Trump dünya düzenini altüst etti

Trump dünya düzenini altüst etti

Batı, İkinci Dünya Savaşı'ndan beri en ağır güvenlik krizlerinden birini yaşıyor ve bu bir süre devam edecek. Bir uzman bunu "Trumpçılık, onun başkanlığından daha uzun sürecek" şeklinde açıklıyor. Peki hangi ülkeler ABD'nin geri çekilerek bıraktığı boşluğu doldurmaya hazır?

PANORAMA-NEWS 01 Nisan 2025 DÜNYA

1947 yılının Şubat ayında bir sabah saat 09.00’da İngiltere’nin Washington büyükelçisi Lord Inverchapel, önemlerini vurgulamak için mavi kağıda basılmış iki diplomatik mesaj teslim etmek üzere ABD Dışişleri Bakanı George Marshall’ın ofisine girdi: mesajlardan biri Yunanistan, diğeri de Türkiye ile ilgiliydi.

Bezmiş, fakir ve ABD’ye büyük bir borç içinde olan İngiltere, ABD’ye, komünist bir isyanla mücadele eden Yunan devletini desteklemeye devam edeceğini söyledi.

İngiltere Filistin ile Hindistan’dan çekilme ve Mısır’daki varlığını azaltma planlarını da açıklamıştı zaten. ABD, Yunanistan’ın komünistlere, dolayısıyla da Sovyet kontrolüne teslim olması yönünde gerçek bir tehlike oluştuğunu anladı.

Ancak Amerika Birleşik Devletleri, Yunanistan’ı kaybederse bunu Türkiye’nin takip edebileceğinden ve Moskova’nın Akdeniz’in doğusunu, hatta belki kritik bir küresel ticaret rotası olan Süveyş Kanalı’nı kontrolü altına alacağından korktu.

Böylece ABD bir anda İngiltere’nin bölgeyi terk etmesiyle oluşan boşluğu doldurdu.

ABD Başkanı Harry Truman, “Dış baskıların veya silahlı azınlıkların boyun eğdirme çabalarına karşı direnen hür insanları desteklemek, Amerika Birleşik Devletleri’nin politikası olmalıdır” demişti.

Bu, sonradan Truman Doktrini olarak tanınan konseptin başlangıcıydı. Bu doktrinin özünde, diğer ülkelerde demokrasiyi savunmaya yardımcı olmanın ABD’nin milli menfaatine hizmet edeceği fikri yatıyordu.

Bunun ardından ABD’den iki büyük inisiyatif geldi: yıkılan Avrupa ekonomilerini yeniden inşa edecek dev bir yardım planı olan Marshall Planı ve kontrolünü Avrupa’nın doğusuna kadar genişletmiş olan Sovyetler Birliği’ne karşı demokrasileri savunmak adına tasarlanan NATO’nun 1949’da kuruluşu.

Bu Batı dünyasının kontrolünün İngiltere’den ABD’ye geçtiği an olarak düşünülebilir. Daha doğrusu, bunun çoktan gerçekleştiğini ortaya koyan an.

Genelde uluslararası politikadan uzak duran ve iki büyük okyanus tarafından korunan ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan özgür dünyanın lideri olarak çıkmıştı. Amerika küresel çapta gücünü gösterirken savaş sonrası on yılların çoğunu, dünyayı kendi istediği biçimde çizerek geçirdi.

‘Baby boomer’ (savaş sonrası) kuşağı ABD’ye hiç olmadığı kadar benzeyen, onun gibi konuşan ve davranan bir dünyada büyüdü. Bu da batı dünyası üzerinde kültürel, ekonomik ve askeri bir hegemonya kurdu.

Ancak ABD’nin jeostratejik hırslarını dayandırdığı temel varsayımlar değişecek gibi görünüyor.

Donald Trump ülkesinin on yıllar önce kendisi için belirlediği rolü İkinci Dünya Savaşı’ndan beri sorgulatan ilk ABD Başkanı. Bunu öyle bir yapıyor ki birçok kişi eski dünya düzeninin sonlandığı görüşünde — ancak yeni dünya düzeni de henüz şekillenmiş değil.

Asıl soru, hangi ülkelerin önce çıkacağı. Avrupa’nın güvenliği de yakın geçmişte hiç olmadığı kadar büyük bir tehdit altındayken, bir arayış içine düşen Avrupa liderleri yeterli bir yanıt verebilecek mi?

ABD Başkanı Trump’ın 1945 sonrası uluslararası düzene yönelik eleştirileri, on yıllar öncesine dayanıyor. Neredeyse 40 yıl önce, ABD’nin dünya demokrasilerini savunmaya yönelik adanmışlığını eleştirmek için üç ABD gazetesinde tam sayfa reklam satın almıştı.

“On yıllardır Japonya ile diğer milletler Amerika Birleşik Devletleri’nden nemalanmaya çalışıyor” diye yazmıştı 1987’de. “Bu ülkeler neden onların menfaatlerini korumak için kaybettiğimiz canların ve milyarlarca doların karşılığını ABD’ye vermiyor?”

“ABD kendine ait olmayan gemileri korurken, ihtiyacı olmayan petrolü taşırken, bunları da destek olmayacak müttefikler için yaparken dünya, Amerikalı siyasetçilere gülüyor.”

İkinci kere başkan olduğundan beri de bu duruşunu tekrarladı.

Trump yönetimindeki bazı kişilerin Avrupa’nın ABD’ye bel bağlaması olarak algıladıkları konulardaki öfkeleri, Yemen’deki Husilere yönelik hava saldırılarıyla ilgili bu hafta sızdırılan mesajlarda da görülüyordu.

Başkan Yardımcısı JD Vance isimli bir hesap mesajlarda Avrupa ülkelerinin bu saldırılardan fayda sağlayabileceğini yazıyor. Bir mesaj, “Avrupa’yı yine kurtarmaktan nefret ediyorum” diyor.

Savunma Bakanı Pete Hegseth olarak tanımlanan bir başka hesap da üç dakika sonra, “Başkan Yardımcısı: “Avrupa’nın beleşçiliğiyle ilgili öfkeni aynen paylaşıyorum. BU ZAVALLI bir durum” yazıyor.

Trump’ın duruşu ise ABD’nin cömertliğinden faydalandığını düşündüğü ülkeleri eleştirmenin ötesine geçiyor.

İkinci başkanlığının başında Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yakınlaşır gibi görünüyordu ve Rusya’ya Ukrayna’nın NATO üyesi olmayacağını, Rusya’ya kaptırdığı toprakları da geri almayı beklememesini söylüyordu.

Birçok kişi bunun, daha müzakereler başlamadan iki büyük kozu teslim etmek olduğunu düşündü. Trump, karşılığında Rusya’dan bir şey de istememişti.

Öte yandan birçok Trump destekçisi Putin’i, kendilerinin muhafazakar değerlerini temsil eden güçlü bir lider olarak görüyor.

Bazıları için Putin “duyar kültürü” ile yürütülen savaşta bir müttefik. ABD’nin dış politikası artık, en azından kısmen, kültür savaşlarının zorunlulukları tarafından belirleniyor. Avrupa’nın güvenliği, ABD’nin neyi temsil ettiği hakkında iki düşman kutup arasındaki savaşın kıskacına düşmüş durumda.

Bazıları bu ayrılığın Trump’ın şahsi görüşlerinin ötesine geçtiği ve Avrupa’nın Trump’ın görev süresini sabırla bekleyemeceği görüşünde.

İngiltere’nin savunma konularında önde gelen düşünce kuruluşu Royal United Services Institute’ta (RUSİ) kıdemli araştırmacı Ed Arnold, “ABD Avrupai değerlerden kopuyor” diyor.

“Avrupalılar için bunu kabul etmek zor, çünkü bu durumun yapısal, kültürel ve belki de uzun süreli olduğu anlamına geliyor.

“Bence ABD’nin mevcut gidişatı Trump’ın şahsından daha uzun süre devam edecek. Trumpçılık, onun başkanlığından daha uzun sürecek.” Trump’ın Beyaz Saray’ı artık Avrupa’nın güvenliğinin başlıca garantörü olmayacağını, Avrupa ülkelerinin kendi savunmalarından sorumlu olmasını ve parasını kendilerinin vermesini söyledi.

Trump bu ay “[NATO ülkeleri] para vermeyecekse onları savunmayacağım. Hayır, onları savunmayacağım” dedi.

Neredeyse 80 yıldır Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. maddesi Avrupa’nın güvenliğinin yapı taşını oluşturuyor. Bu maddeye göre üye ülkelerden birine yapılan bir saldırı, hepsine yapılan bir saldırı kabul ediliyor.

İngiltere Başbakanı Sir Keir Starmer ile Beyaz Saray’a ziyaretinden hemen önce Downing Caddesi’nde yaptığım bir mülakat bana ABD’nin NATO’nun öncü üyesi olmasından tatmin duyduğunu ve Trump’ın kişisel anlamda 5. maddeye bağlı kaldığını söyledi.

Kimileri ise bundan o kadar emin değil.

Trump bu ay, maddi yükümlülüklerini karşılamadıkları takdirde NATO ülkelerini savunmayacağını söyledi.