Yolculuk nereye?

Yolculuk nereye?

Bir süredir dünya dalgalı sularda seyrediyor. Ortalığın durulacağına dair de bir belirti yok görünürde.

PANORAMA - NEWS 05 Ağustos 2025 BLOG

Bir tarafta gaddar savaşlar kan akıtmaya, can yakmaya devam ediyor, öte yanda da muazzam ekonomik gelişimler insanlığı hop oturtuyor, hop kaldırıyor. Mevcut ekonomik sürecin savaşta başka yöntemlerle sürdürüldüğü iddia edilse de, ben bu yazıda ekonomi ile savaş arasındaki ilişkiyi irdelemeyeceğim. Yazımı daha ziyade yaşanılan teknik gelişim ile ekonominin çiftleşmesinden kaynaklanabilecek olan gelecek üzerine kurmayı arzuluyorum.

Marx zamanında sanayinin gelişimiyle insanlar köylerden kentlere akmaya başladı. Bu insanların emeklerinden başka satabileceği bir değer yoktu. Sanayinin yoğunlaştığı kentlerde emekçi nüfus patlamaları oldu. Bu durumdan da proletarya kavramı ortaya çıktı. İnsanlar emeklerini satıyor ve bir üretimde bulunuyorlardı. Ortaya çıkan ürün de pazarda satılıyordu. Bu süreçte ortaya çıkan artı değer de işçi ve patron tarafından paylaşılıyordu. Günümüzde hala yaşanılan bu ekonomik sürecin en kritik noktası, üretilen metanın tüketilebilmesi için emekçinin belli bir gelire sahip olması gerekliliğiydi. Üretilen metanın tüketilmemesi ise ekonominin çökmesi anlamına geliyordu. Geçmişte yaşanan bütün ekonomik krizler tam da bu sürecin kırılmasından ibaretti aslında. Halk alım gücünün elinden alınmasıyla tüketemiyor ve buna bağlı olarak üretim duruyordu. Bu arz-talep ilişkisinin sakatlanmasıyla ekonomik buhranlar oraya çıkıyordu. Demek ki kriz yaşamamak için halkın şöyle ya da böyle tüketebilecek bir gelire sahip olması gerekiyordu. Halkın tüketememesinden kaynaklanan ekonomik kriz ise pazar savaşlarına yol açıyor, insanlığa onulmaz acılar yaşatıyordu. 2. Dünya Savaşın’da 60 milyon insanın öldüğünü düşünecek olursak, günümüzün teknolojisiyle yaşanacak küresel bir savaşın hangi sonuçlara yol açabileceğini kestirmek pek zor olmaz sanırım. O halde ekonomik krizlerden, dolayısıyla savaşlardan kaçınmak için emek tüketimdeki arz-talep dengesinin korunmasını sağlamak gerekiyor.

Yapılan araştırmalar halkın gıdasının, barınmasının ve çocuklarına makul bir eğitim sağlanması durumunda kimin ne kadar kazandığıyla pek ilgilenmediğini ortaya çıkardı. Yani ortalama insan karnı doyduğu, normal  barınmaya sahip olduğu, sağlık gereksinimlerinin karşılandığı ve çocuklarına insanca gelecek sağlandığı koşullarda hayatından şikayetçi olmadığı gibi bir gerçekliğe sahip. Gerçi bu yaklaşım, insanlara ortalama yaşam sağlayan sosyalizmin neden çöktüğüne ilişkin bir açıklama getirmekte zorlansa da, temel olarak akla yakın geliyor. Böylece ortalama insana bu koşulların sağlanması gibi bir mecburiyet sorumluların gündeminde bulunuyor.

Marx, Jules Vernes gibi vizyoner bir bilimkurgucu değildi. O, materyalist bir sosyolog olarak kapitalizmin işleme kurallarını inceledi ve geleceğe ilişkin kurgularını da o kurallar çerçevesinde şekillendirdi. Ancak kapitalizme ilişkin saptamaları doğru olsa da, bu tespitlerden kaynaklanan gelecek kestirimleri eksikti, yetersizdi; mesela ilk devrimin proletaryanın en yoğun bulunduğu İngiltere’de gerçekleşeceğini ileri sürdü. Lakin ilk devrim yarı köylü bir toplum olan Rusya’da gerçekleşti. O, kuramını işçi sınıfı üzerine kurduğu için, tarihin ilerici gücünü de proletaryada gördü. Ancak yaşadığımız deneyimler tarihin ilerici gücünü proletayanın değil, mühendisler, aydın sınıfının oluşturduğunu ortaya koydu. Ev, araba, aile sahibi olan işçiler sınıf mücadelesiyle değil, futbolla, modayla ilgilenmeye başladılar. İşçi sınıfı makul bir iş ve yeterli maaş sahibi olduğu sürece halinden memnundu, mücadeleye gerek yoktu. Toplumun gelişmesini ise yaptıkları buluşlarla mühendisler, yapılan bu icatları finanse eden sermaye ve ortaya çıkan değişimleri yorumlayan aydınlar sağladı. İmalatta yaşanan otomasyonla işçi sınıfının rolü, gücü küçülüyordu. Buna bağlı olarak da sendikaların etkisi azalıyordu. 80’li yıllarda Andre Gorz, ’’Elveda proletarya’’ derken, öngörü sahibi bir aydın olarak, üretimdeki otomatikleşmenin nelere yolaçabileceğini kestirebilmişti. İçinde bulunduğumuz modern çağda toplumsal gelişmeyi bilim ve sermaye belirliyor artık.

Yapay zeka ve robotik fırtınası emekleme dönemini geride bırakıyor yavaş yavaş. Çok yakında insan emeğine gerek duyulmayacak. Bildiğimiz klasik proletarya yakın gelecekte ortadan kalkacak. Bunun ayak seslerini kitlesel işten çıkarmalar, üretimin insanlardan arındırılması olarak medyadan duyuyoruz. Film senaryoları, romanlar yapay zeka tarafından kaleme alınıyor bile. Yani entellektüel emeğe de ihtiyaç kalmıyor günbegün. Üretim sürecinde gerek bedensel ve gerekse zihinsel olarak insan gerekliliğini yapay zeka ve robotlar üstleniyor. Bu durum sadece üretim sürecinde değil, hizmet sektöründe de kendini göstermeye başladı. Finans sektörünü, yaşlıların bakımını, ameliyatları, fizik tedavi hizmetlerini de robotlar üstlenmeye başladı. Yapay zeka ile robotik süreci içiçe geçerek, insanımsı robotlar üretiliyor bir süredir. Yani insanın alternatifi bir varlık ortaya çıkıyor ve her geçen gün kendi kendini geliştiriyor. Bu akıllı makinalara ‘’Humanoid’’ deniliyor. Robot yapan robotlar da piyasaya çıktı. Yani robot imal eden insana da gerek kalmıyor. Geçenlerde okuduğum bir haber beni uzun uzun düşündürdü. Yapay zekaya mikro çip tasarımı yapması için görev verilmiş. Yapay zeka insanın çalışma sistemini anlayamadığı, ama kusursuz işlem gören bir mikro çip tasarımı yapmış. Vaka o ki, mühendislik mesleğini de yapay zeka ve robotlar üstlenecek yakın gelecekte. Burada kritik nokta, yapay zekanın insanın anlayamacağı sistem tasarımlarında bulunması olarak görünüyor. Yani bizim kavrayamacağımız işlemler, düzenekler yapay zeka tarafından yapılıyor bile. Mevcut gelişim yapay zeka ile donanımlanan robotların özerkliğini ister istemez beraberinde getirecek sanırım. Bu alanda yapılabilecek yasal düzenlemelerin de yaşamakta olduğumuz gelişimler karşısında pek bir çözüm olabileceğine inanmıyorum. Isaac Asimov’un ‘’Ben Robot’’ romanı yaşanabilecek ihtimallere ilişkin ilginç bir örnek oluşturur. O romanda dillendirilen 3 basit ve kesin robot yasasının*, hayatın karmaşıklığı karşısında ne kadar çaresiz kaldığı anlaşılır. Bu alanda yapılacak hukuki düzenlemeler şimdiden başarısızlığa mahkumdur. Cin şişeden çıktı bir kere, kimsenin bu süreci geri döndürebileceğini sanmıyorum.

Lakin bu yazıdaki amacım fütürist kestirimlerden bulunmaktan ziyade, emeğini satamayan insanın kaderiyle ilgilenmek. Yorulabilen, hata yapabilen insan emeği ıskartaya çıkıyor. Medya işten çıkarılan kitlelerin haberleriyle dolup taşıyor. En pis işleri, en zor görevleri robotlar bizden çok daha mahir biçimde mükemmel bir şekilde yerine getiriyorlar. Gerçi hala fantezilerimiz, vizyonlarımız, tutkularımız humanoid adı verilen robotlara üstün geliyor, ama bu durumun uzun süreceğini sanmıyorum, çünkü yukarıda belirttiğim gibi, yapay zeka anlayamacağımız işlemlerde bulunmaya, yani kendi zekasını ve ruhunu yaratmaya başladı bile. Zaten son zamanlarda yapay zekanın bir üst aşaması olan süper zeka konuşulur oldu. Süper zekanın insandan çok daha akıllı ve yetenekli olacağı ileri sürülüyor. Kısa bir süre sonra ne insan emeğine ve ne de insan zekasına gereksinim duyulmayacak. Artık üretim sürecinde devre dışı kalan insan ne olacak sorusuna geldik dayandık. İnsan humanoidler dünyasında gereksizleşecek mi, yoksa kendisini aşarak bir üst seviyeye mi geçecek? Yaşanabilecek teknolojik gelişimlerin önüne geçemeyecek olsak da, kendi kaderimizi kendimizin belirleyebileceğine dair inancım tam.

Geçenlerde televizyonda izlediğim bir haber bana umut verdi. Belli sayıda insana yaşaması için temel gelir verilmiş ve ne olacağı gözlemlenmiş. Yani insana yemesi, içmesi, barınması için belli bir miktarda maaş sağlanmış ve o insanın neler yapacağı gözlem altına alınmış. Temel ihtiyaçları karşılanan insanların kendilerine daha uygun, kreatif, sosyal etkinliklerde bulunduğu kaydedilmiş. Kendilerine işkence gibi gelen işlerde çalışmak yerine, çok daha etkin olabilecekleri faaliyetlerde bulunduğu zaman insanların daha verimli ve mutlu oldukları saptanmış. Demek ki kendine angarya gibi gelen işlerden uzaklaşan insan çiçek gibi açabiliyor, doğayla ve hemcinsiyle barışık ilişkiler kurabiliyor, yücelebiliyor. İnsanın yaratıcı etkinlikler yapmaktan haz duyan bir varlık olduğuna inanıyorum. İnsan tembel bir yaratık değildir; spor, sanat, insani ilişkiler, üretim, keşif, merak, insanın doğasında var. İnsanlığın evrim tarihi bu söylediklerimin ispatıdır. O halde üretim sürecindeki rutin, sıkıcı, zor işleri humanoidlere yükleyerek, kendi özümüzü aşmaya yönelik işlere adama imkanı kendiliğinden önümüze geliyor. Teknolojik gelişimlerden ve diğer nedenlerden ötürü işsiz kalan insanların temel gereksinimleri sosyal devlet tarafından karşılanıyor zaten, ki karşılanmalıdır; bu, devletin vatandaşlarına olan borcudur, görevidir. Tabii buradaki ana koşul, devletin sosyal ve rasyonel olması gerekliliğidir. Bireyi gözeten bir devlete sahip olmayan toplumların önündeki ana görev de, sosyal ve demokratik bir devlet mücadelesidir. Bu demokrasi sınavını başarıyla geçen toplumların insanlığın bir yüksek aşamasına geçerek humanoidlerin önüne geçebileceğini düşünüyorum. Burada temel nokta, toplumun yeniden organizasyonudur. Yani sadece, toplumun insani bir şekilde reorganizasyonu durumunda süper zekalara karşı bir şansımız var. Yeni toplum, yeni insanı yaratır; paranın egemenlik kurmak için amaçlandığı değil, insanca yaşamak için araç olduğu farklı bir düzene gerek var. Yoksa şimdiki kendimiz’e benzeyen robotlar yaratarak, robotlara üstünlük sağlayabileceğimizi hiç sanmıyorum. Bizden daha iyi düşünen, çalışan, savaşan makinalara karşı biricik seçeneğimizin kendimizi aşmak olduğu inancını taşıyorum. İnsanlığın kendi ötesine geçmesi savaşların da, doğa tahribatının da, totaliterliğin de ve humanoid zaferinin de karşısındaki tek çözümdür. Bir yol çatağına geldik dayandık: İnsanlık robotların yarattığı artı değeri nasıl paylaşacak? Yapılan araştırmalar yeryüzünde üretilen maddi değerlerlerin paylaşımını şöyle ortaya koyuyor:

  1. En zengin yüzde 1 dünya servetinin yaklaşık yüzde 45’ine sahiptir.
  2. En yoksul yüzde 50 dünya servetinin sadece %yüzde 1’ine sahiptir.

Mevcut adaletsizliğe son vermeden insanların kendisinden daha mahir robotlar karşısında en ufak bir şansı yok. Bu rakamlar yeryüzündeki zenginliğin herkese eşit dağıtılması gibi bir düşünce uyandırmasını gerektirmez, ama herkese insanca bir yaşam imkanı sağlanması gerekliliğini hatırlatmalıdır. Ayrıca gelir eşitsizliğine karşı robotların nasıl davranacağını da bilmiyoruz henüz. Gelir eşitsizliğini destekleyecekler mi, yoksa buna karşı muhalefet mi edecekler? Her iki ihtimalde de ortaya çıkacak sonuçlar nedir? Belki de robotlar devlet denilen dev mekanizmayı gereksiz kılacaklar. Sermaye sadece bu teknolojiye egemen belli başlı kişilerin elinde toplanacak, geri kalan yığınlar ise acımasız bir kaos içinde yaşayacaklar. Belki de süper zeka kendisine egemen olan azınlık zümreye de başkaldıracak. Robotların kendi aralarında bir iletişim ağı kurabildiklerini göz önünde bulunduracak olursak, hiç kestirilemeyecek bir gelecek eşiğinde bulunduğumuzu tahmin etmek hiç de zor olmaz. Evet robotlara iş yapmayı öğretmeliyiz, ki kendi kendilerine öğrenmeye başladılar bile. Ancak humanoidlerin savaşmayı öğrenmeleri halinde, bu silahın bize karşı yönelmeyeceğine ilişkin en ufak bir güvence bulunmuyor. Peki robotların yapay zekasına bir virüs girmesi halinde ortaya çıkacak sonuçlar nedir? Kendi kendilerini programlayabilen süper zekalar bize karşı hangi tutumu takınacaklar? Çalışma sistemini açıklayamacağımız sistemler bizi nasıl algılayacaklar? Bizleri birbirini öldüren, doğayı sömüren, tahrip eden zararlı yaratıklar olarak algılamayacakları ne malum? Böyle algılarlarsa, haksız mı sayılırlar? Robotların bir ahlakı olacak mıdır, olmalı mıdır? Eğer böyle bir ahlak gerekliliği zorunluysa, bu ahlakı onlara nasıl öğreteceğiz? Yoksa süper zeka kendi kendisinin doğru sistemini mi oluşturacak? Böyle bir durumda insanlığı bekleyen ihtimaller nelerdir? Bizler kendi kendimizi dost ve düşman olarak nitelendirirken, robotların insanları iyi bir varlık olarak algılamaları için alınması gereken önlemler nedir? Biz kimiz, onlar kim? Bu sorular çoğaltılabilir elbette. Ancak acil olarak barışçıl ve insani bir dünya yaratmak gerekliliği taş gibi önümüzde duruyor. Varedici eylemden yeni insanı oluşturmalıyız. Aksi halde Frankenstein’a karşı ipleri elimizden kaçırma olasılığı çok yakın.

  1. Bir robot, bir insana zarar veremez, ya da zarar görmesine seyirci kalamaz.
  2. Bir robot birinci yasayla çelişmediği sürece bir insanın emirlerine uymak zorundadır.
  3. Bir robot, birinci ve ikinci yasayla çelişmediği sürece kendi varlığını korumak zorundadır.

Bugün, 21.04.2025, sadece Katolik dünyasının değil, tüm insanlığın büyük devrimcisi, yılmaz adalet savaşçısı, yorulmaz barış güvercini, yoksulların has babası Papa Fransizkus’u kaybettik. Bu yazıyı ona adıyorum.

 

Köksal Türker