Niyetin iyi olması, sonucun iyi olması için yeterli mi?

İnsanlar görürüz; kötülüğün yayılmasını önlemek istiyorum, cezalandırmam gerekli der, adam öldürür. Herkes iyi niyetlidir, her şeyi iyilik olsun diye yapar. Kötülüğü tescillenmiş insanlar bile söyler bunu, normal bir insanın ise zaten hiçbir suçu yoktur. Ancak insanlık tarihi savaş, açlık, ayrılık… ile doludur, neden ? Biliriz ki ameller niyetlere göredir. Çeşme başına bir kazık çakarız, yolcular

SEDAT İLHAN 02 Ekim 2019 BLOG

İnsanlar görürüz; kötülüğün yayılmasını önlemek istiyorum, cezalandırmam gerekli der, adam öldürür.

Herkes iyi niyetlidir, her şeyi iyilik olsun diye yapar. Kötülüğü tescillenmiş insanlar bile söyler bunu, normal bir insanın ise zaten hiçbir suçu yoktur. Ancak insanlık tarihi savaş, açlık, ayrılık… ile doludur, neden ?

Biliriz ki ameller niyetlere göredir. Çeşme başına bir kazık çakarız, yolcular atlarını bağlasın deriz. O kazık birisinin ayağına takılır, düşürür. Niyetimiz iyidir, kimdir atını bağlayan, kimdir düşen bilmeyiz. Ama insanlar ile iletişimimizde bu kural geçerli olmayabilir.

Niyetin iyi olması, sonucun iyi olmasını ummaktır bir anlamda. Konu insan ise, hele de muhatabımız, adı sanı belli olan bir insan ise, niyetin iyi olması için temenniden fazlası, bilmek gerekebilir.

Her insan bir alemdir ve kendi kararlarını kendisi, özgürce vermelidir. Biliriz ancak buna rağmen birbirimizi etkileriz, birbirimizden etkileniriz. Bir bakış, bir mimik, bir serzeniş hayatımızı çok ciddi etkileyebilir. İstemesek de yaparken bulabiliriz bir şeyleri, sonuç güzel olur mu, bazen evet, bazen hayır…

İyilik ve kötülük bir sonuçtur aslında, insanların fıtratlarında çekirdeklerini taşıdıkları. Toplum içinde bu çekirdekler uygun ortamlarda büyür, ağaç olurlar. İyilik ciddi bir efor ister. Kötülük ise, belki sadece hareketsizlik, atalet, kısa vadeli düşünmek…

Her insan değerli olduğunu, işe yaradığını hissetmek, anlaşılmak ister. Ciddi olarak iç dengesi kuramamış bir kişi, anlaşılamadığında veya kendisini değersiz hissettiğinde, elinde güç var ise, elindeki güç ile orantılı olarak kötülük yoluna ve/veya depresyona girebilir.

İnsanları değersiz hissettirmek veya anladım mesajı veremememizin kararı muhatabımıza bakar. Muhatabımız ne hissederse durum odur. Belki de işte tam bu nedenle Efendimiz SAV, kendisine inanmayan birisinin cenazesi geçerken ayağa kalkmıştır.

Muhataplarımız ile iletişimimizde ki bunlar eşlerimiz, çocuklarımız, ailelerimiz, dostlarımız, düşmanlarımız olabilir, kendi önceliklerimize odaklanmak, beklentilerimizi ısrarla istemek, onlara dışlanmışlığı hissettirmek için yeterli olabilir. Kaliteli bir iletişim için ortak öncelikler, beklentiler karşılanmalı, olmazsa olmazlarımız karşılıklı konuşulmalı ama aceleci, ısrarcı olunmamalıdır. Aksi halde bizi kırabilir, kırmak istemez ise, kırdığını düşündüğünde kırılabilir.

Denilebilir ki, mutlu olabilmek, iç huzurumuzu yakalayabilmek için, çevremizi güzelliklerin sarmasını istiyorsak eğer, kötü olmamak yeterli değildir, hatta iyi olmak bile yeterli olmayabilir. Bunu gerçekten istiyorsak yapılacak şey, öncelikle iyi veya kötü tüm insanlardan gelebilecek olan manüpilasyonlara, yönlendirmelere kapalı olmaktır. Bu bir anlamda insanları karşımıza almaktır. Kendimiz olmak, kendi hayatımızı yaşamak da böyle bir şeydir aslında. “İmân hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imânı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imânın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikâtından kurtulabilir…” der Üstad. Seveni de, söveni de bir görmenin gereğinden bahseder bazı Allah dostları.

Burada aklıma gelen ama cevap bulamadığım bir sorum var. İyiler yeterince iyi olsalar, kötüler olur muydu ?

Sorumluluk alma adına bu soruya verilmesi gereken cevap, olmazdı, olabilir. Biliriz ki, başta peygamberlerden olmak üzere pek çok Allah dostları ciddi sıkıntı çekmişler. Yoksa iyilerin iyiliği ölünce anlaşılır, iyiler ölünce sevilir, aranır mı diyelim.

İşte tam da bu nedenlerle biz kimiz, iyi miyiz, kötü müyüz, bilmeyiz, bilemeyiz…