Yabancı düşmanlığına karşı kim, ne yapmalı?

Bir önceki hafta ”Gençler Tanımadıkları Yabancılara Düşman” başlıklı makalemizde belirttiğimiz gibi  ”Her ırkçının yabancı düşmanı, her yabancı düşmanının da ırkçı olmadığı” gerçeğini örneklerde ifade etmiştik. Her şeyden önce hepimizin insan olduğunu, kimsenin anne babasını, doğduğu yeri ve ırkını seçme izni ve iradesinin olmadığını, dolayısıyla herkesin eşit olduğunu belirtmiş, barış içinde ve birlikte yaşamak için herkesin doğru yaşaması ve doğruları birilerine anlatması gerektiğinin üzerinde durmuştuk. Bu makalemizde kimlere hangi görevler düşüyor, bunun üzerinde biraz duralım istiyoruz.

EKREM ERDEM 29 Haziran 2019 BLOG

Bir önceki hafta ”Gençler Tanımadıkları Yabancılara Düşman” başlıklı makalemizde belirttiğimiz gibi  ”Her ırkçının yabancı düşmanı, her yabancı düşmanının da ırkçı olmadığı” gerçeğini örneklerde ifade etmiştik.

Her şeyden önce hepimizin insan olduğunu, kimsenin anne babasını, doğduğu yeri ve ırkını seçme izni ve iradesinin olmadığını, dolayısıyla herkesin eşit olduğunu belirtmiş, barış içinde ve birlikte yaşamak için herkesin doğru yaşaması ve doğruları birilerine anlatması gerektiğinin üzerinde durmuştuk. Bu makalemizde kimlere hangi görevler düşüyor, bunun üzerinde biraz duralım istiyoruz.

Bu ülkede barış içinde birlikte yaşayabilmemiz için olmazsa olmazlarımıza bakalım. Öncelikle her bireyin dünyaya gelirken evrensel insan hakları beyannamesinde belirtilen haklara sahip olduğunu herkesin kabul etmesi lazım. İnsan olarak kimsenin kimseye karşı üstünlüğü yoktur, üstünlük ancak takvada olur.

İngilizin Araba, Amerikalının Almana v.s. üstünlüğü yoktur. Bireyler yaşadığı ülkedeki insanlara saygı duymalı ve herkes birbirini kendi konumunda kabul etmeli ve birbirlerine hoşgörülü davranmalıdırlar. Barış içinde birlikte yaşamanın vazgeçilmez kurallarından biri de insanların birbiriyle diyaloğa geçmeleri ve  tanışmaları, -Varsa mevcut önyargılar- bunları yıkmaktır.

İnsanlar biribirleriyle diyaloğa geçtiklerinde, karşısındakinden korkmasına gerek olmadığını, onun da kendisi gibi insan olduğunu, kaygılarının, sevinçlerinin ve sorunlarının olduğunu görüyorlar. Tabii ki bu, akabinde sevinçlerini ve kederlerini  birbirleriyle paylaşmayı ve yardımlaşmayı beraberinde getiriyor.

Arıca sevinçlerin paylaşıldıkça arttığı, kederlerin paylaşıldıkça da azaldığı herkesin  bildiği bir gerçektir. İnsanlar kendileri için istediklerini diğer insanlar için de istemeli, kendileri için arzu etmediklerini başkaları için de arzu etmemelidir. Ben iyi olayım başkaları iyi olmasa da olur, başkaları çalışsın, ben yatayım dememeli.

Bu temel prensiblerde anlaştıktan sonra tabii ki medyaya, idarecilere ve ebeveynlere bazı görevler düşmektedir.

Birlikte seyahat ettiğimiz geminin su almaması için herkes üzerine düşen görevi yapmalıdır. Medya doğru yayıncılık yapmalıdır, evrensel basın ilkelerine uymalıdır. Demokrasinin ve adaletin savunucusu ve denetleyicisi olmalıdır.

Demokrasinin katili değil, teminatı olmalıdır. Yargısız infaz yapmamalıdır. Güçlünün yanında değil, haklının yanında durmalıdır. Medya hakka ve halka hizmet etmelidir. Yanlış söylemlerle insanları yanlış yönlendirmemelidir.

Herhangi bir suçluyu veya teröristi diniyle bağlantılandırmamalıdır. Hırisitiyan inancına sahip  birisi suça bulaştığında  sadece ismiyle suçunu haberleştirirken, müslüman inancına sahip biri suça bulaştığı zaman İslamist suçlu veya islami terörist  dememelidir, ”suçun ve terörizmin dini olmaz” bu tür yayıncılık toplumu zehirler ve hatta toplumda huzura ve  barışa bomba koyar ki, bunun örnekleri de mevcuttur.

Hükümeti idare edenler de haktan adaletten ve demokrasiden ayrılmamalıdır. Halkın hizmetçisi olduklarını bir an olsun hatırından çıkarmamalıdırlar. “Devlet insan için vardır, insan devlet için değil” gerçeğini unutmamalıdırlar. İdareciler kendileri bedel ödemeyi göze alabilmeli ama haksız yere vatandaşa bedel ödetme yoluna girmemelidir, bu zulüm olur, yapanında akıbeti berbat olur.

Ebeveynlere gelince, onların da basite alınmayacak kadar çok ve önemli görevleri var. Öncelikle aile, çocuklarına rol model olmalıdır. Yukarıda belirttiklerimizi yaşayarak çocuklarına anlatmalıdır.

Çocuklarını edilgen değil, etken bireyler olarak yetiştirmelidirler. Çocuklarına baskıyla, ruh yapılarına aykırı bir kişilik kazandırmaya çalışmamalıdırlar.

Bütün Ebeveynler okumaya  ve öğrenmeye, kendilerini ve çocuklarını geliştirmeye önem vermelidirler. Çocuklarını fikrini özgür ifade edebilen bireyler olarak yetiştirmeli ve onların üretken kişilik kazanması için gerekli şartları oluşturmalıdırlar.

Çocuklarının yanında yalan konuşmamalı, çocuklarını doldurup yanlış yönlendirmemelidirler. Yerli ebeveynler ülkede yaşayan göçmen kökenliler hakkında konuşurken üsluplarına ve söylediklerine dikkat etmelidirler. Göçmenlerin bu ülkeye yaptıkları olumlu katkılarıda anlatmalıdırlar. Herkesin insan olarak eşit olduğu gerçeğini çocuklarının şuuraltına nakşetmelidirler.

Göçmen ebeveynlere gelince, bu ülkede yaşayan ve yaşamak isteyen herkes öncelikle iyi bir Almanca öğrenmelidirler, yaşadıkları ülkenin anayasasını tanımalı ve kabul etmelidirler.

Kendilerine uygun iş bulmalı ve çalışmalıdırlar, yasalara uymalı ve toplumla uyum içinde birlikte yaşamayı hedeflemelidir. Kendi kültür değerlerini yaşarken başkalarına rahatsızlık vermemeli ve özgürüz diye başakalarının özgürlük alanlarını ihlal etmemelidirler.

Toplum içersinde iş arkadaşlarıyla ve komşularıyla iyi ilişkiler içinde olmalıdırlar, komşularını düğünlerine ve pikniklerine davet etmelidirler. Onların düğünlerinde ve cenaze törenlerinde bulunmalı dini bayramlarını mahiyetine göre kutlamalıdırlar ve gerekiyorsa hediyeleşmelidirler. Ancak böylelikle herkesin huzur solukladığı bir ortamda güven ve barış içinde birlikte yaşayabilirler. Önyargılar yok edilir, barış tesis edilir.

Yabancı düşmanlığı elbirliğiyle mücadele edilerek yok edilir. Barış ve güven  ülkesi doğar. Demokrasiye ve adalate inanan herkesin özlemi bu değil midir? Şeytandan veya onun avanelerinden başka kim bundan rahatsız olur ki…