Güler misin ağlar mısın?

90’lı yıllarda dinlediğim bir şarkının sözleri şöyleydi: Gaflet girmiş yıllarıma… Bomboş kalan ellerime… Ağlanacak hallerime… Güldüm yine, eyvah eyvah Milletçe garip hallerimiz vardır. Aslında ağlanacak hallerdir onlar. Fakat güler geçeriz ne hikmetse. Özellikle tarihimizle olan münasebetimiz söz konusu olduğunda içimden hiç gülmek gelmiyor. Birçok dünya milleti kendi tarihiyle yüzleşmeyi becerdi. Fakat biz beceremedik. Millet olarak

SAİD GÜL 03 Şubat 2018 KÜLTÜR-SANAT

90’lı yıllarda dinlediğim bir şarkının sözleri şöyleydi:

Gaflet girmiş yıllarıma…

Bomboş kalan ellerime…

Ağlanacak hallerime…

Güldüm yine, eyvah eyvah

Milletçe garip hallerimiz vardır. Aslında ağlanacak hallerdir onlar. Fakat güler geçeriz ne hikmetse.

Özellikle tarihimizle olan münasebetimiz söz konusu olduğunda içimden hiç gülmek gelmiyor. Birçok dünya milleti kendi tarihiyle yüzleşmeyi becerdi. Fakat biz beceremedik.

Millet olarak tarihimize bakışımız ya düşmancadır, ya da duyulan kuru bir gururun yansımasıdır. Ya yerden yere vurmuşuzdur, ya da göklere çıkarmışızdır. Objektif şekilde analiz edenimiz çok azdır. Hal böyle olunca garipliklerimiz de hiç bitmiyor.

Tişörtlerinde ‘Osmanlı Torunu since 1453’ yazan gençlerimizle mutlaka karşılaşmışsınızdır. Neden ‘since 1453?’ sorusunu soranınız oldu mu? Biz, 1453’ten bu yana Osmanlı torunuysak, Fatih’ten önceki altı sultan acaba hangi devletin sultanlarıydı?

Bir gün bir mahalle pazarında gezerken, hediyelik eşya satan bir delikanlının reyonuna yaklaştım. Tuğra motifli kolyeler satıyordu. Benim, kolyelerle ilgilendiğimi görünce ‘Abi, bak bunlarda Besmele yazıyor. Vereyim mi bi tane?’ dedi. Güldüğümü belli etmedim.

Oysa onun bir padişah tuğrası olduğunu, üstelik Fatih’in tuğrası olduğunu, üzerinde de ‘Muhammed bin Murad Han Muzaffer Daima’ yazdığını söyleseydim, delikanlıyı epeyce bozmuş olacaktım. Sustum ve oracıktan ayrıldım.

Osmanlı’yla ilgili tarihî arşiv çalışmaları yaptığım için, bir konuyla ilgili 19. yüzyılda çıkan Osmanlı gazetelerindeki haberleri okuyordum. Haliyle hurûf-u arabî ile (Arap harfleriyle) çıkan bir haberi çevremde okutmak istedim.

Arapça altyapısı olanlar bile oldukça zorlanarak okurken, ‘bu hangi ayet?’ diyen arkadaşlar bile oldu. Bunun Osmanlı’da çıkan bir gazetenin kupürü olduğunu, haberin de Denizli bölgesinde çıkan bir deprem haberi olduğunu söyleseydim, arkadaşları oldukça mahcup edecektim. Yine sustum.

Neden kuru kuru övünürüz ki? Yeri gelmişken, Osmanlıcanın gramer yapısı olan farklı bir dil olmadığını, Türkçemizin sadece bir dönem yazı dili olduğunu, okunan kelimelerin Türkçe olduğunu birçok dostuma hala anlatamadım.

Osmanlı’nın 36 sultanının aynı zamanda şair olduğunu söylesek, acaba Osmanlı’yla övünen gençlerimiz eline kalemi alıp şiir denemesi yapar mıydı? Fatih’in ‘Avnî’, Yavuz’un ‘Selimî’, Kanuni’nin ‘Adlî’ veya 3. Selim’in ‘İlhâmî’ müstear isimleriyle şiir yazdıklarını kaçımız biliriz? Okumaktan hiç söz etmiyorum bile. Elimize lügat almadan zaten anlamayacağımız kesin çünkü.

Hikayeleri Osmanlı’nın farklı dönemlerinde geçen televizyon dizileri vardır bir de. O dizilerle tarih şuuru (!) kazanan gençlerimiz vardır. O kadar şuurlaşmışlar ki, malum dizilerden birinin oynadığı televizyonun önünde eline yatağan kılıcını alıp sosyal medyaya poz verenlerini bile gördüm.

Oysa Osmanlı’yı ruhta yaşamak önemli. Sadece bedenle yaşayınca, 21. asırda eline kılıç alarak gülünç duruma düşüyoruz. Osmanlı, her şeyden önce ilim ve imanla Osmanlı oldu. Görüntüyle değil. Ama yeri gelince yedi dil bilen Fatih’le övünürüz yine.

O yüzden özellikle gençlere tavsiyem: Önce Osmanlı’yı okuyun! Tabii sadece milli tarihten değil, farklı kaynaklardan okuyup tahlil edin. Sonra Osmanlı’nın nesine sahip çıkıp, nesine çıkmayacağınıza da yine siz karar verin. Okuyun ki, artık daha fazla ağlanacak hallerimize ne gülelim, ne de elaleme güldürtelim.

ÖNE ÇIKANLAR