Siyasal İslamcıların acıklı hikayesi

Türkiye’de AKP’nin Milli Görüş hareketinden kopması, dönüşümü, iktidara gelişi, geçici başarı ve sonrasındaki çöküş, Arap Baharı ve akabinde Suriye, Tunus ve Mısır’da ortaya çıkan durum aslında hiç bitmemiş olan tartışmayı daha güncel hale getirdi. Müslümanlar çok uzun yüzyıllar dünyada medeniyetin ve güçler dengesinin zirvesinde kaldılar. Sonra her medeniyet gibi inişe geçtiler. Önce “bir şeyler kötü

PANORAMA - NEWS 28 Şubat 2021 BLOG

Türkiye’de AKP’nin Milli Görüş hareketinden kopması, dönüşümü, iktidara gelişi, geçici başarı ve sonrasındaki çöküş, Arap Baharı ve akabinde Suriye, Tunus ve Mısır’da ortaya çıkan durum aslında hiç bitmemiş olan tartışmayı daha güncel hale getirdi.

Müslümanlar çok uzun yüzyıllar dünyada medeniyetin ve güçler dengesinin zirvesinde kaldılar. Sonra her medeniyet gibi inişe geçtiler. Önce “bir şeyler kötü gidiyor” hissi oluştu, idari tedbirler alınmaya çalışıldı. İstenen bir türlü başarılamadı.

Müslümanların çöktüklerini farketmeleri kolay olmadı. Önceleri devletler yıkılıyor ve kuruluyordu ama bu sefer ki topyekün bir medeniyet krizi idi. Böylesini daha önce hiç tecrübe etmemişlerdi. Osmanlı’nın yıkılışı artık bir devletin yıkılışı değil, yüzyıllarca kendini Allah’ın son dininin sahibi ve temsilcisi görme özgüveniyle devam edegelmiş bir medeniyetin yıkılışı idi. Dolayısı ile kafalar karışıktı.

19. yüzyılın ikinci yarısında çöküşün farkına varıldı. Hararetli çözüm arayışları bütün bir müslüman coğrafyada tartışmalara ve fikir ayrılıklarına sebep oldu.

İslamcılığın fikri kökenleri de bu zaman diliminde yaşamış iki Mısırlı entelektüel olan Abduh ve Efgani’ye dayandırılabilir.

Bir buçuk asrı aşkındır İslam dünyasının kanımca en popüler dini hareketi “Siyasal İslam” hareketidir. İslamcılığın sembol isimlerinden Hasan el-Benna’yı, Seyyid Kutub’u, Mevdudi’yi, Ali Seriati’yi müslüman coğrafyasında neredeyse tanımayan yok gibidir.

Oysa örneğin İslamcılığın alternatifi sayılabilecek isimlerden Said Nursi’nin adı pek az bilinmektedir müslüman toplumlarda.

Basitçe ifade edilecek olursa İslamcılar için din yani İslamiyet öncelikli olarak bir “siyasi rejim”dir ve ancak o şekilde var olabilir, varlığını devam ettirebilir. İslam’ın öngördüğü bir siyasi düzen vardır ve dinin öncelikli ve en önemli meselesi bu kutsal düzeni inşa etmektir. Peygamber bu nihai düzeni kurmak üzere gönderilmiş aynı zamanda siyasi bir aktördür.

Doğal olarak da İslamcılar için dinin merkezinde siyaset vardır.

Hatta İslam’ın temeli sayılan “kelime-i tevhidi” (La ilahe illallah) bile Seyyid Kutup Yoldaki İşaretler adlı eserinde “İslami olmayan insani otoriteye başkaldırı” sloganı olarak anlamış, öyle anlatmış ve milyonları etkilemiştir.

“Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir” mealindeki ayet İslamcılığın ana fikri olmuştur adeta.

Komünist hegemonyaya maruz kalmış olanları hariç tutarsak hemen bütün müslüman ülkelerde ve bilhassa orta doğuda vardır bu akımın temsilcileri ve takipçileri.

Bunca yıllık geçmişine, bunca popülaritesine, bunca mücadelesine, bunca iktidar tecrübesine rağmen Siyasal İslamın başarılı olduğu tek bir örnek yoktur!

Bugüne kadar ki bütün teşebbüsler hüsranla sonuçlanmıştır. Bazıları hala “İslamcılığı” müslümanlığın vazgeçilmez şartı gibi algılasa da siyaset merkezli müslümanlık fikri tam anlamıyla bir HAYAL KIRIKLIĞI’dır.

Mesela Pakistan İslam Cumhuriyeti, terör, kabilecelik ve fakirlikle paramparçadır, perişandır. İran İslam Cumhuriyeti size nasıl ilham verir bilemeyeceğim! Suudi Arabistan İslam Krallığı onca petrol gelirine rağmen özenilen bir örnek olmaktan çok uzaktadır.

İslamcılığın en büyük yanılgısı dinin mahiyetini, temel fonksiyonunu anlayamamış ve hatta çarpıtmış olmasıdır.

İslamcılığın en önemli sorunu, modern dönemlerde öne çıkan “özgürlük”, “eşitlik”, “demokrasi” gibi sosyal-siyasal kavramları / değerleri, düşman bildiği “batı” kaynaklı gördüğü için asla benimseyemediğinden çağıyla barışık olamamasıdır.

İslamcılığın en büyük zararı ise müslümanların dikkatini asli problemden kaydırıp onları yanlış vadilerde gezdirmesi ve kendi acı gerçekleriyle yüzleşmelerine engel olmasıdır.

İslamcılık İslam toplumlarının öncelikli probleminin bizatihi fertlerde olduğunun görülmesini engellemiş, bütün sorunu hep dışarılarda, rejimde, yöneticilerde, dış güçlerde veya işgalcilerde gibi göstermiştir. Bu da kendini, toplumsal yapıyı sorgulamaktan veya değiştirmekten pek hazzetmeyen geniş kitlelerin aradığı şey olmuştur.

İnsandaki sorunu göremeyen onu asla çözemez. Nitelikli ve ahlaklı insan yetiştirmenin önemini ve yöntemini bilemediklerinden dolayı İslamcılar sorunlara kalıcı çözümler üretmek bir yana her yerde daha büyük problemlere sebep olmuşlardır.

Dini tebliğle görevli olan peygamberlerin önemli bir kısmının siyasetle ilgilenmediğini dinler tarihi söylüyor. Siyaset ve siyasi düzen önemi tartışılmaz bir gerçeklik olmakla birlikte siyaset dinin ana konusu olsaydı elbette bütün peygamberlerin öncelikli görevi olurdu.

Dinden maksat hayatı ve kainatı doğru kavramış kamil insandır. Bir fikir insanının ifadesiyle “insaniyet-i kübra” olan İslamiyet en büyük bir insanlıktır.

Ve insanlığın ihtiyacı “ahlak odaklı din / müslümanlık” anlayışıdır.

Orhan Tarık