Türkiye’de ve burada kutuplaşma en büyük sıkıntımız (5)

Gladbeck CDU meclis üyesi Müzeyyen Dreessen:  ‘Türkiye’de ve burada kutuplaşma en büyük sıkıntımız’ Önce şunu belirtmek gerekir: Almanya’ da yaklaşık 3,5 milyon Türk kökenli insan yaşıyor. Bunların 1,4 milyonunun Türkiye’de seçme hakkı var. Seçme hakkı olanların yarısından fazlası 16 Nisan referandumunda oyunu kullanmadı. Oy kullananlardan ‘Evet’ oyu verenler Almanya’da yaşayan Türk kökenlilerin sadece yüzde 12’si.

PANORAMA - NEWS 03 Mayıs 2017

Gladbeck CDU meclis üyesi Müzeyyen Dreessen:  ‘Türkiye’de ve burada kutuplaşma en büyük sıkıntımız’

Önce şunu belirtmek gerekir: Almanya’ da yaklaşık 3,5 milyon Türk kökenli insan yaşıyor. Bunların 1,4 milyonunun Türkiye’de seçme hakkı var. Seçme hakkı olanların yarısından fazlası 16 Nisan referandumunda oyunu kullanmadı.

Oy kullananlardan ‘Evet’ oyu verenler Almanya’da yaşayan Türk kökenlilerin sadece yüzde 12’si. Bu sayılar bence Türk kökenlilerin son günlerde tartışıldığı gibi büyük boyutlarda bir uyum sorunu olduğunu göstermiyor. Almanya’daki Türkiye kökenlilerin de heterojen bir yapısı var.

Aleviler, Kürtler ve seküler görüşlü insanlar arasında tıpkı Türkiye’deki gibi iktidara muhalif ve demokrasiyi savunan bir kitle var.

Fakat kendini Almanya’da dışlanmış hisseden muhafazakâr bir kesim olduğunu da göz ardı edemeyiz.

Erdoğan’da kendilerinden birini görüyor, onun İslami söyleminden, rest çeken, meydan okuyan, özgüven aşılayan üslubundan etkileniyorlar, çünkü kendilerine sözde yıllardır Almanya’nın veremediği bir kimlik sunuluyor. Bence milliyetçi, hatta aşırılık besleyen bir kimlik.

Bütün Avrupa ülkelerinde aşırı sağcı gelişmeler gözleyebiliyoruz. Esas sorunumuz burada.

Gladbeck CDU meclis üyesi Müzeyyen Dreessen

Göçmen kökenli insanlar olarak hepimiz Almanya’da muhakkak zaman zaman çeşitli alanlarda dışlanmışlık yaşamış veya hissetmişizdir. Türkiye’deki antidemokratik siyasi gelişmeleri eleştiren insanlar olarak bizim içimizden de liseyi hak ettiğimiz halde ortaokula gönderilenler, iş aramakta Almanlardan daha fazla başvurular yazanlar, günlük hayatımızda ötekileştirilenler ve dışlananlar olmuştur.

Biz de bu ülkede mücadele verdik. Ama yinede demokrasi ve diktatörlüğü ayırt edip, popülist ve bölücü siyasetçiler peşinde koşmuyoruz.

Almanya’daki Türk ve Müslüman toplumu Alman devleti ve çoğunluk toplumu ile ilişkide ırkçılığa ve İslam düşmanlığına dikkat çeker, Alman siyasetçileri ve devleti eleştirir, dayanışma talep eder, Alman basınının yanlışlarını eleştirir, kasıtlı haberciliğin toplumsal huzura zarar verdiğini dile getirir. Bunlar hepsi haklı talepler.

Demokratik bir tartışma ve eleştiri kültürüne, basın fikir ve inanç özgürlüğüne, hukuk devletine, siyasetin ve siyasetçinin hesap vermeye açık olmasına hepimizin ihtiyacı var. Fakat konu Türkiye’ye gelince aynı kişi ve kuruluşlar savunmacı bir tavır alır, demokratik dil yerine otoriter bir sistemi savunur.

Aramızda kendi hatalarımızı göz ardı eden, özeleştiriyi zayıflık olarak tanımlayan,  medeni insanlar gibi konuları kişiselleştirmeden tartışamayan bir kesim var.

Türkiye’de ve burada kutuplaşma en büyük sıkıntımız.  Evetçi-Hayırcı, Türk-Kürt, dindar-laik, Sünni-Alevi diye ayrıştırma çabaları var. Benim görüşümde değil misin, düşmanımsın. Siyaset ve siyasetçiler yüzünden bilhassa son senelerde dostluklar ve aileler bölündü. Bu üzücü ve olmaması gereken bir gelişme.

Hangi ülkede olursak olalım, en başta siyasetçilerin toplumsal barışa ve huzura zarar vermeyen, insanları kutuplaştırmayan bir dil kullanmalarına ihtiyacımız var. İkinci sırada, ailede başlayıp, anaokulu ve okullarda demokratik eğitime, farklı görüş, inanç ve kültürlere saygı gösteren bir eğitime ağırlık verilmesi önemli.

Sonra, bilhassa kendini dışlanmış ve eşit haklara sahip olmadığını hisseden gençleri ciddiye alıp toplumda yerlerini bulmalarını sağlamakta Alman kurum ve kuruluşlarına ve siyasetine, aynı zamanda Türk toplumunu temsil eden kurum ve kuruluşlara da büyük bir sorumluluk düşüyor. Geldiğimiz ülkeyi hepimiz seviyoruz. Köklerimiz orada, akrabalarımız orada. Siyaseti eleştirmek ülkeyi ve insanları sevmeme anlamına gelmiyor. Fakat bizim yaşadığımız ülke Almanya.

Alman vatandaşlığına geçip her alanda bu ülkenin olumlu gidişatı için uğraşmamız, kendimizi medeni, eğitimli ve kültürlü bir toplum olarak tanımlatabilmemiz artık çok önemli ve bu hususta en büyük sorumluluk kendimizde.

50 seneden fazla Almanya’ya göç hikâyemiz var fakat uyumsuzluk tartışmaları hala Müslüman ve Türk kökenlileri üzerinden yapılıyor. Başka göçmenler bu kadar kamuoyu ve siyaset tartışmaları malzemesi olmuyor. Bunu değiştirmek bizim elimizde.

 

Yazar/Çevirmen Mevlüt Asar: ‘Bir gün Türkiye’ye dönmek ve Türkiye’de ölmek” hayalinden vazgeçmediler’

Türk kökenli göçmenlerin çoğunluğunun referandumda “evet” demesi, neyin göstergesidir?

Türk kökenli göçmenlerin,  yarım yüzyıldır yaşadıkları Almanya’daki siyasetten çok, pratikte, bir “vatan”dan çok, kendileri için bir tatil ülkesi olan Türkiye’deki siyasetle ilgilenmesi ve Türkiye’deki seçimler ya da referandumda, çoğunluk olarak Almanya’daki tercihlerinin tersine muhafazakar-milliyetçi-dindar partileri ya da liderleri desteklemesi bir çok nedeni olan hem de bir çok “yanlışı” / “çelişki”yi içeren bir fenomen.

Bu fenomen üzerine ciltler dolusu kitaplar yazmak, yıllar sürecek araştırmalar yapmak mümkün. Ben kısaca fenomenin, politik, sosyolojik ve psikolojik yönlerine değinip ardından Türkiye’deki tehlikeli kutuplaşmanın buraya yansımasının önüne nasıl geçilebileceği konusunda birkaç öneride bulunacağım.

Politik olarak bakıldığında, iki sonuç görülüyor. Birincisi, Almanya’nın Türkiyeli göçmenlerin politik, kültürel, dini ihtiyaçlarına gözlerini kapatmış, yıllarca bu alanı ihmal etmiş olmaları ve bu alanda oluşan boşluğun yani ihtiyacın özellikle 1980’den itibaren Türkiye’deki iktidarlar, siyasi partiler ve örgütler tarafından bilinçli bir çaba ile doldurulmaya başlanması.

İkinci neden ise, tüm dünyadaki “göçmen” azınlıkların yaptıkları gibi, Türkiyelilerin kendi “kültür ve Kimlikleri“ni kaybetme endişesiyle, kendilerini Türkiye’de yaşayan Türklerden daha Türk ve daha Müslüman olarak davranmak mecburiyetinde hissederek bunu seçimlerdeki tercihlerine yansıtmaları.

Bu tercihin Almanya’daki seçimlerde tam tersi olması yani, sol-liberal partilere oy vermeleri ise, ideolojik ya da demokratik bir saikle değil, tamamen “faydacı” bir yaklaşımın sonucu. Bu partilerin göçmenler lehine olan tutumların, politikalarının bir sonucudur.

Yazar/Çevirmen Mevlüt Asar

Fenomene sosyolojik açıdan bakıldığında, ortaya çıkan sonuç; Türkiyeli göçmenlerin, kendileri burada olsa hatta hayatları burada sona erse bile “Bir gün Türkiye’ye dönmek ve Türkiye’de ölmek” hayalinden vazgeçmedikleri, yani Almanya’da kendilerini hala “geçici” ve “yabancı” hissetmeleridir. Üçüncü kuşağın bile Türkiye’yi hala “vatan” olarak görmesi, orada olup bitenle ilgilenmesi, bence entegrasyon politikalarının “iflas” etmiş olmasından çok, Türklerin göçmenliği, “el kapıları”na muhtaç olmayı kendilerine yediremeyişinin bir ifadesidir.

Hemşeri derneklerinin, camilerin sayısını artması, Türklerin genellikle “paralel” bir hayatı tercih ettiği ve kendi içine kapandığının göstergesidir. Bu durumdan en çok nemalananlar da doğal olarak, dindar-muhafazakar-milliyetçi partiler,  kurum ve kuruluşlar.

Olayın göz ardı edilen ya da pek bilinmeyen önemli bir boyutu da psikolojik boyuttur. Almanya’da şu anda belirleyici ve söz sahibi olan kuşak, göçmen ana-babaların çocukları ve torunları. Bunların ana-babaları ile ilişkisi travmalı bir ilişkidir.

Onların Almanlar karşısındaki ezikliği, dilsizliği, boynu büküklüğü, çocuklarındaki “güçlü” ana-baba beklentisini karşılayamamış, çoğu özellikle babalarını ezikliğinden utanç duymuşlar, onların yerini dolduracak, daha “güçlü” bir inanç, ideoloji ve lider arayışına girmişlerdir.

Bu arayışa cevap veren, cihatçılar, ülkücü-milliyetçi MHP ve daha sonra da dinci-milliyetçi Akp ile onun Dünya’ya, Avrupa’ya, Almanya’ya “meydan okuyan” lideri Tayyip Erdoğan olmuştur.

Sıraladığım bu nedenler, sonuçlar da gösteriyor ki, Almanları şaşkına çeviren bu “fenomen” çok katmanlıdır.

Çözümü için çok ciddi araştırmalar ve uzun erimli, politik, sosyal ve psikolojik önlemlerin alınması gerektiği ortada. Ancak, ilk önlem olarak bu “fenomen”in ortaya çıkardığı gerilim ve kutuplaşmayı artırıcı, körükleyici açıklama, yorum ve tartışmalardan kaçınmak gerekir.

Üzerinde düşünülmesi ve tartışılması gereken en önemli husus ise, Türkiye’deki referandum ya da seçimlerin hem Türkiye hem yaşanan ülkeler açısından demokrasiye, birlikte yaşama ve toplumsal barışa katkı mı sağladığı yoksa zarar mı verdiğidir.

Ben şahsen, yurt dışında oturan, çalışan ve yaşam merkezi sürekli olarak Türkiye dışında olan Türk vatandaşlarına seçme ve seçilme hakkı verilmesini bir yurttaşlık hakkı olarak doğru olsa bile, pratikte ortaya çıkardığı sorunlar açısından pek doğru bulmuyorum.

Buna karşılık bu insanlara, 50-60 yıldır yaşadıkları, vergi ödedikleri ülkelerin, özellikle de Almanya’nın en azından yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı vermemesini de büyük bir eksiklik ve yanlış olarak görüyorum.

Pedagog Betül Özdemir: Çocuğunun kaçıncı sınıfa gittiğini bilmeyen insanların siyasetle bu kadar ilgilenmesi çok ciddi bir sorun

Türkiye de yapılan anayasa referandumu sebebiyle insanlar arasında kutuplaşma oldu. Aynı kutuplaşma Almanya’daki Türk kökenli vatandaşlara da yansıdı. Bu konuda, burada yaşayan Türk toplumuna tavsiyeniz ne olur? Bu ayrışma ve tansiyon nasıl düşürülebilinir?

Siyasi meseleler konuşarak çözüme ulaşacak meseleler değil ki Türk toplumu tartışırken saygı sınırları içerisinde kalmakta zorlanıyor maalesef. Tartışmalar kırgınlık ve hakaretlerle sona erebiliyor. Siyaset hayatımızın en önemli meselesi olmamalı. Karşı tarafı görüşüyle kabul edip özümüze dönmemiz gerekiyor.

Bizi insan yapan özelliklerimizi hatırlamalı. Anadolu insanı genelde yardımsever yönüyle tanınır. Ortak noktada buluşmanın en kolay yolu belki de yardımlaşma faaliyetlerine dahil olmak, siyasi görüşü ne olursa olsun elele verip mağdur durumda olan insanların yardımına koşmak. Almanya’ya milyonlarca mülteci akın etti. Türklerin 50-60 sene önce yaşadığı sıkıntıları bu insanlar sil baştan yaşıyor.

Onları yine en iyi anlayacak olanlar Avrupalı Türkler. Diğer yandan sosyal hizmetler gönüllü çalışacak insanlara kapılarını sonuna kadar açıyor. Sivil toplum kuruluşları, camiler siyaseti bir kenara bırakıp elbirliğiyle bu insanlara sahip çıksa, Türk toplumunu yardımlaşma yönünde teşvik etse hem mültecilerin gönüllerini fethedecek hem de Almanya’nın geleceğine katkı sağlayacak. Bu hayatta bir insana iyilik yapmaktan daha güzel bir şey olamaz.

Yardım deyince akla maddi yardım gelmesin sadece. Avrupa ülkelerinden gelmeyen mülteciler toplum kurallarına bile yabancı. Her konuda yönlendirilmeye ihtiyaçları var.

Diğer yandan Türk toplumu çocuklarının problemlerini de çözebilmiş durumda değil. Türkiye’nin siyasetinden daha önemli bir mevzu var ortada. Çocuklarının eğitimi ve geleceği. Türkiye’de yapılan yenilikler hiç kimsenin Almanya’daki geleceğini etkilemeyecek. Kafa yorulması gereken onca mesele varken.

Çocuğunun kaçıncı sınıfa gittiğini bilmeyen insanların siyasetle bu kadar ilgilenmesi çok ciddi bir sorun. Yaşadığımız her türlü sıkıntıda  ‘Bize haksızlık yapılıyor’ demek çözüm değil. Yaşanılan sıkıntılar veya haksızlıklar sadece bu ülkeye mahsus değil. Her insan yaşadığı ülkede belirli sıkıntılarla karşı karşıya kalabilir.

Kendi sorunlarımızı çözememişken Türkiye’nin sorunlarını Almanya’ya taşımak ise bize birşey kazandırmıyor. Biz bu ülkede zaten bir azınlığız. Birlik halinde hareket edemedikçe sorunlarımızı çözmemiz mümkün değil. En basit bir örnek, anaokulunda bile bir annenin gösterdiği yemek hassasiyetini diğer anneler de göstermediğinde o hassasiyet dikkate alınmıyor.

Burada yaşayan Türkiye kökenli vatandaşlar, neden bu kadar Türkiye de ki siyasetle uğraşıyorlar. Evi, işi ve ailesi burada olduğu halde, Sadece izinden izne Türkiye ye gidiyorlar. Senenin neredeyse tamamını Almanya’da geçirdikleri halde, neden buranın siyasetiyle ilgilenmiyorlar?

Ömrünün büyük bir kısmını Türkiye’de geçirip gelmiş insanların Türkiye’nin gündeminden kopamaması normal geliyor bana. Diğer yandan dil problemi de var. Almancaya olan ilgisizlik, Almanya’ya olan ilgisizliği beraberinde getiriyor.

Ömrünü Almanya’da geçirmiş insanların bu kadar Türkiye siyasetini takip etmesinin bana göre iki nedeni olabilir. Biri böyle bir ailede yetişmiş olmak, diğeri Alman toplumuna paralel yaşıyor olmak. Burada doğmuş büyümüş hayatında okul dışında hiç Alman arkadaşı olmamış gençlerin sayısı hayli fazla.

Diğer yandan şuan hükümeti destekleyen ve dini hassasiyetleri olan insanlar şuan ki durumu din mücadelesi gibi görüyor. Genelde bu tarz insanlar Almanya’yı sevmiyor, her fırsatta Almanya’ya olan nefretlerini dile getiriyor. Para kazanmak ve haklarından faydalanmak dışında bir bağ kurmuyorlar bu ülkeyle. Doğal olarak siyasetiyle de ilgilenmiyorlar.

Bazı insanlar ciddi ciddi kendini Alman devletinin Müslüman düşmanlığı yaptığı yönünde inandırmışlar. Diğer yandan Alman siyasetine ilgi duyan Türkler de var ama oldukça az.

Belki de yine yetiştirme şekli. Gençler ailelerinde de Alman siyasetine karşı bir ilgi görmüyor. Siyasi gündemi takip edebilmek için en azından Alman gazetelerini okumalı, Almanca haber dinlemeniz gerekiyor. Dil problemi buna mani oluyor.

Pedagog Betül Özdemir

Türkiye de yapılan seçimler için buraya oy sandıklarının konulması sizce doğrumu?

Değil. Almanya’dan yüzde 63 ‚evet’ çıkması bütün Türk toplumunu etkileyecek. Birçok kişinin referandumda yapılan değişikliklerden bihaber olduğu bilinen bir gerçek aslında. Erdoğan`a inanan ve onu seven insanlar evet dediler.

Evet derken ise Türkiye’de yapılan haksızlıkları ve zulmü onaylamış oldular. Erdoğan’ın politikası şuan demokratik ülkelerde kabul görmeyen bir politika. Diğer yandan Erdoğan Almanya’ya yaptığı göndermelerle Alman-Türk toplumunun arasını daha fazla açıyor.

Bu nefret politikası Türkiye’de yaşayan insanları pek ilgilendirmese de biz bu toplumda yaşıyoruz. Komşumuz Alman, iş arkadaşımız Alman, çocuğumuzun belki de en yakın arkadaşı Alman.

Zaten kendimizi ifade etmekte zorlanıyorken üzerine bir de Erdoğancılık eklendi. Başta dış görüntüsüyle dindar olduğu belli olanlar, mesela  başörtülüler çekecek bunun sıkıntısını. Şahsen ben toplumda Erdoğancı gibi görülmekten rahatsızlık duyuyorum.

Özellikle burada yetişen gençler Türkiye ve Türk kültüründen uzak yetişmesine rağmen koyu bir Türkiye fanatikliği var. Bunu sebebi sizce ne olabilir?

Çeşitli nedenler var. Toplumda kabul görmeme, bazen ise itilip kakılma ve yetişme şekilleri en önemli nedenler olabilir. Başörtülü kızlar, eğitim seviyesi düşük gençler bazen çevreleri tarafından kabul görmüyorlar. Sadece Türkiye odaklı yetiştirilen, farklı kültürlere kapalı yetişen çocuklar yaşadığı ülkeye, ‘gavurun ülkesi’ gözüyle bakmaya devam ediyor.

Yukarda da dediğim gibi bu tarz ailelerde yetişen çocuklar genellikle Almanya’yı sevmediklerini de dile getiriyor. Bu gençlerin genelde yakın yabancı arkadaşları olmaz. Genelde okulda veya işyerinde kendi aralarında kalırlar. Türkiye’de güzel vakit geçirdikleri için bu anıları hakkında konuşmak hoşlarına gider.

Alman devletinin, Türk toplumunu yeterince tanıdığına inanıyor musunuz? Bu konuda ki düşünceleriniz?

Alman devleti derken hükümet, siyasetçiler mi halk mı?

Eğer halksa, çevrelerinde yaşayan Türkler kadar tanıdıklarını düşünüyorum. Nasıl bizler Alman toplumu hakkında önyargılara sahip isek, Alman toplumu da ister istemez önyargılarından kopamıyor.

Bir Türk olarak sürekli sizin kendinizi ifade etmeniz gerekiyor. Diğer yandan biz Türkler de Alman toplumunun hassasiyetlerini göz önünde bulundurmayarak önyargıların oluşmasına neden olabiliyoruz. Neden gürültü, şiddet, ezilen kadın deyince akla ilk Türkler geliyor?