Köln’de Dayanışma Festivali: Almanya’da MİT’e çalışan altı binden fazla gönüllü var

Köln’de Dayanışma Festivali: Almanya’da MİT’e çalışan altı binden fazla gönüllü var

Dayanışma’nın Sesi Derneği tarafından Köln'de düzenlenen Dayanışma Festivali'nde Türkiye'deki hak ihlalleri, siyasi cinayetler ve kayıplar gündeme taşındı

PANORAMA - NEWS 29 Eylül 2024 GÜNDEM

İnsan hakları mücadelesini geniş kitlelere ulaştırmayı hedefleyen dayanışma festivalinin beşincisi Almanya’nın Köln kentinde gerçekleştirildi. Türkiye’deki siyasi tutuklulara ve insan hakları ihlallerine dikkati çekmek amacıyla düzenlenen etkinliğin Cumartesi günü yapılan ilk oturumunda Meryem Göktepe, İkbal Eren ve Orhan Gazi Ertekin konuştu.

Dayanışma’nın Sesi Derneği (Stimmen der Solidarität) tarafından organize edilen Dayanışma Festivali’nde söz alan eski yargıç Orhan Gazi Ertekin, hukuk ihlalleri, siyasi cinayetler ve kayıplar hakkında konuştu. Demokrat Yargı Hareketi sözcülüğü yapan ve hukuk, yargı üzerine akademik çalışmaları ile öne çıkan Ertekin, Türkiye’de kaç kişinin siyasi cinayetlerle, işkence ile öldürüldüğünün hala bilinmediğini belirterek, “17 bin kişiden bahsediliyor ama isimleri yok ortada. Kim olduklarına dair hiçbir bilgimiz yok. Hala sayısı, mezar yerleri belli değil” dedi.

“Türkiye artık büyük bir Tavşantepe köyü”

Diyarbakır’da öldürüldükten 19 gün sonra cesedi bulunan Narin Güran cinayetine atıf yapan ve “Türkiye artık büyük bir Tavşantepe köyü. Hiçbir şeye ulaşamıyorsunuz. Delile ulaşamıyorsunuz. Her tür delil rahatlıkla karartılabilir hale geliyor. Birden fazla aktör işin içerisine giriyor.” diyen Orhan Gazi Ertekin, Almanya ortaçağında kilise güçlerinin muhalifleri ortadan kaldırmakta kullandığı intikamcı yargılama türüne verilen “feme cinayeti” (fememorte) kavramını kullandığı konuşmasına şöyle devam etti: “Bu devlet cinayeti mi? Evet, bir yandan devlet cinayeti; devlet işliyor, kurumlar işliyor. Ama bundan daha fazlası da var Türkiye’de. Bu, devlet cinayetinin ötesinde bir endüstriyel hal almışlar. Sadece devlet cinayeti değil, işin içerisinde toplumun kendi etkinliğinin, eyleminin oldukça faal bir biçimde dahil olduğu süreçler var.”

‘Feme cinayeti’ ve ‘Eşeğin gölgesi’ davası

Selahattin Demirtaş’ın ve avukat Selçuk Kozağaçlı davalarını ‘feme cinayeti’ olarak değerlendiren Orhan Gazi Ertekin, Türkiye’deki muhaliflere yönelik başka bir yöntemin de ‘eşeğin gölgesi davası’ olduğunu öne sürerek şöyle konuştu: “Hani bir kişi kendi eşeğini kiraya veriyor. Ondan fayadalanabilirsin ama gölgesinden de faydalanabilir misin davası… Osman Kavala davası bir eşeğin gölgesi davasıdır arkadaşlar. Yani bir iş adamından, siyasetçiden bir terörist çıkar mı davası…”

Öldürmenin endüstriyel bir hale geldiğinin altını çizen Ertekin, bunun sonucunda ekonomik ve siyasi tasfiyelerin yaşandığını, bazı kişilerin öldürerek işadamı haline geldiğini, yoksul çocukların iş adamına, mafya babasına dönüştüğünü belirtti. Ertekin, “Burada devletin kendisi, kurumları, yargısı, kutsal dava, bütün bunlar endüstriyel olarak iç içe geçmiş ve bu öldürme bir konsorsiyuma dönüşmüş, öldürmenin bütünlüklü bir eyleme, birbiriyle eş güdümlü bir eyleme dönüştüğü bir alan yaratıyor.” dedi.

Siyasi cinayetlerde devlet, toplum, aile koalisyonu

Ertekin konuşmasına, “Devlet cinayetiyle toplumsal cinayetlerin iç içe geçtiği; ailenin topluma, toplumun devlete, devletin aileye dönüştüğü, devletin aile gibi çalıştığı, ailenin devlet gibi çalıştığı, aynen Tavşantepe Köyü örneğinde gibi…

Her an, her gücün sorunların yaşandığı yerde, şiddetin yaşandığı yerde, cinayetin yaşandığı yerde, gücün anlık müdahale edebildiği, süreci değiştirebildiği, dönüştürebildiği, her an yeniden kurulduğu bir tür ortaçağın içerisindeyiz.

‘Cumhuriyetçi Seçkinler’le ‘İslamcı Müteşebbisler’in mücadelesi

Türkiye’nin 15 Temmuz’a kadar iki anayasa ile yönetildiğini söyleyen Orhan Gazi Ertekin, “Biri terörle mücadele yasasıydı. İkincisi 1982 Anayasası….

Biz hep tek anayasa olsun istedik. 15 Temmuz’dan sonra bizim isteğimiz gerçekleşti. Ama temsil yok. 82 Anayasası rafta kaldırıldı, terörle mücadele yasası bizim tek anayasamız haline geldi.

Bizim beklediğimizin tam bir yönetim. Dolayısıyla böyle bir sistemde Anayasa Mahkemesi’nin Askeri Hukuk Mahkemesi’nden daha fazla bir anlamı yoktur.

Cumhurbaşkanlığı, Anayasa Mahkemesi ve Milli Güvenlik Kurulu Kemalist cumhuriyeti kontrol ediyor, dizayn ediyor, belirliyordu.

Şimdi Cumhurbaşkanının, Erdoğan’ın kendisinin her sözü bir yasaya dönüşmeye başladı. Saray, AKP güruhu ve yargı geçmişteki üçlünün yerini aldı.

Kavala ilk yargılandığı davadan beraat etmişti. Fakat bu beraat kararı birkaç saat içerisinde AKP güruhunda bir yenilgi duygusu yarattı. Başka bir davadan içeride tutuluyor.” şeklinde konuştu.

Yaşananların hukuk değil egemenlik krizi olduğunu vurgulayan Ertekin, Cumhuriyetçi seçkinler ile İslamcı müteşebbislerin mücadelesine dikkati çekti.

Dayanışma Festivali

Sürgündeki muhaliflere baskı

İkinci günün son etkinliği, “Sürgünde Muhaliflere Baskı ve Avrupa’nın Rolü” başlıklı panelinde konuşan gazeteci, tiyatrocu ve yazar Hayko Bağdat ise sürgündeki muhaliflerin yaşadığı zorlukları ve Avrupa’nın bu konudaki tutumunu gündeme taşıdı.

Türkiye’nin yurt dışında faaliyetleri en güçlü ülkelerden biri olduğunu vurgulayan Bağdat, Almanya’da MİT’e çalışan altın binden fazla gönüllü olduğunu hatırlattı.

Almanya’ya iltica etmediği için bir süre sonra pasaportunun yenileyemediğini belirten Hayko Bağdat, ‘her vaftiz olana pasaport veren’ Ermenistan’a başvurduğunu belirtti.

Tiyatro sahnesine çelik yelekle çıktığını ve bu durumun çok absürt olduğunu kaydeden Bağdat, “Bence bütün acılar karşısında mizah bütün diktatöryal baskılar karşısında mizahçı anlatmaya gerek yok. Dünyanın en iyi enstrümanlardan bir tanesi. Düşmanı en çok korkutan taraflarından bir tanesi. Gezi’ye bu kadar çok saldırmalarının nedeni” diyerek sözlerini şöyle tamamladı:

“Biz burada daha fazla üretmeye, daha fazla çalışmaya da mecburuz. Böyle moral bozup kendimizin sürgünü olmasın. Zaten havada karanlık burada, D vitamini eksiliyordur. Öyle yaşayamayız yani. Başka bir moral bulmamız lazım.

Ben işin mizah kısmını, moral kısmını ciddiye alıyorum. Ama hep de dalga geçerek yaşamıyoruz. Siyaseten, gazeteciliğimizle, tamam ciddi alanda ciddiyiz ama mizah kısmında biraz şeyim, tutunuyorum diyeyim yani.”