Osmanlı’yı Almanca anlatan roman: Machtkampf am Bosporus

Gazeteci yazar Said Gül ile ‘Machtkampf am Bosporus’ adlı Almanca yazdığı tarihi romanı hakkında konuştuk. Kitap Osmanlı’nın en buhranlı dönemlerini anlatıyor. Olayların büyük bir kısmı Galata’da bir mahallede geçiyor. Yazar Gül, kitabı modern bir gölge oyununa benzeterek, “Her milletten insan var. Bu karakterlerle Osmanlı’da birlikte yaşama kültürünün güzel bir örneğini vermek istedim.” diyor. Öncelikle kitap

PANORAMA - NEWS 17 Ekim 2017 KÜLTÜR-SANAT

Gazeteci yazar Said Gül ile ‘Machtkampf am Bosporus’ adlı Almanca yazdığı tarihi romanı hakkında konuştuk. Kitap Osmanlı’nın en buhranlı dönemlerini anlatıyor. Olayların büyük bir kısmı Galata’da bir mahallede geçiyor. Yazar Gül, kitabı modern bir gölge oyununa benzeterek, “Her milletten insan var. Bu karakterlerle Osmanlı’da birlikte yaşama kültürünün güzel bir örneğini vermek istedim.” diyor.

Öncelikle kitap yazma fikri sende nasıl oluştu?

Yıllardır Almanca tarihi romanlar okuyorum. Bizim dünyamızı anlatan romanlar çok az. Olanlar da maalesef hep önyargılı. Koskoca Osmanlı’yı bir hareme sıkıştırıyorlar.

Oysa Osmanlı’nın 623 senesinde anlatılacak koskoca bir medeniyeti var. Osmanlı maalesef Batı’da pek bilinmiyor. Bildikleri şey de hep klişe haline gelmiş yanlış bilgiler. Bir topluma kemikleşmiş düşüncelerini değiştirtmek çok zor ama, ecdadın bu kadar menfi gösterilmesine de seyirci kalamazdım.

Bize kitabın hakkında kısaca bilgi verir misin?

Kitapta Osmanlı’nın en buhranlı dönemlerinden birisini kaleme aldım. 18. yüzyıl sonlarında meydana gelen isyanlar, ayaklanmalar ve devletin kendi askerlerinin sultanları tahttan indirdiği bir dönem bu.

Bu dönemi yaşayan Galata semtinin sakinlerinin etkilenen küçük dünyalarından bahsettim. Osmanlı’da homojen olduğu kadar heterojen mahalle yapısı da vardı. Yani farklı millet ve dinlerden insanların birlikte yaşadıkları bir mahalle. İşte Galata’da böyle bir mahallede geçiyor olayların büyük bir kısmı. Tabii ki Topkapı Sarayı ve diğer bazı mekanlar da var.

Karakterlerinden bahseder misin bize?

Karakterlerin büyük kısmı fiktif, yani kurgulanmış kişiler. Bir kısmı da tarihte gerçekten yaşamış insanlar: Mesela Sultan 3. Selim gibi. Ana karakterim Said adlı bir çocuk.

Hikayenin başında 6 yaşında yeni okula başlayan ve eskiden Yeniçeri Ağası olan dedesine özenen bir çocuk. Okulunu bitirdikten sonra ocağa yazılır ve yeniçeri olur.

Uzun badirelerden ve düşmanlarının tüm engellemelerine rağmen sonunda Yeniçeri Ağası olur. Sultan 3. Selim çocukluk arkadaşı ve en yakın dostudur. Onunla birlikte isyancılara karşı amansız bir mücadele verir.

Düşmanlarından bahsettin. Kim onlar?

En başta sarayda Sadaret kaymakamlığı (bugünün tabiriyle Başbakan yardımcılığı) yapan Köse Musa Paşa. Ardından Arnavutluk’tan devşirilen ve Osmanlı’nın kültürünü öğrenmek için Said gilin evine yerleştirilen Betim adlı bir çocuk. Yıllarca ekmeğini yediği insanların, kendince önemli bir sebepten dolayı, canlarına kastediyor ve aileye ve aileyle birlikte tüm ülkeye zararı oluyor.

Neydi bu önemli sebep?

O kadarını söylemeyelim isterseniz. Okuyucunun heyecanını almayalım.

Diğer karakterlerden de bahseder misin?

Mahallede yaşayan Yunan aile ve kızları Eleftheria, yine Ermeni komşular ve oğulları Hagop, Yahudi tüccar David ve hahambaşı oğlu Elias, Fırıncı Emrullah, Marangoz Hüseyin, Said’in amcası Adil bey’ler ve isyankar oğlu Mersed ve nihayet mahalledeki caminin imamı Salih Hoca.

Kısacası modern bir gölge oyunu gibi. Her milletten insan var. Bu karakterlerle Osmanlı’da birlikte yaşama kültürünün güzel bir örneğini vermek istedim.

Hikaye, gerçek olayları mı anlatıyor, yoksa kurgulanmış mı?

Her ikisi de var. Aslında yola çıkarken tabii ki tarihi gerçekleri iyi bilmek gerekiyor. Yaşanan olayları ele alıp, içine biraz da kurgu ekledim. Yani hem şahıslar hem de olaylar hem tarihi hem kurgusal.

1794’te meydana gelen Galata Kulesi yangını, daha sonra 1807 tarihinde gerçekleşen Kabakçı Mustafa isyanı gibi olaylarla birlikte Köse Musa Paşa gibi şahıslar tarih kitaplarından da alınabilecek bilgiler. Fakat bunlar kurgulanan hikayenin adeta tuzu biberi gibi oldu. Yani ana öğeler ve ana karakterler kurgusal. Öyle de olmak zorunda roman yazma tekniğinde.

Kitabı yazmak ne kadar zamanını aldı?

Bir buçuk seneye yakın araştırmalarım ve karakterlerin oluşması sürdü. Zaten en önemli dönem de bu. Hikayeyi üzerine bina edeceğiniz malzemeyi iyi tanımanız lazım.

Tarih bilginiz iyi değilse bu yazdığınız tarihi bir romandan ziyade fantezi roman olur. O yüzden araştırmak ve detaylarına kadar arşiv çalışması yapmak gerekiyor.

Ardından bir sene yazma süresi. Takdir edersiniz ki, 650 sayfayı bir senede yazabilmek için ciddi bir efor harcamanız gerekiyor. İlk defa roman yazan bir insan için bu zorluk ikiye katlanıyor haliyle. Kitabın yazımı bittikten sonra da bir sene kadar lektör çalışmaları, yani düzeltmeler ve bir yandan yayınevi arayışları.

Toplamda üç buçuk senelik bir süreçten bahsedebiliriz. Yayınevlerinden istediğim yankı gelmeyince kitabı ‘Self publisher’ olarak kendim çıkarmaya karar verdim. Arzu edenler daha uygun fiyata ebook olarak da okuyabilirler.

Şu an üzerinde çalıştığın bir kitap çalışması var mı?

Var. Birinci kitapta neyi doğru neyi yanlış yaptığım üzerinde, kitap çıktıktan sonra daha iyi tahliller yapabiliyor insan. En azından birincisi kadar uzun olmayacak. Fakat birinci hikayenin bir nevi devamı niteliğinde olacak. Dönemi ve konuları yine bende mahfuz kalsın şimdilik.

Yine Almanca olacak olan bu kitabın yanı sıra bir de Türkçe şiir kitabı hazırlıyorum. Yakın zamanda o da piyasaya çıkacak nasipse.

İnsanımıza kitap okumak veya yazmakla ilgili tavsiyelerin var mı?

Yazmak bir meslek değil, bir tutkudur. Bir aşktır. Aşkı olan yazsın derim. Ben yazdığım kitaba aşk derecesinde bağlıyım. ‘Machtkampf am Bosporus’ benim sadece kitabım değil.

Bir de önemli bir husus: Almanya’da 2 bin 400’den fazla yayınevi var. Bu yayınevlerinde her sene 90 bin yeni kitap çıkıyor. Eskiler çöpe gitmiyor ve ilaveten her sene benim kitabım gibi 90 bin kitap yayınlanıyor. Bunların da 60 küsür bini roman tarzı kitaplar.

Yani bir insan modern toplumlarda fikirlerini siyasi demeç vererek paylaşmıyor. Oturuyor kitap yazıyor. Toplumla kurulabilecek en güzel iletişim yollarından birisi kitap yazmak. Tabii bunun için çok okumak lazım. Okumayan yazamaz çünkü.

Almanya’daki bütün kitapçılardan sipariş edilebilen kitap 15,99 Euro’ya satılıyor. Elektronik olarak kitap ise kitap 2,99 Euro’ya satılıyor. Kitabın ISBN no.su 978-3-7380-9883-9. www.saidguel.de

ÖNE ÇIKANLAR