Okuma alışkanlığını nasıl kazandırabiliriz?

Oku; mahiyet-i insaniyeyi, kâinat kitabını ve bunlara tercüman olan Kur’ân’ı oku!.. Allah Resûlü’nün hayatını tetkik et! Yeni yeni terkiplere ulaş ve vardığın neticeleri tekrar tekrar oku! Vahdaniyete delil olan bütün tecellîleri araştır, mârifet merhalelerinde her an bir öteye sıçra ve bir türlü kanmayan susuzluğunla “Hel min mezid – Daha yok mu?” de ve durmadan oku!

EKREM ERDEM 28 Ocak 2022 BLOG

Oku; mahiyet-i insaniyeyi, kâinat kitabını ve bunlara tercüman olan Kur’ân’ı oku!.. Allah Resûlü’nün hayatını tetkik et! Yeni yeni terkiplere ulaş ve vardığın neticeleri tekrar tekrar oku!

Vahdaniyete delil olan bütün tecellîleri araştır, mârifet merhalelerinde her an bir öteye sıçra ve bir türlü kanmayan susuzluğunla “Hel min mezid – Daha yok mu?” de ve durmadan oku! İster kâinat kitabını, isterse onun bir fihristi olan insanın mahiyetini. Allah Resûlü’nün nurlu beyanları içinde okumaya çalışan bir insan gönül dünyasında öyle derinleşir ki, okyanuslar dahi bu derinlik yanında sığ kalır. İşte, orada: “Seni hakkıyla bilemedik ey Mâruf.” hakikati ayne’l-yakîn anlaşılıp idrak edilir ve idrakten âciz olmadaki idrak merhalesine erilir.
Âcizane kanaatim, bizim dünyamız, İslâm’ın bu emrinden de uzaklaşmış bulunuyor. Bu tabiri kullanırken, yani bizim dünyamız derken bununla sadece içinde bulunduğumuz ülkeyi kastettiğim zannedilmesin. Ben bir zamanlar bizim olan bütün yerleri, bizim dünyamız olarak kabul ediyorum. Evet, bizim dünyamız asırlarca şan ve şerefle, âfâkında Muhammedî ruhun şehbâl açtığı Mısır, Sudan, Fas, Tunus, Cezayir; bütün mağrip memleketleri, Buhara, Semerkant, Taşkent ve bütün Orta Asya memleketleri gibi daha nice ülkeleri içine alan koskoca bir dünyadır. İşte bizim insanımız, bu ilim ve irfana açık bizim dünyamızda bütün diğer dünya insanlarına kıyasla zirvelerde taht kuran ve başkalarını kendisine hayran kılan bir mübarekler topluluğudur.

Önce Haçlı seferleriyle işgale uğrayan bu yerler daha sonra da emperyalist düşüncelerin işgal ve saldırısına maruz kaldı. Belki bir süre sonra onları da bertaraf edip ülkemizden çıkardık; ancak kaldıkları süre içinde içimizden çaldıkları zayıf karakterli insanları yetiştirdiler ve birer düşünce azmanı olarak aramıza salıverdiler. Onlar da, seleflerinin ifsatlarını devam ettirebilecek nesiller yetiştirdiler. Bunu yaparken de öyle şuurlu davrandılar ki, bir evvelki icraatları bir sonrakini gerektirecek şekilde ortaya çıkıyor ve böylece tahribat, zincirleme birbirini takip ediyordu. Derken onlara ait bir fikir dünyası meydana geldi ve bununla kendi insanımızın dağınık ve ferdî teşebbüslerine galebe çalındı. O kadar ki, bugün artık bunların bütününü ortadan kaldıramadıktan sonra, kendi ruh dünyamıza dönmemiz, onunla bütünleşmemiz, yeniden kendimizi bulmamız çok zor hatta imkânsız gözükmektedir. Bize vurdukları en önemli darbelerden biri; bizi, belli yollarla, mazimizden tarihimizden, millî kültürümüzden, harsımızdan uzaklaştırmaları ve bizleri kendi kitap dünyamıza karşı yabancı hâline getirmeleridir. Ve böylece bir nesli asırların birikiminden mahrum ettiler. İş bununla da kalmadı, beşinci kol faaliyetlerini serbest bırakarak, gençliğin gönlünü şehevanî meselelerle doldurdu ve onları başka şey düşünmez hâle getirdiler. Nesiller, kıskıvrak bohemlik düşüncesine yakalandı ve düştüğü bu girdapta boğuldu. Kimse de çıkıp böyle bir fecaate “Dur!” deme cesaretini gösteremedi veya ekseriyet itibarıyla öyle diyebilme mevkiinde bulunanlar vaziyetlerinden memnundular, onun için de bir şey demediler.

Aynen Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) miraçta bazı günah işleyenleri, çektikleri azap keyfiyetleriyle müşâhedesi gibi, biz de o gün cemiyeti böyle bir tablo içinde görüyorduk. İçki, kumar, zina, rüşvet, ihtikâr, faiz ve daha nelerin içine gömülmüş nesiller, ciddî bir mâneviyat boşluğu içinde zift gibi karanlık düşüncelerle, âdeta bir başka varlık, bir başka şahsiyetle aramızda dolaşıyorlardı. Kalb dünyalarıyla askıya alınmış ve sarkaçlar gibi sağa sola gelip giden yığınların anarşi ve teröre kurban olması için her şey hazır hâle getirilmiş ve tıpkı eli kolu bağlanıp denize atılan sonra da arkasından “Sakın ıslanma!” diye bağırılan birisi gibi, sefahet içine itilen bu nesillere, faziletli olmaları çağrısında bulunuluyordu. Evet, o günkü nesle, “Ahlâklı ol, anarşi çıkarma, vatanını sev, milletini koru, bayrağını aziz tut.” gibi teklifler, muhteva bakımından farklı olsa da şekil bakımından aynı şeylerdi. Denize atılanların ıslanmamaları, bunların da faziletli olmaları mümkün değildi.

Daha sonra yeni bir anlayış türedi. Hangi akla hizmet ettiği belli olmayan ve gençliği anarşiden kurtarmak için bütün şehvet kanal ve barajlarını sonuna kadar açmayı yeğleyen bu zihniyet, bu tuhaf anlayışlarıyla, gençleri zararlı bazı saplantılardan kurtarmak ve onları başka şey düşünmez hâle getirmek istiyorlardı. Hâlbuki, bugünkü anarşi de öyle bir vasatta yetişmiş ve bir canavar hâline gelmişti.

Bütün bu iç ve dış tesirlerle çok yaralı hâle gelen nesiller, her gün biraz daha okumadan ve düşünmeden uzaklaşıyor ve âdeta hezeyan yığınları hâline geliyordu. Zannımca, bu uzaklaşma ve hezeyanlaşma bugün de devam ediyor. Bu arada dilimize sokulmak istenen nesepsiz kelime yığınları da okuduğunu anlamaya karşı indirilen ayrı bir darbe oldu. Biz onların, onlar da bizim dilimizi anlamaz hâle geldiler. Bugün aynı kuşağın insanları dahi birbirini zor anlar durumdadır. Ve bunun önü alınmazsa, bu da düşünce dünyamız adına, en az diğerleri kadar yıkıcı olacaktır.

Evet bugün okumuyoruz ve okumadığımızın utandırıcı neticeleri de meydandadır. Düşüncede sığ, yeni terkipler yapmaktan mahrum bir yığın hâline geldik. Okumaya karşı sadece iştahsız değil, aynı zamanda nefret eder durumda birçoğumuz. Okuyanımızın bir kısmı da âdeta her şeyi yüzünden okuyor ve fikir adına yeni bir şey üretemiyoruz.

Bütün faziletlerde olduğu gibi okumayı da bizden öğrenen dünün karanlık ruh, karanlık akılları, bugün okuyor, anlıyor ve düşünüyorlar. Evde, arabada, otobüs durağında, çantasında taşıdığı kitabı açıp okuyor ve kendi ölçüleri içinde zamanını en iyi şekilde değerlendiriyorlar.

Meseleyi biraz daha dar çerçevede mütalâa edecek olursak, önümüzde çığır açmış büyüklerimiz, kendi yazdığı bazı eserleri, seksen defa, bazılarını da yüz defa okuduklarını söylüyor ve bizlere fiilen okumanın lüzumunu göstermiş oluyorlar.
İrticalen söylediği ve kendi karîhasının mahsulü eserleri, kendisi bizzat bu kadar okuduktan sonra da, talebelerinin başında duruyor ve “Okuyun.” diyor.  Böylece devrimizde en mühim ve en onulmaz bir yaraya parmak basıp tedavi yolunu göstermiş oluyor. Bu çığırı takip edenler okumalıdırlar. Devirlerinin kültürüyle mücehhez olarak, daha önce edindikleri malumatı hallaç etmeli ve muhtaçların yanına böyle bir kültür birikimiyle gitmeliler. Ta ki, anlattıkları kabul görsün ve aynı zamanda toplumu ifsat edenlerin eline de koz verilmemiş olsun.

Okumuyorsak, ihanet içindeyiz demektir. Kendimiz boşlukta bocalarken, başkasına nasıl itminan üfleyebiliriz ve menfî akımlardan nesilleri nasıl kurtarabiliriz. Hâlbuki bu bizim hayatımızın gayesi ve ilk vazifemiz. Öyleyse, İslâm’ın ilk emri “Oku!” fermanına herkesten evvel, icabete en muhtaç bizleriz…

* * *
Editör: EKREM ERDEM