25 Kasım, kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele günü

HABER MERKEZİ – Özellikle 25 Kasım tarihinin uluslararası kadına yönelik şiddete karşı mücadele günü seçilmesi bir tesadüf değildir. 1930 yılından, 1960 yılına kadar Dominik Cumhuriyeti’ni zulüm ve baskıyla kesintisiz olarak 30 yıl yöneten Diktatör Rafael Trujill’ya karşı eşit insan hakları ve özgürlük mücadelesi veren Mirabel Kardeşler’in (Maria Mirabel, Minerva Mirabel, Patria Mirabel.. Kod adları „Kelebekler“)

MELEK KANDİLLİ 24 Kasım 2019 GÜNDEM

HABER MERKEZİ – Özellikle 25 Kasım tarihinin uluslararası kadına yönelik şiddete karşı mücadele günü seçilmesi bir tesadüf değildir.

1930 yılından, 1960 yılına kadar Dominik Cumhuriyeti’ni zulüm ve baskıyla kesintisiz olarak 30 yıl yöneten Diktatör Rafael Trujill’ya karşı eşit insan hakları ve özgürlük mücadelesi veren Mirabel Kardeşler’in (Maria Mirabel, Minerva Mirabel, Patria Mirabel.. Kod adları „Kelebekler“) hükümetin gizli polisleri tarafından 25 Kasım 1960 yılında öldürülmelerinin tarihidir.

Kadın özgürlük mücadelesinin öncüleri olarak görülen Mirabel Kardeşler, hapisteki eşlerini ziyaretten dönerken, gizli servis polisleri tarafından araçları durdurulur. Polisler, Mirabel Kardeşler’e önce cinsel saldırıda bulunurlar ve daha sonra da sopalarla döverek öldürürler. Gizli servis polisleri olayı örtbas etmek için cesetleri cipe koyar ve bir uçurumdan aşağıya yuvarlarlar. Trujillo yanlısı „El Garibe“ gazetesi olayı bir kaza olarak duyurur.

Ama bu olayın kaza olmadığı ortaya çıkınca Dominik halkının diktatöre karşı mücadele ve özgürlük sembolü haline gelen Mirabel Kardeşler ve kurmuş oldukları Calendestina hareketi ayaklanma başlatır.

Adı katliam ve zulümle anılan Diktatör Trujillo’nun sonunu da bu üç kız kardeşin hunharca öldürülmesi getirir. 30 Mayıs 1961´de bir suikastte öldürülür.

Mirabel Kardeşler’in katledilmesi tüm dünyada yankı bulur ve Birleşmiş Milletler, 17 Aralık 1999 yılında 25 Kasım’ın „Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü“ olmasını kararlaştırır.

Günümüzde hem Türkiye’de hem dünyanın bir çok ülkesinde kadına yönelik taciz, tecavüz, şiddet ve katliam haberleri ile sarsılıyor.

Kadın cinayetleri ve tecavüz -özellikle de çocuk tecavüzleri- olayları son yıllarda toplumu endişelendiren bir tırmanışla artıyor.

Aslında ataerkil devlet sisteminin kurulduğu günden bugüne kadınlar savaş ganimeti olarak düşünülmüşlerdir.

Her zaman savaşlarda kadınlar tecavüze uğramış, şiddet görmüş ve öldürülmüşlerdir.

Ruanda’da 1994 soykırımında 250 bin kadına tecavüz edildi, Bosna´da 20 binden fazla kadın etnik temizlik adı altında tecavüze uğradı.

Askeri eğitimler çoğunlukla kadına yönelik düşmanlığı ve kadınları aşağılamayı teşvik eder.

Özellikle ordunun (Militarizmin) kutsallaştırıldığı ve savaşların yüceltildiği dönemlerde şiddetin genel olarak artması ve özellikle de kadına yönelik şiddetin bu anlamda her gün gazetelerde boy boy manşetlerde olması aslında çok şaşırtıcı değildir.

Çünkü militarizm ölmeyi ve öldürmeyi; bunların aracı olarak da şiddeti meşrulaştırır, savaşlar ise bunları gerçekleştirir.

Tecavüz, savaşlarda düşmana karşı kullanılan bir tür saldırma araçıdır. Kadının bedeni taraflar arasında bir savaş alanı haline getirilir ve düşmana „En acı“ mesaj gönderilir: „Senin“ kadınına, yani milletine, onuruna tecavüz ettim.

„Tecavüze uğrayan“ Halk da bu mesajı bu şekilde alır. Dolayısıyla, milliyetçi söylemin kadına yüklediği anlam erkeğin, milletin, onuru olması, görevi de milletin devamını sağlamasıdır.

Tecavüze uğrayan kadının o millette yeri, yaşam alanı kalmamıştır.

Ordu-devlet sistemindeki hiyerarşi anlayışı ve erkeğin güçlü olduğu ve gerektiği zaman ceza yöntemi olarak şiddeti kullanabileceği ve kadınlara tecavüzün de bir çeşit saldırı ve ceza olarak uygulanabileceğini militarizm ve devlet aslında alttan alta erkeklere, kadınlara ve hatta çocuklara öğretir. Toplumsal cinsiyete dair hakaretleri kullanmak, erkekleri hem kendi kültürlerindeki kadınlara karşı hem de “Öteki” kültürün kadınlarına karşı saldırgan davranma yönünde motive ediyor.

Dünyada savaşlar bitmedikçe, ordular var oldukça ve güçlünün her şekilde haklı olduğu, her türlü zulümu, baskı kurarak uyguladığı kapitalist sistemler değişmedikçe, kadınlar her ortam da (aile içinde, sokaklarda, işyerleri de, cezaevlerinde, karakollarda, savaşlarda) şiddete, tecavüze maruz kalacak ve öldürülmeye devam edecekler.

Kadına yönelik şiddete karşı mücadelede şiddeti, ölümü, tecavüzü kışkırtan ve yükselten militarizme ve savaşlara karşı da mücadele etmek, barışı savunmak ve şiddetsiz, barışçıl ve adil bir dünya için sesimizi yükseltmek zorundayız.

Tabii ki şiddetin bir kaç farklı boyutu var. Kadınlara sadece cinsel şiddet uygulanmıyor, aynı zamanda hatta belki çok daha fazla psikolojik şiddet uygulanıyor; Kadınları küçük görme, beceriksiz olarak değerlendirme, kişiliğini ve fikirlerini önemsememe, bağırma, lakap takma, sürekli eleştirme, emir yağdırma, surat asma, ev ve kendi ihtiyaçlarını karşılaması için gereken parayı ceza yöntemi, yaptırım aracı olarak kullanmak, yaptıklarını ve davranışlarını, kıyafet seçimini sürekli kontrol etme, sosyal hayatta ve eğitim alanında karşısına çıkan fırsatları engelleme gibi pek çok davranış da bu kategoriye girmektedir.

Büyük ozanımız Neşet Ertaş, o kadim insanlık bilgisi ile ne güzel söylemiş; ‘Kadınlar insandır, biz de insanoğlu.’

Bu anlamda 25 Kasım’da önce kadınlar ve şiddete karşı olan, eşitlikçi erkeklerle birlikte kadına yönelik şiddete, savaşlara, ölümlere dur diyelim.

Dünyamızı cennete çevirmek, çocuklarımıza şiddeti değil, sevgiyi aşılamak bizlerin elinde…