İnsanlığın yıldızları… Âdem olmak

Aslında toprağa üflenen Ruh olduğunu bilmektir Âdem olmak, toprak bahane, toprak sebep, toprak ana, toprak imtihan, toprak mümküne. Ruhlar “Elest Bezmi” nde Yüce Yaratıcı’ya verdikleri sözden sonra merakla bekler oldular, hikmet kaleminin haklarında ne çizdiğini. Hangi zemin ve zamanda giyeceklerdi geçici, ağır, müşkülatlı ama bir o kadar da güzel ve zevkli vücut elbiselerini. Kâinat cilasız

DR. MUSTAFA AKDAĞ 11 Ağustos 2019 BLOG

Aslında toprağa üflenen Ruh olduğunu bilmektir Âdem olmak, toprak bahane, toprak sebep, toprak ana, toprak imtihan, toprak mümküne.

Ruhlar “Elest Bezmi” nde Yüce Yaratıcı’ya verdikleri sözden sonra merakla bekler oldular, hikmet kaleminin haklarında ne çizdiğini. Hangi zemin ve zamanda giyeceklerdi geçici, ağır, müşkülatlı ama bir o kadar da güzel ve zevkli vücut elbiselerini.

Kâinat cilasız bir ayna gibiydi ilk yaratıldığında. Hak Teâlâ, sonsuz sayıdaki Güzel İsimleri (Esma-i Hüsna) ni bu aynada görmeyi diledi ve Emir, âlem aynasının cilâlanmasını gerekli kılınca, Âdem bu âlem aynasının cilâsı ve bu suretin ruhu oldu.

Büyük mütefekkir ibn-i Arabi’nin tespiti ile O’na “İnsan” ve “Halife” adı verildi. İnsan adı verilmesi, oluşumunun genel olmasından ve bütün hakikatleri kendinde içkin kılmasından dolayıydı. Ve İnsan Hakk (cc) için, gözdeki görmeyi mümkün kılan göz bebeği gibi olduğundan ona “İnsan” adı verilmişti.

Ve Âlem insanın varlığıyla tamamlandı. Nasıl ki sultan hazinelerini mührüyle muhafaza ediyorsa, Allah (cc) da mahlûkatını halifesiyle muhafaza edecekti.
Vakti saati gelince melekler bile şaşırdılar Hâkim-i Mutlak’ın (cc) zaman ve yer tercihine. Önce algılamakta zorlandılar. Kendileri sürekli ibadet halinde iken, Vacibu’l -vucud olan Mevla, niçin vücudu mümkün olan ve mayası itibari ile de hata yapmaya müsait gözüken bu Âdem adlı kulu yaratmayı murat etmişti.

Onların hocaları konumunda olan ama ilahî emir karşısında inat ve ısrarla benlik ve gururuna yenilip Âdem’in zuhur ettiği ortamdan, yani cennetten kovulan, ebediyen lanetlenmiş şeytanın tavrını da anlamamışlardı. Ta ki Yüce Allah’ın onun hakkındaki hükmünün gerekçesini duyana kadar.

Üzerine yemin edilen kalemin sahibi Âlim-i Mutlak, Âdemi bütün varlıktan üstün kılacak olan bilgi ile donatmış ve ona sonsuz ilminden ilim vermişti. Eşyanın isimlerini öğrenmiş ve hadiseleri okuma yetisini kazanmış olan bu Kul ile yeni bir sayfa açılmıştı ezel defterinde.

Rahman arzu ediyordu ki bilginin ayrılmaz parçası olan Bilen -yani muhatap- akıllı bir varlık olmalı ve O’nun güzelliğini görüp anlayabilmeliydi. Böylece yaratılıştaki hikmet anlaşılsın. İşte bu muhatap bütün varlığın kendi bilgi ve hizmetine sunulduğu özel varlık Âdem idi.

Sonra nasıl ki eşya zıddı veya tamamlayıcısı olan diğer parçası ile bilinecekti, onun da tamam olması ancak eşi ile yani Havva’sı ile mümkün olacaktı.
Ondan gelecek olan nesiller ve onların içinde de özellikle bir tanesi bütün bu olanların sebep ve sonucunu anlamak için yeterli idi aslında. Peygamberler halkasının incisi, Hatemu’l -Enbiya ve Resul, Hz. Muhammed Mustafa idi O (SAV).

Bir rivayete göre O’nun (Sav) ismini ilk kez cennet kapısında Allah (cc.)’nın isminin yanında görüp ezberlemişti ilk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem (as). Kendisi ve eşinin cennet lezzetlerinden dünya mihnetine sevklerine sebep fiilleri vuku bulunca da İlk fırsatta O’nun ismi ile Allah cc ye tazarruda bulunmuştu.
Kudret Kalemi yazmaya devam ediyordu Hz. Âdem ve nesline çizilen kaderin satırlarını. Yeryüzünde gerçek Âdem olma vazifesi başlamıştı. İlk olarak yaptıkları işin vahametinin farkına vararak tövbe etmeyi öğrettiler insanoğlunu.
Ezeli ve ebedi rakipleri bu noktada hatasında ısrar ederek ebedi laneti hak etmişti çoktan. Ama bir şartla. Batıl davasında ısrarı onu hikmet gereği özel bir izne mazhar kılmıştı. Ademoğlularına kıyamete kadar vesvese ile onları yoldan çıkarma yetkisi almıştı. Dünyada da imtihanın en zor sorusu o ve avenesi olacaktı Ademoğlularına.

Nasıl ki cennette gözlerini Hayy olanın Ruhundan üflediği hayatla ilk açtığında şeytanın nefretine maruz kalmıştı, bundan böyle de Rabbinin buyurduğu gibi o ve avenesi şiddetle kaçınması gereken bir düşmandı.
Oysa dünya hayatı zaten mihnet ve meşakkat demekti. Birbirlerine Arafat’ta kavuşana kadar hatalarından af dileyen iki sevgili affa mazhar oldular, ancak olacaklardan haberleri de yoktu. İmtihan yeni başlamıştı.

Söz sultanının ifadeleri içinde: “Hz. Âdem ve Hz. Havva ile mucizevi bir yaratılışla başlayan insanoğlunun dünyayı teşrif macerası, sebeplerin Allah’ın icraatına perde olma fonksiyonuyla artık sıradan bir hadiseymiş gibi sürüp gelmiş ve böyle sürüp gidecektir de. İnsanların isteyip dilemesi ve Allah’ın (cc) yaratmasıyla temadi edip duran yeryüzündeki insan hayatıyla hedeflenen asıl gaye, Yüce Yaratıcıyı bilip, O’na kullukta bulunmaktır. O, insana irade, şuur, his ve gönül vererek, onu bütün varlıkların önüne geçirme ve Âdem’in şahsında bir mihrap haline getirme şeklinde tecelli eden iradesine ve meşietine karşılık, insan da, O’nu tanıma-tanıtma, sevme-sevdirme vazifesiyle vazifelendirildiğini bilmeli ve “ahsen-i takvim”e mazhariyetin hakkını eda etmelidir.”

İşte bu yönü ile de Âdem olmak ve O’na eş olmak zordu. Onlar ilk öğretmenlerdi ve kendilerinden gelecek nesilleri insan-i kâmil olarak yetiştirme mecburiyetindeydiler. Bu ise sorumlulukların en ağırıydı. Düşman kavi idi. Âdem ve çocuklarını en iyi tanıyandı. Onları çok iyi etüt etmiş, yapılarını ve zaaflarını çözmüştü. İnsanın üstün ve yeri gelince meleklerden ala vasıflarının yanında cehalet, kıskançlık, acelecilik, nankörlük gibi vasıflarını anlamıştı. Nitekim bu tasvir Kuran-i Kerim’de de tekrar ve tekrar söylenmekteydi. Şeytan da tuzaklarını buna göre kurdu.

Hedefine ulaşması ise uzun sürmedi. Kıskançlıktan ötürü Kabil kardeşi Habil’e kıyınca dünya ilk defa insan kanının akmasına şahit oldu. Surda ilk gedik açılmıştı artık. Problem büyüktü. Saadet asrına kadar da hep doğru ile yanlış çizgisinde geldi gitti insanoğlu.

Vakti gelince evlatlarından seçkin olanlar vahye mazhar olacak ve diğerlerinden bazıları ona inanacak bazıları da inanmayacaktı. Ama o kendi sulbundan gelecek nesilleri içlerinde Kâinatın İftihar Tablosu (Sav) geleceği için çocuklarını bütün fertleri ile sevecek ve onların istikamette devam etmeleri için hep dua edecekti. Âdem olmak İlahî Hikmetlere mazhar olmaktı.

Bu hikmeti anlayan insanlar “insan-i Kamil” ufkuna ulaştılar. Anlamayanlar ise kâh evrim teorisi gibi teorilerle meselenin özünü anlamayıp hikmetle aralarına mesafe koydular, kâh Âdem ile Havva’nın Cenneti hikmet gereği terk etmelerini “ilk günah” diye yorumlayıp onları suçlayan bir felsefe ile inançlarını inşa ettiler ve meselenin özünü kaçırttılar.

O gün Âdem olmak ne kadar zor idiyse bugün Âdem’in hikmetini anlamak ve o ölçüde bir insan-ı kâmil olmak da bir o kadar zor.