Yüreğimde neyim var benim?

En önemlisi de yüreğim… Ona karşı sorumluluğum daha çok. Yüreğimde neyim var benim? Yüreğim dünyanın geçici hevesleri ile mi dolu? Yüreğim maddiyat, çıkar, rekabet, hırs, kıskançlık ve kibir ile mi dolu? Yüreğimde hilekarlık, üçkağıtçılık, sahtekarlık kendine yer bulabiliyor mu? O halde yüreğime karşı sorumluluğum daha bir ağır. Yüreğim bana Hakk’ın en değerli hediyesidir. Onu arındırmalıyım

REMZİ KAPTAN 17 Eylül 2020 BLOG
En önemlisi de yüreğim…
Ona karşı sorumluluğum daha çok.
Yüreğimde neyim var benim?
Yüreğim dünyanın geçici hevesleri ile mi dolu?
Yüreğim maddiyat, çıkar, rekabet, hırs, kıskançlık ve kibir ile mi dolu?
Yüreğimde hilekarlık, üçkağıtçılık, sahtekarlık kendine yer bulabiliyor mu?
O halde yüreğime karşı sorumluluğum daha bir ağır.
Yüreğim bana Hakk’ın en değerli hediyesidir.
Onu arındırmalıyım kinden, kibirden, kirden, nefret ve öfkeden, haset ve kıskançlıktan.
Yüreğime en güzel sevgiyi, aşkları koymalıyım.
Yüreğimi kirletmemeli, incinmesine izin vermemeli, onu her şart altında korumalı ve en değerli varlığım olarak sahiplenmeliyim.
Yüreğimize sahip çıkabilirsek, onu gerektiği gibi güzelliklerle donatabilirsek, her türlü olumsuzluğa karşın kalkanlar oluşturabilirsek; o vakit anlamlı ve verimli bir hayat bizler için daha çabuk ulaşılır olur.
Eğer hayatımız yeteri kadar anlamlı değilse, her gün bin tane sorunun ve sıkıntının altında inim inliyor ve çözümler konusunda yetersizlikler yaşıyorsak; bunun nedenlerinden biriside yüreğimizi yeteri kadar önemseyip koruyamadığımızdır.
Evet, arınmalıyız.
Kulaklarımızı tırmalayan kötü seslerden, sözlerden hızla uzaklaşmalıyız.
Dilimiz sadece güzellikleri söylemek için, Hakk’ı ve hakikati konuşmak için dönmelidir.
Ellerimiz verimi, üretimi esas almalıdır ve dokunduğumuz her şey estetik hale gelmeli, güzelleşmelidir.
Bakışlarımız nazar edip baktığı her yere ve her şeye bir değer katmalı, güzellik oluşturmalı/sunmalıdır.
Kibirli ve menfaatçılardan olmamalı, onlardan uzak durmalıyız.
Bizler hakikatin peşinde, hakikatin arayıcıları olmalıyız.
Hakikati arıyor olmak bile –ki aslında her hakikati arayan eninde sonunda ona ulaşır- insan yaşamının temelidir.
Her insan ez veya çok ama daima hakikate ulaşma isteği ile doludur.
Bütün bu anlam arayışları, dinler, felsefe ve fikirlerin en temel amacı insanın hakikate ulaşma isteğinin cevaplarından başka bir şey değildir.
Hakikate ulaşma isteğimiz varsa, mevcut dogmalar anlamsız, laf kalabalığı ile dolu ve son kullanım tarihi dolmuş fikirler yetersiz geliyorsa; o vakit vicdanımız, özümüzdeki bizin sesine kulak vereceğiz.
Böyle yaptığımızda hakikate ulaşmamız daha kolay olur.
İnançların, dinlerin temeli aslında budur.
Araçsız ve dolayısız olarak insanların hakikat ile buluşmaları, anlamlarına cevap bulmalarıdır.
Ne yazık ki süreç ile beraber amaç unutulup araçlar kutsallaştırılınca, hakikatin üstünü kalın bir toz bulutu kapladı.
Ondan dolayıdır ki dogmalar yüzünden bir çok insan hakikatten bile şüphe duyar hale geldi.
Oysa hakikat var ve görülmüyor, ulaşılmıyor, yaşanmıyorsa, üstü toz ile kaplı olmasından dolayıdır.
Mevcut egemen inançların hakikat karşısındaki konumlarını böyle değerlendirebiliriz.
Hakikate giden yol öncelikli olarak yüreğimizden geçiyordur.
O halde yapmamız gereken; yüreğimizi esas almak ve yüreğimiz ile yol almaya çabalamaktır.