Mardinli Ebru Baybara’nın başarı öyküsü

Ebru Baybara 1976 doğumlu, Mardinli bir ailenin 3. çocuğu. 1998 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Yüksek Meslek Okulu Turizm Rehberlik bölümünden mezun olmuş. 1999’da baba toprağı Mardin’e yerleşiyor. Mardin’de o yıllarda sadece 3 yıldızlı bir otel ve küçük bir lokantadan başka hiç bir turizm işletmesi yok. Terör tehlikesinden dolayı ‘güvenlik’ denilerek çiftçiler tarım yapamaz olmuş

MELEK KANDİLLİ 17 Mayıs 2020 BLOG

Ebru Baybara 1976 doğumlu, Mardinli bir ailenin 3. çocuğu. 1998 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Yüksek Meslek Okulu Turizm Rehberlik bölümünden mezun olmuş.

1999’da baba toprağı Mardin’e yerleşiyor. Mardin’de o yıllarda sadece 3 yıldızlı bir otel ve küçük bir lokantadan başka hiç bir turizm işletmesi yok.
Terör tehlikesinden dolayı ‘güvenlik’ denilerek çiftçiler tarım yapamaz olmuş ve turizm faaliyeti ise neredeyse hiç yok.

Ebru Baybara bu çok dinli, çok kültürlü ve her şeye rağmen bütün zenginlikleri bünyesinde barındıran bu kadim kentin en önemli turizm getirisinin, zengin mutfak kültürü olduğunu görmüş. 21 kadınla birlikte Ermeni bir ustanın inşaa ettiği Mardin’e özgü bir Süryani konağını restore ettirmiş ve Mardin’in ilk turizm işletmesi olan ‘Cercis Murat Konağı‘nı faaliyete geçirmiş.

O güne kadar kadınların bırakın çalışmayı, evden çıkarken bile eşlerinden izin almaları gerektiği bir kültürde düşük gelirli ama harika Mardin yemekleri yapan kadınları bir restoranda birlikte çalışmaya ikna etmiş. Tabii bu iş öyle kolay olmamış. Evlerinde kaldığı amcası ve yengesi de dahil her kesimden dedikodular, rahatsızlıklar ve baskılara maruz kalmış ama yılmamış, Mardin’den vazgeçmemiş. Sonunda Mardinlileri, yaptıkları bu iş sayesinde Mardin’e turistik kafileleri çekebileceklerine ve işsizliğin pençesinde kıvranan bu şehre katkı sağlayabilecekleri konusunda ikna etmiş. Üstelik yeni girişimcilere de örnekte olmuş.

“İnsanlara çaresizlik içinde beklemeyi değil, kendi enerjisi ve motivasyonuyla başarmanın, en kısa yolunu gösterdim” diyor Ebru Hanım. Bunlar olurken kızında beyin tümörü olduğu anlaşılıyor, ameliyat süreci vs zor bir süreç yaşıyor aile. Kızının iyileşme sürecinde sağlıklı beslenmenin önemini daha iyi anlayan Demir, yerli tohumların yok olmaya yüz tuttuğunu fark ediyor.

“Bio çeşitliliğimiz yok oluyor. Bu işin patronları ve mutfaktaki şefler, bu işe sahip çıkmazlarsa, çiftçiye destek vermezlerse, çiftçi bu hengamenin içerisinde sanayi tarımı yaparak bizi de tüketecek” diyerek, ‘Topraktan Tabağa’ projesini hayata geçiriyor.

Türkiye‘de 5 milyon 800 bin tarım işçisi var ve bunun 3 milyonu kadınlardan oluşuyor. Buna rağmen sadece yüzde 2‘si sosyal güvenlik kapsamında çalışıyor. Kadınlar toprakta söz sahibi değil, geleneksel aile işçisi olarak çalışıyorlar. Şu sıralar ise 2018 yılında Suriyeli mülteci kadınlar için başlatılan ‘Halep Sabunu’ projesi kapsamında kurulan kooperatifte sabun üretiyorlar.

Beni etkileyen sözleri;

“Biz sadece buğday üretmiyoruz! Biz yerelleşmeyi destekleyen, toprağı, suyu, doğayı, insanı önemseyen genetik mirasımızı, tohumlarımızı gelecek kuşaklara aktarmayı amaçlayan, geleneksel tarımın üretimini sürdürebilir hale getirmek için çalışıyoruz.”

Bir kadının yalnız başına bir şehri nasıl değiştirdiğini ve yüzlerce insana istihdam, umut, başarı duygusu ve özgürlük sağladığını görmek beni çok heyecanlandırdı.

Demek ki neymiş?

Sloganlarla, yürüyüşlerle, saatlerce süren konuşmalarla değil, pratik, kısa ve dönüştüren, değiştiren çalışmalarla dönüşüm sağlanıyormuş.
Bu harika kadının bugün doğum günüymüş. Ona uzun, sağlıklı, mutlu, daha nice güzel işlere imza atacağı yeni projeler ve fikirlerle dolu yaşlar diliyorum.