Ne mutlu düşünce karanlığına ışık tutanlara

Niyâzî-i Mısrî Hazretleri Mevâidü’l-İrfân (İrfân Sofraları) adlı eserinde bir mü’minin eşyaya ve insanlara nasıl bir gözle baktığını güneş metaforu üzerinden anlatır. “Bil ki, güneş nereye yönelse, karşısında karanlık görmez. Karşısına düşen her şey aydınlık (nûr) görünür. Güneşin gördüğü nûr, karşısına düşen eşyayı ışıklandıran kendi yüzünün nûrudur. Ama zulmetin (karanlığın) karşısında aydınlık olmaz. Karanlık, karşısında bulunan

PANORAMA - NEWS 26 Haziran 2022 BLOG
Niyâzî-i Mısrî Hazretleri Mevâidü’l-İrfân (İrfân Sofraları) adlı eserinde bir mü’minin eşyaya ve insanlara nasıl bir gözle baktığını güneş metaforu üzerinden anlatır.
“Bil ki, güneş nereye yönelse, karşısında karanlık görmez. Karşısına düşen her şey aydınlık (nûr) görünür. Güneşin gördüğü nûr, karşısına düşen eşyayı ışıklandıran kendi yüzünün nûrudur.
Ama zulmetin (karanlığın) karşısında aydınlık olmaz. Karanlık, karşısında bulunan eşyada daima karanlık görür. Bu karanlık, karşısına düşen eşyayı karartan kendi karanlığıdır.
Şimdi güneş, kendine kiyasen, bütün âlemin nûrdan ibaret bulunduğunu zanneder. Zulmet (karanlık) ise, kendine kıyas ederek bütün eşyanın zulmetten ibaret olduğunu sanar.
Güneş, ârif-i billâh olan muvahhid (Allah’ı birleyen) mü’minin misâlidir. O zaten bütün eşyada, kendi irfânının, tevhîdinin, imanının “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin. Lâkin siz onların tesbihlerini anlıyamazsınız.” (İsrâ, 44) âyetinin ifade ettiği gibi aksini, nûrunu görür. Halbuki insanların bir kısmında cehâlet, küfür ve isyan zulmeti vardır.
Fakat o mü’minin bakışının nûru, bütün eşyayı kaplar da o, hepsinde sadece nûr görür. Bütün insanlara iyi zan besler. Bu sıfat, bir insana, ancak kemâle eriştiren bir mürşid-i kâmilin terbiyesi altında iç tasfiyesiyle (temizliğiyle) mümkün olur.
Zulmet ise cehalet ile kalbi kararmış cahile benzer. Bu adam, bütün eşyada bir eksiklik görür, herkeste bir ayıp arar. Cahil neye baksa, cehaletinin ve kendi ayıbının siyahlığı o şeye akseder.
Baktığı her şey ne olursa olsun onda muhakkak bir ayıp ve noksan bulur. Fukara bilmez ki, o kendi ayıp ve noksanıdır, oradan kendine aksetmiştir.”
Niyâzî-i Mısrî’nin bu metafor vasıtasıyla anlattığı mü’min, gönlünü tevhîd nûruyla aydınlatmış, ilmini irfâna dönüştürmüş Hakk âşığıdır. Alevî Bektâşî cemlerinde nûr âyeti okunarak uyandırılan ve Allâh’ın (c.c.), Muhammed Mustafâ’nın (s.a.a.v.) ve Aliyyü’l-Mürtezâ’nın (k.v.) nûrunu sembolize eden çerağ, işte tam da bu güneşin gözlere gösterdiği nûrdur.
Cemlerde uyandırılan çerağla gözü ve gönlü tevhîd nûruyla aydınlanan Hakk tâlibi, karşısında mü’min ve müslimlerden başka bir şey görmez. Baktığı her yer aydınlıktır. “Mü’min mü’minin aynasıdır.” hadîsi gereği o, baktığı her cemâlde Hakk’ın nûrunu görür. O, Hünkâr’ının “Ara bul.” çağrısına kulak vererek, “sen”lik ve “ben”liği yok etmiş, yokluk meydânında “birlik”i bulmuştur.
Mürşidin (dedenin) erkânı yürüttüğü meydânda, zulmet (karanlık) ilim ve ikrâr nûruyla aydınlanmış, her türlü kinler ve nefretler ortadan kalkmıştır. Aslında bu, Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî Hazretlerinin “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” sözünün gerçekliğe dönüştürülmesinden başka bir şey değildir.
Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî Hazretlerinin Kitâbü’l-Fevâid (Faydalı Öğütler Kitabı)’ında anlattığı güneş metaforu ise bir başka düşünce karanlığına irfân ışığı tutar.
Hünkâr, insanların kalplerini eve benzetmiştir:
“Bir insanın içinde iki kalp değil ki, tek bir kalp vardır; birini dünya ile birini de yüce Allah ile meşgul etsin. Eğer kalbi dünya ile meşgul ederseniz Hakk’tan nasipsiz kalırsınız. Eğer kalbinizi yüce Allah’a yöneltirseniz kalbinizden yüce Allah tarafına bir pencere açılır ve o pencereden ilâhî feyzin güneşi doğar.
Güneş doğudan batıya dünyanın her yerinde doğar, her bir zerre onun ışığından nasiplenir ve onun ışığı her şeyin üzerine düşer. Böyle olduğu halde bir evin penceresi yoksa eğer, kuşkusuz ki güneşin ışığından nasipsiz kalır.
Öyleyse kalp doğruya hazırsa ve onun huzuru o pencereye doğru ise, o güzergâhtan feyz ve cömertlik ışığı nasip olacaktır. Ama kalp gâfil ise, oradan nasipsiz geçip gidecektir.”
Hakk Teâlâ bizleri Niyâzî-i Mısrî Hazretlerinin tasvîr ettiği gerçek mü’minlerden eyleye. Baktığı her yeri Hakk’ın nûruyla aydınlanmış gören talihliler zümresine ilhâk eyleye.
Rahmân (Esirgeyen) ve Rahîm (Bağışlayan) Rabb’imiz bizleri Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî Hazretlerinin dile getirdiği; kalp evinden ilâhî nûru görebilecek pencere açanlardan, gönül karanlığını Muhammed Mustafâ ve O’nun Ehl-i Beyt’inin nûruyla aydınlatanlardan eyleye.

ÖNE ÇIKANLAR