Türkiye fena halde kan kaybediyor

Ülke gerçekten kan kaybediyor. Nedenleri oldukça fazla, ancak bu yazının kapsamına sığacak kadarını özetle sıralayalım: Türkiye her şeyden önce iç barışını ve huzurunu tümden yitirdi. Neredeyse yarım asırdan beri ideolojik ve etnik kamplaşmanın ürettiği siyasal şiddet ve terör nedeniyle insanlarını, enerjisini ve birikimini kaybeden ülke; son olarak karanlık noktaları hâlâ aydınlatılamamış, haysiyetsiz bir darbe girişiminin

PANORAMA - NEWS 13 Mayıs 2019 BRÜKSEL ROTASI

Ülke gerçekten kan kaybediyor. Nedenleri oldukça fazla, ancak bu yazının kapsamına sığacak kadarını özetle sıralayalım:

Türkiye her şeyden önce iç barışını ve huzurunu tümden yitirdi. Neredeyse yarım asırdan beri ideolojik ve etnik kamplaşmanın ürettiği siyasal şiddet ve terör nedeniyle insanlarını, enerjisini ve birikimini kaybeden ülke; son olarak karanlık noktaları hâlâ aydınlatılamamış, haysiyetsiz bir darbe girişiminin akabinde kardeşliği pekiştirmek yerine nefret ve kin dilini iyice öğrendi.

Sağ-sol kamplaşmasının ve PKK terörünün ayrıştıramadığı toplumsal kesimler son üç yıldır kavgaya ve düşmanlığa odaklı.

Devletin bizzat kurumları ve kontrol altında tuttuğu iletişim kanallarıyla ürettiği “ihanet” retoriği öylesine güçlü bir ayrışma dinamiği ortaya çıkardı ki, siyasal düşünce ve eğilim temelli düşmanlık kardeş ve eşlerin arasını açacak kadar toplumun kılcal damarlarına işledi.

Kâğıt üzerindeki tüm yasal güvencelere rağmen kamusal istihdam alanındaki rekabet koşulları tümüyle ortadan kalkmış gibi gözüküyor.

İktidar cenahına yakınlık en önemli liyakat kriteri haline gelmişken; hemşehrilik, akrabalık, cemaatçilik, mezhepsel ve etnik aidiyet bağlamındaki kayırmacılık sadece kamu kurum ve kuruluşlarına değil özel sektöre ve STK’lara da sirayet etmiş durumda.

Her türlü fırsat eşitsizliği karşısında insanların güvence olarak gördüğü yargı erki de güven verici bir profil çizmekten oldukça uzak.

Uluslararası arenada yeni bir dünya kuruluyor. Kartlar yeniden dağıtılırken Türkiye yazık ki masada yok. Bölgesel güç olma iddiasını her fırsatta dile getiren Türkiye; Orta Doğu’da sahneyi İran, Suudi Arabistan ve İsrail’e terk etmiş gibi gözüküyor.

PKK ve YPG’ye karşı yürütülen operasyonlar Rusya’nın göz yumduğu manevralar olmaktan öteye gidemezken, yanlış Suriye politikasının olumsuz sonuçları her geçen gün daha da artıyor.

Türkiye’nin Batı ile kurduğu ilişkiler ciddi bir güven bunalımından geçerken; özellikle AB ile ilişkisi Türkiye ölçeğindeki bir ülkenin siyasi haysiyetini zedeleyecek boyutlara ulaştı. NATO içindeki hatırı sayılır rolü iyice yıpranan Türkiye’nin müttefiklerine yönelik pazarlık gücü büyük oranda Rusya’nın inisiyatifine bağlı.

İç ve dış siyasal dengelerdeki tüm bu olumsuz tabloya rağmen, Türkiye’nin odaklandığı yegâne husus İstanbul seçimleri. Siyasal kazanım ve anlamı ne denli önemli olursa olsun, seçimin iktidar veya muhalefet tarafından hayat memat meselesi haline getirilmesi oldukça riskli.

Türkiye’nin her anlamda bir minyatürü olan İstanbul’daki seçimin adeta siyasal bir meydan muharebesi haline dönüştürülmesi Türkiye’nin barış ve huzuruna yerleştirilmiş bir dinamit adeta.