Şu an zemini kaybettik, boşlukta uçuyoruz

NÜRNBERG –Genç yönetmen Seren Yüce, ikinci filmi “Rüzgarda Salınan Nilüfer” ile 22. Nürnberg Türk Alman Film Festivali’ndeydi. Yüce ile yeni filmini ve ele aldığı, Türkiye’nin ‘zemini kaybetmiş, boşlukta uçan’ karakterlerini konuştuk. Yeni filmi “Rüzgarda Salınan Nilüfer” ile festivale gelen Yüce ile uzun uzun konuştuk. Ama, Mevlana’nın ifadesiyle, şimdi yeni şeyler söylemek lazımdı. O yüzden bu

PANORAMA - NEWS 15 Mart 2017

NÜRNBERG –Genç yönetmen Seren Yüce, ikinci filmi “Rüzgarda Salınan Nilüfer” ile 22. Nürnberg Türk Alman Film Festivali’ndeydi. Yüce ile yeni filmini ve ele aldığı, Türkiye’nin ‘zemini kaybetmiş, boşlukta uçan’ karakterlerini konuştuk.

Yeni filmi “Rüzgarda Salınan Nilüfer” ile festivale gelen Yüce ile uzun uzun konuştuk. Ama, Mevlana’nın ifadesiyle, şimdi yeni şeyler söylemek lazımdı. O yüzden bu kez üst orta sınıf iki aileyi ele aldığı ve maddi açıdan refah içinde olsa da kültürel, zihinsel ve ruhsal açıdan perişan karakterleri resmettiği yeni filmini konuştuk.

İlk filmini çektin, büyük başarılar elde etti, eleştiriler geldi, röportajlar yapıldı. Peki sonrasında neler oldu?

“Çoğunluk”un çekilmesini beklerken yazdığım bir senaryo vardı, onu yeniden gündeme aldım. “Rüzgarda Salınan Nilüfer”in ilk haliydi. Ama tam oturtamamıştım, derken Gezi yaşandı. O yaza filmi çekmeye niyet etmiştik. Gezi’den sonra gündemden düştü çünkü konsantrasyonum da dağıldı. O dönem yazan çizen arkadaşlarla konuştuğumda onlar da öyleydi, herkes bir resetlendi sanki. Her şeyin anlamı değişti; iyi anlamda söylüyorum. “Gezi bizi nasıl etkiledi, bundan sonra ne yapılabilir” diye. Sonuçta devrime benzer bir şey yaşandı. Ama ondan sonra “Bu bizim kafamızda nasıl bir devrime denk geliyor?” gibi bir soruydu benim kafamdaki. 2014’te bu senaryoyu bir daha yazdım.

Karakterlerin sinir bozucu bir şuursuzluğu var ama bir yandan tam da bu şuursuzluklarından ötürü merhamet duygum kabardı.

İyi veya kötü zorunluluğu olmadığından insan olarak ortaya koyduğunda en nefret ettiğimiz insanın da bir insanî tarafı var yakalayabileceğimiz bence. Oradan yakaladığın zaman karakteri, o zaman benim yapmak istediğim şey olmuş oluyor zaten; herkesin belli bir algılama seviyesi olduğunu kabul edince.

Diğer türlüsü risk de sanki biraz. O zaman seyirci olarak bu insanlardan nefret edip zaten var olan uçurumu derinleştirmiş olacağız?

Evet, sonuçta dert o değil yani bu insanları tu kaka etmek değil. Bizim sinir olduğumuz bir durumu gerekçeleriyle gösterirsen o zaman ilişki kurabiliyorsun karakterle.

Burjuva diye niteleyeceksek bu kitleyi, tarihsel olarak burjuva aslında bir anlamda donanımlı ve sanata da hâmilik yapan bir sınıf. Biz niye burjuvayı böyle görüyoruz?

Belli bir gelir seviyesine erişmiş kitleye burjuva demeyi adet edindiğimiz için, kapital ilişkileri çok saçma sapan bir hale geldiği için. Buradaki belki ‘burjuvalaşamamış’ bir kitle. Bence şöyle bir şey var Türkiye’de; iktidarlar sürekli topluma ayar çekmeye çalıştığı için kültürel bir devamlılık sağlanamıyor. Devamlı bir yerlerde bir şeyler kopuyor ve onlar yeniden üretilmeye çalışılıyor. Biz sürekli boşluklar içinde kendimizi anlamlandırmaya çalışıyoruz.

Bu amorf yapı da bunun uzantısı çünkü hiçbir zaman geniş bir kitle bir entelektüel alt yapıya kavuşamadan bu sürekli başa dönüyor. Neticede de böyle kendini entelektüel zanneden bir kitle oluşuyor, bu da ‘burjuva’ya denk gelmiş oluyor, bizim kullandığımız anlamda.

Oysa bunlar cahil insanlar. Belki iyi bir eğitim almışlardır ama doğruyla yanlışı ayırt etme konusunda cahiller. Para var ama parayla kendine ya da değerli şeylere yatırım yapmıyor.

Korhan’ın eşi Handan yazar olmaya niyetlenip ilk hamle olarak en pahalı, marka bilgisayarı alıyor ve bilgisayarın kutusunu açtığında bilgisayarın özelliklerine bakmaya bile tenezzül etmeden kutudan çıkan toz bezine hayran oluyor!

İşte mesele bu; bilgisayarın anlamını orada bulabilmek! Bizde şöyle bir gelenek var bence; her şeyin sonuna atlıyoruz. Çünkü aradaki mesafe için tembeliz. Müthiş bir düşünsel tembelliğimiz var. Hiçbir şey için mücadele etmek ve onun sonrasında sahip olmanın anlamını kavramamaktan dolayı müthiş bir hazır lopçuluk var.

Bunların hepsi aslında insanın kendisiyle ilişkisiyle alakalı; kendi benliğinle doğru ilişki kurmak. Bu hayat boyu devam edecek bir süreç. O aradaki mesafeyi doğru ilişkilendirmezsen, kendini kendi hayatın içinde manalı bir yerde göremezsen bütün kazalara açık hale geliyorsun. İnsan hep saldırı altında ve biz bu ilişkiyi kuramadıkça bu düzensizlik devam edecek. Bence şu an zemini kaybettik, boşlukta uçuyoruz.