Konrad-Adenauer Vakfı’nın araştırması, Almanya’da yaşayan yabancıların ülkeye duyduğu gururun Almanlardan daha yüksek olduğunu ve toplumsal uyumun güçlü seyrettiğini ortaya koydu.
Almanya’da yaşayanların ülkelerine bakışını ele alan Konrad-Adenauer Vakfı tarafından hazırlanan yeni araştırma, kamuoyunda dikkat çeken sonuçlar ortaya koydu. Çalışmaya göre, Almanya’da yaşayan yabancıların ülkeye duyduğu gurur, Almanya kökenli vatandaşlarınkinden belirgin biçimde yüksek. “Değişim İçinde Göç Toplumu” başlıklı araştırma, 2015–2025 yılları arasında Almanya’da yaşayan göçmen kökenli ve göçmen kökeni olmayan Almanlar ile yabancı uyrukluların siyasal tutumlarını karşılaştırdı.
Yaklaşık 3000 kişiyle yapılan temsili anket, 1000 göçmen kökeni olmayan Alman, 1000 göçmen kökenli Alman ve 1000 yabancı katılımcıdan oluştu. Bulgulara göre göçmen kökeni olmayan Almanların yüzde 63’ü ülkesinden gurur duyduğunu belirtirken, bu oran göçmen kökenli Almanlarda yüzde 71’e, yabancılarda ise yüzde 79’a yükseldi. Bu sonuç, Almanya’da yaşayan yabancıların ulusal aidiyet duygusunun beklentilerin üzerinde olduğunu gösteriyor.
Siyasal bilgi edinme alışkanlıklarında da farklar göze çarpıyor. Göçmen kökeni olmayan Almanların yüzde 72’si her gün güncel siyasi gelişmeleri takip ediyor. Göçmen kökenli Almanlarda bu oran yüzde 57’ye, yabancılarda ise yüzde 38’e düşüyor. Uzmanlara göre yabancılar arasındaki düşük oran, bu grubun aynı zamanda kendi ülkelerindeki gelişmeleri de izlemeleriyle açıklanıyor.
Aşırı sağdan duyulan endişe ise farklı düzeylerde hissediliyor. Göçmen kökeni olmayan Almanların yaklaşık dörtte üçü, aşırı sağcı tehditlerden endişe duyduğunu ifade etti. Göçmen kökenli Almanlarda bu oran üçte iki civarındayken, yabancılarda yalnızca yüzde 55 olarak ölçüldü. Bu durum, beklenenin aksine, aşırı sağ saldırılarından en fazla etkilenmesi muhtemel grubun korkusunun daha az olduğunu ortaya koyuyor.
Araştırma, kültürel konularda toplumun genelinde benzer bir tutum bulunduğunu da ortaya koydu. Göçmen kökenli Almanların yüzde 90’ından fazlası, yabancıların yüzde 87’si ve göçmen kökeni olmayan Almanların yüzde 84’ü, yabancıların davranışlarını Almanya’daki kültüre uyarlaması gerektiğini düşünüyor. Bu yaklaşım, 2015’ten bu yana tüm gruplarda artış gösterdi. Uzmanlar, 1990’lar ve 2000’lerde tartışılan “Alman yön kültürü” kavramının yeniden gündeme gelebileceğini belirtiyor.
Öte yandan, “İslam Almanya’ya ait midir?” sorusuna verilen yanıtlar, son yıllarda azalan bir eğilime işaret ediyor. Göçmen kökeni olmayan Almanların yüzde 41’i bu ifadeye katılırken, göçmen kökenli Almanlarda oran yüzde 42, yabancılarda ise yüzde 38 oldu. Tüm gruplarda on yıl öncesine göre az da olsa düşüş gözlemlendi.
Jeopolitik konularda görüş ayrılıkları belirgin. Göçmen kökeni olmayan Almanların yüzde 57’si, Ukrayna’daki savaşın tek sorumlusunun Rusya olduğunu düşünüyor. Bu oran göçmen kökenli Almanlarda yüzde 39’a, yabancılarda yüzde 38’e düşüyor. Yaklaşık 20 puanlık fark, uluslararası krizlerin toplumun farklı kesimlerinde nasıl farklı algılandığını ortaya koyuyor.
Toplumsal kabul düzeylerinde de ayrışmalar mevcut. Eşcinsel arkadaşlarını kabul etmeyenlerin oranı, göçmen kökeni olmayan Almanlarda yüzde 7 iken, göçmen kökenli Almanlar ve yabancılarda yüzde 19 seviyesinde. Buna rağmen, her iki grupta da 2015’e kıyasla olumsuz bakışın azaldığı tespit edildi.
Yahudi karşıtlığı konusunda olumsuz stereotiplere verilen destek düşük seviyede seyrediyor. Ancak araştırmaya göre Müslümanlar ve Ortodoks Hristiyan inanca sahip katılımcılar arasında bu eğilim diğer gruplara göre biraz daha yüksek. Genel tabloya bakıldığında oranlar tek haneli ya da düşük çift haneli aralıklarda kaldı.
Siyasal ve toplumsal farklılıklara rağmen, Almanya’da birlikte yaşama konusunda geniş bir uzlaşı bulunuyor. Katılımcıların büyük çoğunluğu, ülkede kalıcı olarak yaşayan herkesin Almanca öğrenmesi gerektiğini düşünüyor. Ayrıca yüzde 90’dan fazlası Almanya’da yaşamaktan memnun olduğunu belirtiyor.
Araştırma, değişen göç toplumunun çok yönlü bir portresini çiziyor. Özellikle yabancıların Almanya’ya duyduğu yüksek gurur, ulusal aidiyetin yalnızca kökenle sınırlı olmadığını, kişisel deneyimler ve entegrasyon süreçleriyle şekillendiğini ortaya koyuyor.
