Kuran’da İnsan – 002

Kuran ayetlerine nasıl yaklaşılmalı, onları nasıl anlamalı, anlam vermeli… Binlerce ciltlik tefsir kitabı yazılmış olmasına rağmen hala konuştuğumuz konu bu mu olmalı? „Bütün dünyayı verseler ve buna karşılık bir karıncanın ağzındaki taneyi almamı isteseler, bu zulmü yapamam.“ (Hz Ali) dedirten Kuran anlayışı nasıl oluyor da milyarlarca insanın gözyaşlarına neden olmaya evrilebiliyor?

SEDAT İLHAN 07 Haziran 2025 YAZARLAR

Sorular, sorular, sorular… İnsanlığımızda bir derece karşılığını görememiş olanların içinden çıkabilmesi, anlamlandırabilmesi mümkün olmayan bir durum. Sokrates, „Kendin ol!“ diyerek insanı sorgulamaya davet ediyor. Onun öğrencisi Eflatun ise insanı tanımlamaya girişmiş. Halkın arasından yetişmiş, halk insanı, alaylı bir lideri takip ettiğini iddia eden mektepliler, halktan koptuklarının farkında değiller. Erdem, bilgelik, bir şeyleri değiştirme gayreti ile bir mum gibi yanmak bu kadar sahipsiz, garip…

Konuyu teknik olarak ele almayacağım. Böyle bir bilgi çok rahatlıkla bulunabilir, okunabilir, dinlenebilir. Kendime göre gördüğüm yanlışları veya olması gerekenleri kelimelere dökmeye çalışacağım. Sizlerin tecrübeleri, bilgileri, görüşleri ile tamam olabilir, hatalardan arınabilir ancak. Umarım, beklerim.

– Yaratıcı’yı genelde, gerektiği kadar tefekkür edemiyoruz. Özelde, kişi bazında bir şey söyleyemem, söylemek istemem. Oysa yuvarlak ifadelerle yaratılış gayemizin O’nu bilmek ve O’na benzemek olduğu dillerde dolanıp durmakta. Tabii ki, O’nun zatını, mahiyetini bilmemiz mümkün değil. Zaten bundan bahsedilmiyor. Hayatın içinde, kendimizce, insanlığımızca. Bilmek ve benzemenin insanlığımızda karşılığı var. Huzura erebilmemiz, sakinleşebilmemiz, verici olabilmemiz, diğerlerine saygı ile yaklaşabilmemiz için sonsuz mala, mülke, güce sahip olmamız yetmiyor. Daha çok, bilmem ne kadar katı gibi referansı olan hiçbir değer bunları bize veremiyor. Bu kriterlere göre Yaratıcı’nın her şeye sahip olduğunu, olması gerektiğini hissedebiliriz. Kuran’da buna dair ifadeler görülebilir. Yaratıcı, tüm yarattıkları ile her an ilgilidir. Bu, O’nun mutlak kudret sahibi olmasının delili, gereği, sonucudur. Gerek insanlarla gerekse diğer yaratılmışlarla iletişimimizde, ilişkilerimizde  problemlerimizi çözebilmek, mutlu mesut yaşayabilmek için mutlak kudret sahibi imiş gibi davranmaya ihtiyaç var. Yaratıcının muradının bu olduğuna dair Kuran’da işaretler bulunmakta.

Basit bir örnek vererek konuyu düşünce dünyalarımıza havale etmek de yine ele aldığımız kriterlerin bir gereği. İnsanların öğrenme sürecine, özgünlüğüne saygının.

Mutlak kudret sahibi bir varlığın zatı için iyi veya kötü diye herhangi bir şey söz konusu olamaz. Bu kriteri düşünce ufkumuza koyabilirsek hem O’na benzemeye gayret etmiş oluruz hem de hayatı akışına yaşayabiliriz. Savaşlara engel olabilir miyiz? Belki. Ama savaşın bir parçası olmaktan korunmamız mümkün. Çünkü sevinmek muhataplarımızda kıskançlık damarını körükleyebilir. Bizde ise enaniyetimizi kabartabilir. Bu yola girildiğinde haklı olan olmayan belli olmaz artık. Herkesin söyleyeceği sözü vardır. Ve herkes haklıdır. Üzülmek ise iç çöküntüye evrilebilir. Bizdeki büyük, en büyük olma isteğine dayanabilir, kendimizi değerli hissetme gayretine. Sonraki adımlarda başarı ihtimalimiz azalabilir. Her halukarda mutlu mesut, hep birlikte yaşama önünde engeldir. Belki de kendimize değeri öncelikle kendimiz vermeli. „Dünyanın en değerli varlığı benim“ demeli. Bunu gerçekten özümseyebilirsek tüm insanlara saygı göstermemiz mümkün olabilir.

Burada bir soru gündeme gelebilir. Sevinmeyecek miyiz? Hayır, bu değil kastım. Hep birlikte sevinelim. Bunu yapabilmek, elde edilen başarıdan çok daha büyük bir başarının ödülünü bize verebilir. Halka mal olmak…

– İnsanlığımızı anlamak… Taaa ki, gerçek bir dost veya gerçek bir düşman olmadığını görene kadar. Çünkü her insan özgündür, kendisine özeldir.

Bunu yapabilmek üzere bazı yöntemler söylenebilir.

Negatif veya pozitif, tüm duygularımızın, isteklerimizin farkındalığı ve kabulü, kendimiz ile barışık olmak. Bunların temelini, bizi nereye götüreceğini tefekkür etmek, deneyimlemek. Hedeflerimize ulaştırabilecek en pratik ve kolay yolu bulmaya çalışmak.

İnsanların neyi, niçin istediklerini, neden yaptıklarını görebilmek için yeteri kadar geniş bir kitleyi mercek altına almak. İkibin kusur yıl önce Sokrates „Kendin ol!“ diyerek insanın özgünlüğüne işaret etmekte. Buna rağmen binlerce yıldır „İnsan nedir?“ sorusuna cevap aranmakta. Bu kısır döngüden çıkabilmek için, en zalimden en erdemli bilgeye kadar tüm insanlarda insanlığımızın izlerini aranabilir.

Farklı düşünen insanlarla bir araya gelip fikir alışverişinde bulunmak.

Yukarıdaki iki madde ile ilişkili olmakla birlikte konunun daha iyi anlaşılması adına örnek olabilecek bir kaç kriterden bahsetmek istiyorum.

– Yaratıcı ile muhatap olma, Yaratıcı’yı birleme. Kuran’da açıkça buna davet var. Hatta Kuran’ın en temel mesajlarından birisi budur. Bunu gerçeklemenin hayatın içindeki karşılığı kendimiz olmaktır. Hiçbir şeyden korkmamak, hiçbir insanı referans almamak, ayetleri, hadisleri, sözleri alıntı yapmakla yetinmemek, bunlarla bir düşünce ufku elde etmeye çalışmak, düşündüklerimizi gerçeklemeye gayret etmek, kimseyi küçümsememek, dışlamamak…

– Kuran’ın en temel kriterlerinden birisi de hüküm vermemektir. Hükümlerimizin doğru veya yanlış olması fark etmiyor. Yüzde yüz, zerre kadar bile şüpheye yer olmayacak kadar netlikte olan bir konuda hüküm verdiğimizde de Kuran’ın mesajına aykırı hareket etmiş oluyoruz. Çünkü hikmet arama gereği görmüyoruz artık. Çözüm aramaya, sorumluluk almaya, „Ben ne yapabilirim?“ diye sormaya ihtiyaç hissetmiyoruz.

Çözümsüzlüklerimiz de buralarda bir yerlerde gezinip durmakta…