‘Türklerle aynı fasulyeyi yemişiz’

Gazeteci Hrant Dink‘in öldürülmesinin üzerinden 11 sene geçti. İnsanımız, kendisini ölen kişinin bir vasfı veya sıfatıyla özdeşleştirerek ona sahip çıkar hep. O günlerde de hatırlarsınız ‘Hepimiz Ermeni’yiz, hepimiz Hrant’ız’ pankartları açılmıştı. Aradan geçen 11 senede çoğu kimse gazeteci Hrant’ı unuttu ve suikast davası da bilinçli olarak sulandırıldı. Onu unuttuğumuz gibi onunla birlikte bu topraklarda yüzyıllardır

SAİD GÜL 11 Ocak 2018 BLOG

Gazeteci Hrant Dink‘in öldürülmesinin üzerinden 11 sene geçti. İnsanımız, kendisini ölen kişinin bir vasfı veya sıfatıyla özdeşleştirerek ona sahip çıkar hep.

O günlerde de hatırlarsınız ‘Hepimiz Ermeni’yiz, hepimiz Hrant’ız’ pankartları açılmıştı. Aradan geçen 11 senede çoğu kimse gazeteci Hrant’ı unuttu ve suikast davası da bilinçli olarak sulandırıldı. Onu unuttuğumuz gibi onunla birlikte bu topraklarda yüzyıllardır birlikte yaşadığımız Ermenileri de pek hatırımıza getirmedik yıllarca.

Bu tür olaylarla aslında Türkiye’de asırlardır bir arada yaşayan iki milletin ne denli karşı karşıya getirildiğini esefle seyrettim. O Ermeniler ki, Osmanlı tarafından ‘Millet-i Sâdıka’ yani sadık millet olarak vasıflandırılmıştı.

Ta ki büyük devletler tarafından bazılarının bağımsızlık teraneleriyle akılları çelinene kadar. Bu acı hatıralar yaşanmadan önce yüzyıllarca birbirlerine kahve içmeye giden ve bayramlarında birbirlerini tebrik eden aynı mahallenin sakinleriydi onlar.

Öyle ya her Ermeni, Türk düşmanı olmadığı gibi her Türk de Ermeni düşmanı değildir. Yargılamadan önce tarihin seyrini iyi okumak ve muhatabı iyi tanımak gerekir. Oysa tarihte yaşananları ve bugün yaşatılmak istenilenleri bir kenara bırakarak, yıllardır aramızda yaşayan Ermeniler’i hiç düşündünüz mü? Aramızda yaşayan sadece gazeteci Hrant değildi çünkü.

Milli mücadele yıllarında bir Fransız vapuruna kaptanlık yaparken vatan müdafaasında bizi haklı bularak safımıza geçmiş ve ‘Bu toprakları seviyorum. Son vapur da elimden çıkıncaya kadar sizinle birlikte mücadele edeceğim’ diyen Kalçi Efendi de tıpkı Pandikyan Terziyan ve Hogasyan gibi Teşkilat-ı Mahsusa için haber toplamış Ermenilerdi.

Günümüzde ise sanat dünyasına göz attığınızda karşınıza birçok isim çıkar. Doğum adı Silvia Anait Bursalıoğlu’dur. Ama biz onu, 70’lerin meşhur kavramıyla Türk hafif müziğinin yıldızı Asu Maralman olarak tanıdık.

Aslında müzik dünyasında onun dışında Ermeni olduğunu bildiğimiz ya da bilmediğimiz çok isim var. Onno Tunç, Garo Mafyan, Mine Koşan ve daha niceleri. Okuduğumuz pek çok şarkının bestekârı veya seslendireniydi onlar. Dinlerken veya eşlik ederken Ermeni mi yoksa Türk mü diye düşünmediğimiz sanatçılardı onlar.

Müzik dünyası gibi sinema da farklı değildi. Siyah-beyaz filmlerin oynadığı yıllardan başlayarak Yeşilçam filmlerinde kimlere gülüp, kimlerle ağladığımızı hiç düşündünüz mü? Yeşilçam’ın unutulmaz komedyeni olan Sami Hazinses’in Samuel Agop Uluçyan adlı bir Ermeni olduğu hiç aklınıza geldi mi?

Kenan Pars‘a siyah-beyaz filmlerdeki jön rolleriyle aşık olurken daha sonra kötü adam rollerini üstlendiğinde kızmıştık. Peki onun, ‘Türklerle aynı fasulyeyi, dolmayı yemişiz yıllardır’ diyerek bir elmanın iki yarısı olduğumuzu anlatan Kirkor Cevzeciyan adlı bir Ermeni olduğunu da biliyor muyduk? Üstelik dedesi Ohannes Yıldız Sarayı’nın avizelerini yapan ustadır.

Kenan Pars gibi Turgut Özatay‘ın da Ermeni olmasının önemi var mıydı? Hepsi bu toprakların insanıydı. Bir dönem sinemaların ‘Bedia’sına aşık olan Horoz Nuri’si Vahi Öz‘süz ve kantocu Toto Karaca‘sız bir Türk sineması düşünebilir miydik? Ya sinemanın temiz kalpli babacanı Nubar Terziyan‘sız bir Yeşilçam mümkün müydü?

Yıllarca tiyatro sanatçılığı yapmış, daha sonra beyaz perdede komedi filmlerde yardımcı roller üstlenmiş, başrolünü rahmetli Kemal Sunal’ın üstlendiği ‘Sakar Şakir’ filminin Marmara Kâzım’ını, yani Macit Flordun‘u unuttunuz mu? Türk tiyatrosunun ilk kadın oyuncusu da Aruşyak Papazyan adlı bir Ermeniydi.

Sarı Gelin’in bir Ermeni türküsü olduğunu bilmeyenimiz yoktur sanırım. Peki ilk Türkçe operayı, ilk Türk opereti ‘Arif’in hilesi’ni Dikran Çuhacıyan adlı bir Ermeni’nin bestelediğini de bilir misiniz?

Türk diline katkılarından dolayı soyadı ‘Dilaçar’ olarak değiştirilen ve çoğumuzun bile bugün kullanamadığı Osmanlıca yazı dilini okullarda ders olarak okutan Türk Dil Kurumu uzmanının adının Agop (Dilaçar) Martayan olduğunu da biliyor muydunuz?

Karin Karakaşlı, Krikor Zohrab, Mıgırdıç Margosyan bu toprakların edebiyatçılarıydı. Hele Karakaşlı. Ermeni bir aileden gelmesine rağmen edebiyat dili olarak Türkçeyi kullanıyor, rüyalarını Ermenice görürken, hayallerini Türkçe kuruyordu.

Dünyada fotoğraf sanatına ismini altın harflerle yazdıran Ara Güler‘in Ermeni olduğunu bilmeyen yok herhalde. Mimarî alanda da Dolmabahçe’den Yıldız ve Çırağan Saray’larına, Valide Camii’nden Ortaköy Camii’ne, Tophane Saat Kulesi’ne kadar İstanbul’daki pek çok esere imzasını atanların da Kayserili bir Ermeni ailesi olan Balyan‘lar olduğunu kaçımız biliriz?

Vahram Çerçiyan ismi belki de hepimize yabancıdır. Fakat o, bugün Mustafa Kemal’in imzasının yazılı olduğu her yerde yaşamaya devam ediyor. Mustafa Kemal kullanacağı imza için, kırk yıl güzel yazı hocalığı yapmış olan Çerçiyan’a imza örneği için ricada bulunur. O da bugünkü şekliyle ‘K. Atatürk’ imzasını yazıp teslim eder.

Galatasaraylı Varujan Aslanyan ve Taksim spor’un başkanı Garo Hamamcıoğlu futbol camiasında isim yapmış Ermeniler iken ‘Büyük Garbis’ lakaplı Garbis Zakaryan da Türkiye’yi millî takım düzeyinde temsil eden boksördü bir zamanlar.

Soykırım iddialarına yönelik dünyanın neresinde ne karar çıkarsa çıksın. İsterse ülkemizde Ermeni bir gazeteci, azınlıkları galeyana getirmek için karanlık güçler tarafından katledilmiş olsun. Onlar her zaman ‘Aramızdaki Ermeniler’ olarak kalacaklar. Onlar bizim Ermenilerimiz çünkü.

Unutmayalım ki biz, aralarında Ermenilerin de bulunduğu 35 etnik grupla ‘Millet Sistemi’ kapsamında yüzyıllardır aynı devlet çatısı altında huzur içinde yaşamayı bilmiş ve ‘birlikte yaşama kültürünün en güzel örneklerini vermiş bir milletiz.