Kudüs’ü önce kendimizde kaybettik

Aylardır görüşemediğim güzel bir dostumu arayıp hâl-hatır sorduğumda bana, ayağının tozuyla Kudüs’ten geldiğini söylemişti. ‘Kudüs mü?’ dedim. Hani şu bildiğimiz peygamberler şehri Kudüs mü? Efendimizin (s.a.v.) mi’racının anahtarı olan Kudüs. İlk fırsatta kendisinden Kudüs hatıralarını dinlemek için yanına gittim. Tarihe çok meraklı bir insanımdır. Dostumun da böyle bir sevdası vardı. Kudüs’ün tarihi dokusunu bizzat müşahede

SAİD GÜL 09 Aralık 2017 GÜNDEM

Aylardır görüşemediğim güzel bir dostumu arayıp hâl-hatır sorduğumda bana, ayağının tozuyla Kudüs’ten geldiğini söylemişti. ‘Kudüs mü?’ dedim.

Hani şu bildiğimiz peygamberler şehri Kudüs mü? Efendimizin (s.a.v.) mi’racının anahtarı olan Kudüs. İlk fırsatta kendisinden Kudüs hatıralarını dinlemek için yanına gittim.

Tarihe çok meraklı bir insanımdır. Dostumun da böyle bir sevdası vardı. Kudüs’ün tarihi dokusunu bizzat müşahede etmek için gittiğini ve bana anlatacaklarının olduğunu biliyordum. Bir de en çok merak ettiğim bir yazı vardı ecdaddan kalan. Acaba o yazıyı da görmüş ve resmini çekmiş miydi?

Hazır Osmanlı’dan söz etmişken, ecdadın Kudüs’e bahşettiği öyle güzellikler vardı ki. Gittiği her yere medeniyet götüren Osmanlı, hayır-hasenât ve îmar mevzularında Kudüs’e de hak ettiği değeri vermişti. Eski Kudüs diye bilinen bölge surlarla çevrilidir.

O surlar ki, Kanuni’nin bir armağanıdır şehre. Bugün hâlâ gariplere Ramazan’da iftar dağıtan hayır kapısı Haseki Sultan Tekkesi’nden mi söz edelim, yoksa Kasım Paşa Çeşmesi’nden mi bir fasıl açayım.

Pamukçular Çarşısı’ndan Bakırcılar Çarşısı’na adeta İstanbul’un meşhur Kapalıçarşı’sının Kudüs’e taşındığını zannedersiniz. Çorbacı Mescidi, Küçük Pazar ve Mevlevi Camileri de Allah’ın huzuruna Kudüs’ten çıkılan mekanlardı.

İkinci halife Hz. Ömer’in (r.a.) fethinden sonra bir ilim ve kültür merkezi olan şehirde El-Maksut gibi birçok alim zat yetişmiştir. Haçlı Seferleri’yle küffar ordusunun işgaline giren şehir 88 sene sonra Selahaddin-i Eyyubi’yle birlikte yeniden müslüman amirlerine kapılarını açar.

Yavuz Sultan Selim’le Osmanlı’yla tanışan şehir, tam 400 sene ecdadın elinde bir inci gibi kalır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında kaybedilen şehir bir daha Müslüman idareci yüzü görmez. Yılları kan, zulüm ve gözyaşıyla geçer bu aziz şehrin.

Oysa bugün akan kana fırsat vermeyen bir anlayış vardı Osmanlı’da. Bu anlayış, İslam inancından kaynaklanıyordu ve adı ‘Hoşgörü’ idi. Kendisi gibi düşünmeyene ve inanmayana hayat hakkı tanımak ve herkesi kendi konumunda kabul etmek prensibinden bahsediyorum.

Öyle ki yedi kapısı olan Kudüs’ün batı cephesinde kalan El-Halil kapısının girişine bugünün zalim idarecilerine bile adeta hoşgörü dersi verircesine bir yazı kazıttırır. O yazı bir serlevha gibi durur kapının üzerinde.

Osmanlı, şehirde huzurun, güvenin ve kabullenmenin teminatı olan bu yazıyla, bu şehirde yaşayan her üç semavî dinin mensuplarına kucağını açar. İnancımızın temeli olan Kelime-i Tevhid’i bile şehre göre uyarlar ecdat. Bu ne ince bir düşüncedir Allah’ım.

Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inde Allah’ın ‘Zatına mir’at edindim zatını, bile yazdım adım ile adını’ diye taltif ettiği peygamberin adı, itikadımızın temel esası olan Tevhid cümlesinde yer almaz bu yazıda.

Oysa o peygamberin (s.a.v.) adı O’nu yaradanın yanına ne güzel yakışırdı. Allah, habipsiz, habibi de rabbisiz düşünülebilir miydi? Ecdad, Allah’ın adının yanına bu yazıyı yazarken Efendimizi (s.a.v.) koydurtmamış.

Çünkü O (s.a.v.), âlemlere rahmet olduğu halde Yahudi ve Hıristiyanlardan kabul görmemişti. O’nun (s.a.v.) ismi, şehirde belki de ayrılığa ve şehirde kabul görmemeye sebep olacaktı. O yüzden bugün o kapının üzerinde Allah’ın (c.c.) adının yanında Efendimizin (s.a.v.) değil, üç dinin babası olan Hz. İbrahim’in (s.a.v.) adı yazar. Yani ‘La ilahe illallah. İbrahim Halilullah’.

Ziyaretine gittiğim dostum bu ayrıntıyı kaçırır mı? Hemen basmış deklanşöre ve kaydetmiş bu inceliği. Resmi benimle paylaştığında çok mutlu olmuştum. Benim de küçük bir tarih arşivim olmuştu Kudüs’le ilgili.

Halbuki ecdadın bu inceliğine rağmen torunlarının Kudüs’e bakışı ve Kudüs için yaptıkları neydi? Filistin’de İntifada’nın yaşandığı yıllarda sokaklara Filistin bayrağı ve Yasir Arafat posterleriyle dökülüp ‘Kahrolsun İsrail’ diyen bir kalabalık geliyor hemen gözlerimin önüne.

Hatta yine yıllar önce bazı Alman mağazalarının gelirlerini İsrail’e yardım şeklinde verdiğini duyan Müslümanlar, camilerde propaganda yaparak bu hali protesto etmişlerdi.

İki hafta sonra bu mağazalarda yapılan ilk tenzilatlı alışverişte kapıdan ellerinde paketlerle çıkanlar yine o bağıran Müslümanlardı. ‘Kudüs namusumuzdur, kırmızıçizgimizdir’ diyerek laf kalabalığı yapanların, inanın, ‘Kudüs işgal altındayken, bana rahat uyku haramdır’ diyen Selahaddin-i Eyyubi’den utanmaları gerekirdi. Zira gece rahat uykularından fedakarlık yapmamışlardı hiç.

Yine bir dostuma ‘Dua mü’minin silahıdır. Fakat duanın haricinde ne yapmalı Kudüs için?’ diye sorduğumda ‘Sadece dua’ demişti. Demek ki Müslümanların Kudüs’le ilgili bir yol haritası bile yoktu.

Daha önce üç ABD başkan adayının seçim öncesi vaat ettiği ve daha sonra sözlerini yerine getirmekten çekindiği ‘Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımak’ düşüncesini Trump herşeye rağmen dillendirmiş ve seçim öncesi verdiği sözünü yerine getirmişti.

Ortadoğu’da zaten kalmayan dengeyi daha da bozacak olan bu çıkış, dünya üzerinde planlanan bir sürecin üçüncü ayağının hazırlığıydı bence. 1870’li yıllarda büyük mason ve siyonist Albert Pike’in ‘Dünyanın üç büyük savaş göreceğini, birincisinde monarşilerin yıkılacağını, ikincisinde faşizm ateşinin dünyayı kasıp kavurarak İsrail Devleti’nin temellerini atacağını ve üçüncü savaşında Siyonistlerle Müslümanlar arasında patlak vereceğini söylemişti.

Bu savaşın ayak sesleri duyuluyor adeta bu kararla. Zaten Efendimizin (s.a.v.) kıyamet alametleri arasında Kudüs’le ilgili hadisleri de bu yöndedir.

Böyle bir sürece girildiğinde kim olduğumuz ve nerede durduğumuz çok önemlidir. Yüreğinde Kudüs’ü hissetmeyenlerin bu savaşın neresinde olduğunu gözden geçirmesi gerekir. Şair Cahit Zarifoğlu’nun da dediği gibi:

Önce yüreklerimizdeki Kudüs’ü işgal ettiler. Biz savaşı önce kendimizde kaybettik.