişecek.

Bu gelecek uzak gibi görünse de şimdiden başladı. Avrupa ve Amerika, halihazırda derin demografik ve politik dönüşümler yaşıyor. ABD’de Trumpizm’in yükselişi ve Avrupa’daki popülist hareketler, özünde bu demografik dalgalanmalara verilen tepkiler.

Batılı stratejistler bu eğilimi daha 1960’larda öngörmüş, Avrupa ve Amerika’daki kuruluşlar, Asya ve Afrika’da aile planlamasını teşvik ederek nüfus artışını yavaşlatmaya çalışmıştı. Ancak milyarlarca dolar harcanmasına rağmen, bu çabalar büyük ölçüde başarısız oldu.

Bugün sessiz ve görünmez bir göç çoktan başladı — tıpkı Roma İmparatorluğu’nu şekillendiren Büyük Göç Dönemi gibi. Bazı demograflar açıkça bu paralelliği kuruyor. ABD Başkanı Donald Trump ve Avrupalı popülistler Geert Wilders, Marine Le Pen ve Almanya’daki AfD, göçü bir “istila” olarak tanımlıyor. Ancak tarihin Roma örneği bize şunu öğretiyor: Roma’yı yıkan göç değil, değişime uyum sağlayamamasıydı. Roma uygarlığına katılan dış halklar, sonunda modern Avrupa’nın temelini oluşturdu. Belki de geleceğin büyük uygarlığı, Afrika ve Asya’dan gelen göçmenlerle yaşlanan kuzey toplumlarının sentezinden doğacaktır.

Trump duvarlar örse, Avrupalı liderler sınırları sertleştirse bile, bu ölçekteki bir göçü durdurmak mümkün değil. Güney’in milyarlarca insanının yalnızca küçük bir kısmı bile kuzeye yönelse, hiçbir engel onları durduramaz. Ironik bir şekilde, yaşlanan ve azalan kuzey toplumları, yakında ekonomilerini ve sosyal sistemlerini ayakta tutabilmek için göçmenleri çekmek için rekabet eder hale gelebilir.

Başka bir deyişle, Batı tarafından en büyük kriz olarak görülen uluslararası göç, aslında en derin sorunlarının çözümünü de içinde barındırıyor olabilir.

Gelecek zaten geliyor; durdurulamaz, yalnızca yönetilebilir. İnsanlığın en akıllıca yolu, bu demografik değişimin önünde durmak değil, ona hazırlanmak, uyum sağlamak ve getireceği yeni dünyayı şekillendirmektir.

Çeviri: moderndiplomacy.eu 

ÖNE ÇIKANLAR