Başkalarının acısını ranta çevirebilme sanatı (!)

Emekli maaşı yetersiz olduğu için ilerlemiş yaşına rağmen hâlâ çalışmak durumunda kalan Iris Klein (müstear), dar bütçesine rağmen mütevazı sofrasında yabancı dostlarını, mültecileri ağırlamaya devam ediyor. Aşağıdaki sözleri Türkiye’den gelerek iltica talebinde bulunan 45 yaşındaki bir dostuna moral vermek için söylemiş. “Üzülme ve hiçbir şey için kendini suçlama. Sen her zaman kendi seçtiğin zor yollardan

DR. ÜNAL BİLİR 25 Ağustos 2019 GÜNDEM

Emekli maaşı yetersiz olduğu için ilerlemiş yaşına rağmen hâlâ çalışmak durumunda kalan Iris Klein (müstear), dar bütçesine rağmen mütevazı sofrasında yabancı dostlarını, mültecileri ağırlamaya devam ediyor. Aşağıdaki sözleri Türkiye’den gelerek iltica talebinde bulunan 45 yaşındaki bir dostuna moral vermek için söylemiş.

“Üzülme ve hiçbir şey için kendini suçlama. Sen her zaman kendi seçtiğin zor yollardan yürüdün. Tercih ettiğin değerlerin seni başka bir sonuca götürmesini mi bekliyordun? Bir avukat olan babam cepheden döndüğünde üç aşağı beş yukarı senin yaşlarındaydı. Altı yaşındaki kızı ile karısına bakabilmek için yaşadığı tüm yıkımları geride bıraktı ve sonrasında bize güzel günler yaşattı. Çocukların için dik durması sırası şimdi sende”.

Şimdi okuyacağınız satırlar da Alman Türkolog ve gazeteci Stefanie Schoene’ye ait. Schoene Almanya’daki göçmenlerin dini veya siyasi nitelikli faaliyetlerini, ideolojik ve kurumsal yapılarını eleştirel bir yaklaşımla yakından takip eden usta bir gazeteci. Sığınmacılara, mültecilere yönelik samimi yaklaşımını; Türkçeye serbest bir şekilde, ancak anlam bütünlüğü bozulmadan tercüme edilmiş şu sözlerle anlatıyor.

“Hangi nedenle olursa olsun ülkesini terk etmek zorunda kalıp, sonrasında üzüntü ve karamsarlık içinde yitip gitmeden ayakta kalabilen insanlara karşı derin bir saygı duyuyorum. Yaşadığım şehirde Kürtlerden, sözde veya gerçek Gülen taraftarı olan insanlardan birçok sığınmacı var. İltica, itiraz davası, bekleme ve ev bulma gibi zorlu aşamalardan geçerken, bir yandan da kaçış veya hapis sürecinin korkunç izlerini silmek zorundalar”.   

Avrupa’da sığınmacı veya mülteci statüsünde yaşayan yabancılara ilişkin bir yığın hikâye dinledim, tartışmalara şahit oldum, olumlu veya olumsuz bir sürü söz işittim, konuyla ilgili akademik değerlendirmeleri okudum. Bilmiyorum nedendir? Ancak bunların hiçbiri bende yukarıda okuduğunuz satırlar kadar derin bir iz bırakmadı.

 İnsani bir duruş ve empati

Bir yanda mültecilerle ilgili her türlü gelişme ve tartışmayı bir gazeteci titizliği ile takip eden bir kalem; diğer yanda olaylara bir aktivist mantığıyla yaklaşan, göçmenlerin sorunları için sahada mücadele veren bir kadın var. Ancak iki farklı perspektifi ortak noktada buluşturan temel husus şu: Zulüm gördüğü için doğup büyüdüğü toprakları terk etmek zorunda kalan insanların acısı, direnci ve hayat mücadelesi karşısında duyulan ve evrensel değer yargıları ışığında oluşturulmuş samimi, insani bir duruş.

Öyle ki her iki insanın mültecilerle kurduğu bağın düzlemi farklı olmakla birlikte; geliştirdikleri insani tavır herhangi bir mülteci grubunu önceleyen, onlara siyasi bir tarafgirlik bağlamında yakınlık duyan bir yaklaşım değil.

Ortaya koydukları tavır, aksine Afrika’dan Orta Doğu ülkelerine Güney Amerika’dan Uzak Doğu’ya değin geniş bir coğrafyadan gelen mültecilerin öznel hikâyesini kapsayacak denli hümanist. Çünkü yaklaşımlarının merkezinde zulüm nedeniyle vatanlarını terk etmek durumunda kalan insanlarla kurulan empati var.

Şimdi gelin Türkiye’yi terk etmek zorunda kalıp, sonrasında AB ülkelerinde sığınmacı/mülteci statüsünde yeni bir hayat kurmaya çalışan insanlara karşı Avrupa’da yaşayan Türklerin ortaya koyduğu yaklaşım tarzını mercek altına alalım.

Ancak bunu yaparken kendimizi birkaç örnekle sınırlandırmak yerine mültecilere yönelik duyduğumuz, tanık olduğumuz olumlu veya olumsuz yaklaşımları tümden bir analize tabi tutalım.

Kendini Kürt veya Türk olarak tanımlayan mültecilerin yaşadığı mağduriyet ve perişanlığı ‘hain oldukları için’ az bulan, AB ülkelerinin onları ‘ihanetlerini ödüllendirmek amacıyla kabul edip beslediğini’ ileri süren rijit, ideolojik yaklaşımları bir yana bırakın.

Eğer son yıllarda yaşanan siyasi olayların akabinde yolunuz sığınmacı/mülteci konumunda Avrupa’ya düştü ise, sizinle hâlâ selamı sabahı kesmeyen insanların başlıca iki gruba ayrıldığını göreceksiniz.

İyilik ve kötülük koyun koyuna

Birinci kesim sizin gibi insanların yaşadığı mağduriyet ve acıların sıradan olmadığını; iltica sürecinizin bir hicret, çektiğiniz sıkıntıların da birer ibadet olduğunu söyleyecek.

Size ayrıca sabretmenizi, dayanmanızı ve geleceğe umutla bakmanızı öğütleyecekler. Ve siz fiziki olarak oldukça ağır bir işte çalışmasına rağmen akşamları Uber yapıp buradan kazandığını tümüyle mültecilere yardım olarak dağıtan, her ay düzenli olarak 500 euro ihtiyaç sahibi bir ailenin hesabına yatıran, Ramazan boyunca evinde mültecileri ağırlayan, beş kuruş almadan evini mülteci bir aileye tahsis eden, en önemlisi de sizlerin gördüğü bu zulmü kendi yaşamışcasına üzülen, hapishanedeki bebekler için geceleri gözyaşı döken, kötü muamele görmüş kadınlar için kahrolan insanları bu birinci kesim içinde rahatlıkla göreceksiniz.

Mağduriyetleriniz nedeniyle muhatap olmak durumunda kaldığınız bir diğer kesim de sizi, sürekli daha büyük mağduriyetlerden bahsederek susturacak. Şikâyetçi olmamanızı, mevcutla yetinmenizi, sizin gibi mültecilere ‘hizmet’ vermek için ekip olarak var güçleriyle çalıştıklarını size anımsatacaklar.

Ve siz mülteci kamplarında bir tas sıcak çorba yüzü görmeyen yüzlerce adamdan birini bile evine davet etmemiş bu kişilerin kocasından boşanmış, yanında kocası olmadan Türkiye’den gelmiş, dul veya bekâr kadınları hemen evine davet ettiğini hayretle göreceksiniz.

‘Abla her türlü ihtiyacınız için beni gece gündüz arayabilirsiniz’ ağzıyla telefon numarasını anında veren/kaydeden, ‘ablaya moral olsun’ diyerek onu tatil için kiraladığı havuzlu villaya götüren yüreği merhamet (!) dolu ‘mütevellileri/imamları’ bu insanlar içinde hemen seçeceksiniz.

Para ödeyerek çöpe atması gereken eskimiş mobilya ve eşyaları yardım adı altında mültecilere çakan; bir zamanlar kapısından bile giremediği üst düzey bürokratların, üniversite hocalarının ve iş insanlarının yaşadığı mağduriyet ve gördüğü zulüm karşısında ‘ya gördün mü Allah adamı na’pıyo’ diyerek kendi ezikliğini telafi etmeye çalışan insanları da bu kesim içinde bulacaksınız.

Camia içindeki sayı ve güçleri nedir, kestiremiyoruz. Ancak şunu bilin ki; bu tür adamlar hâlâ bir ‘vazife’ urbası giyerek size efendilik taslayabiliyorsa, bu sizin yaşadığınız acı ve mağduriyetleri ranta çevirebildikleri içindir.

Bir mültecinin yaşadığı insanlık dramını kendi ticari başarısızlığı veya milli damatlık çilesi ile aynı gören, mağduriyeti sadece maddi kayıp ve parasızlık olarak algılayan, en önemlisi de bir mülteciyi teselli ederken bile kendi egosunu şişiren bu ‘ömür boyu vazifeli’ takımına göre siz sadece bir rakamsınız.

Çünkü bir mülteci olarak haksızlığa uğramanın, aşağılanmanın, doğup büyüdüğü topraklardan sürülmenin, sevdiklerinden kopartılmanın, özgürlüğünü yitirmenin, vatandaşlık haklarından mahrum olmanın bu şahıslarda hiçbir karşılığı yok.