Türkiye’ye iltica eden Berlinliler

BERLİN – Almanya’ya son yıllarda mülteci olarak gelenlerin haddi hesabı yok. 1950’li yıllardan sonra gelen misafir işçiler ve 2010’larda gelen mültecilerle tam bir göç ülkesi oldu. Oysa Almanya, bundan 85 sene önce ‘göç veren’ bir ülkeydi. 1933 senesinde Hitler’in başbakan olarak seçilmesinden sonra on binlerce Alman ülkeyi terk etmişti. Şartların uygun olmasından dolayı çoğu ABD,

SAİD GÜL 12 Şubat 2018 GÜNDEM

BERLİN – Almanya’ya son yıllarda mülteci olarak gelenlerin haddi hesabı yok. 1950’li yıllardan sonra gelen misafir işçiler ve 2010’larda gelen mültecilerle tam bir göç ülkesi oldu. Oysa Almanya, bundan 85 sene önce ‘göç veren’ bir ülkeydi.

1933 senesinde Hitler’in başbakan olarak seçilmesinden sonra on binlerce Alman ülkeyi terk etmişti. Şartların uygun olmasından dolayı çoğu ABD, Kanada, İsviçre gibi ülkelere göçtüler. Bu arada Türkiye’ye sığınanların da sayısı hiç de az değildi.

Avrupa’da o yıllarda büyükelçilik yapan Behiç Erkin, Necdet Kent, Selahattin Ülkümen gibi diplomatlarımızın T.C. kimliği çıkartarak toplama kamplarına gönderilmekten kurtardığı halk tabakasından on binlerce Yahudi vardır. Bir de okumuş kesimi vardır Almanların. Beyin takımı. Sayıları üç yüzü bulan bu akademisyenler farklı yollardan Türkiye’ye iltica talebinde bulunur.

İşte bu akademisyenlerden birisi, başkent Berlin’in önemli isimlerinden Ernst Reuter’dir. 1. Dünya Savaşı’nda Ruslara esir düşen Reuter, 1933 senesinden sonra da kendi ülkesinde beş ay toplama kamplarında işkence görür.

Çünkü Hitler’in, Yahudilerden sonra en çok nefret ettiği sosyalistlerdendir kendisi. SPD’nin önemli isimlerinden olan Reuter, siyasetçi kimliğinin yanı sıra gazeteci ve yerel idare uzmanıdır.

Son olarak Magdeburg belediye başkanlığı vazifesini yürütürken zorla görevden el çektirilir. Kurtuluşu, ülkeyi terk etmekte arar. Yakın dostlarının sayesinde eşi ve oğlu ile birlikte önce İngiltere’ye, ardından Türkiye’ye geçer. Burada kendisini yepyeni bir hayat bekleyecektir. Kızı Berlin’de kalır.

Çok tanınmış bir yerel idareci olduğu için kendisine önce ekonomi, ardından da ulaştırma bakanlığında görev verilir. Aynı zamanda Ankara’da bir üniversitede doçent olan Reuter, gazetelere de ulaşım ve idarî konularda yazılar yazar. Reuter, Türkçeyi çok kısa zamanda öğrenir.

Çünkü T.C. hükümetlerinin, gelen yabancı akademisyenlerden üç senede Türkçeyi eser yazabilecek kadar öğrenme şartı vardır. Birer yıllık oturum verilir. Her sene oturumunu uzatmak durumundadır. Ya uzatılmazsa? ‘O zaman hangi ülkeye gideriz?’ sorusunu sorar aile fertleri birbirlerine. Almanya, kesinlikle gidemeyecekleri ülkedir.

Almanya’ya gidemeyen tek Reuter ve ailesi değildir. Birçok hemşehrisi vardır Reuter’in Türkiye’de. ‘İkinci vatanım’ dediği bu ülke, onlara da kucak açmıştır. Türk İş Hukuku’nu geliştiren hukukçu Oscar Weigert, Türkçe olarak ‘Dünya Edebiyatından Tercümeler’ eserini yazan filolog Georg Rohde,  tıp doktoru Erich Frank, Ankara’da Devlet Konservatuar’ını ve Devlet Tiyatroları’nı kuran sanatçı Carl Ebert. Müzik eğitmeni Eduard Zuckmayer, müzisyen Ernst Praetorius ve daha nice Berlinli.

Nazilerden kaçan Alman bilim adamlarına kapılarını açan Türkiye, Erst Reuter’e de sahip çıkmış.

Bild: Landesarchiv Berlin

Almanya’nın, Berlin’den hariç farklı bölgelerinden gelip Türkiye’nin bir dönem gelişmesine önemli katkı sağlayan insanlar da vardır. Özellikle İstanbul ve Ankara’nın siluetlerini değiştiren mimarlar Clemens Holzmeister, Bruno Taut, Ernst Egli, Martin Wagner ve daha kimler kimler.

Türkiye, 2. Dünya Savaşı boyunca tarafsızlığını koruyup savaşa girmez. Savaşın iyice kızıştığı günlerdir. 2 Ağustos 1944’te Türkiye, uluslararası baskılardan dolayı tüm Alman vatandaşlarının ülkeyi terk etmesini ister. Hatta Almanya’ya zorunlu olarak savaş ilan ettirilir. Fakat birkaç ay sonra savaşın bitmesiyle birlikte, bu ülkeyle hiç savaşmaz ve kendisine sığınan Alman mülteciler de iade edilmekten kurtulurlar.

Savaştan sonra Alman mültecilerin kimisi memleketine geri dönerken, kimisi başka ülkelere gider. Bazıları da, çok sevdikleri Türkiye’den bir türlü ayrılamaz ve hayatının son nefesine kadar bu ülkede yaşar.

Reuter, Almanya’ya döndüğü 1946 senesinden sonra tekrar siyasete atılır. SPD’den Berlin Büyükşehir Belediye başkanı seçildiği 1947 senesinde, şehir henüz ortadan ikiye ayrılmamıştır. Rus mandasının baskılarıyla, idaresi altındaki şehrin neredeyse yarısı elinden alınır.

Sadece Batı Berlin’in başkanıdır artık. Siyasi yönden çok zor günler geçirir. Nihayet 1953 senesinde geçirdiği rahatsızlıklardan dolayı başkanlık görevini sürdürürken hayata gözlerini yumar. Naaşı, Almanya’nın bir cumhurbaşkanı ve bir başbakanının da mezarının bulunduğu ‘Waldfriedhof Zehlendorf’ mezarlığında toprağa verilir.

Reuter, Türkiye için ‘ikinci vatanım’ der. En zor günlerinde kendilerine kapılarını açan ve Nazi Almanya’sının yoğun taleplerine rağmen onları teslim etmeyen bu ülkeyi, her zaman minnetle anar. Hatta İstanbul hatıralarını anlatırken, ‘Boğaz’ı seyretmek, hayatımın en güzel ânıydı’ der.

Ernst Reuter, yine hatıralarında insanımızın sıcakkanlılığını, yardımseverliğini ve misafirperverliğini çokça dile getirir. Hatta Almanya’ya döndükten sonra, sık sık ellerini havaya kaldırdığını ve ‘Bana, bu ülkenin ve insanlarının güzelliğini bir kere daha göster, Tanrım’ diye dua ettiğini yazar. Ne yazık ki, duası hiç kabul olmaz.