İnsanda gerilim nelere karşı ve nasıl olmalıdır?

Gerilim, müspet yönüyle, insanın iyi şeylere karşı fevkalâde arzu duyması ve hâhişkârlığı, dolu oluşu ve tetikte bulunmasıdır. Din ve dine ait şeyleri, dinî duygu ve düşünceyi âşıkâne arzu etmesi, ızdırap çekmesi, hatta bu hususta huzursuz olması, gece gündüz mâşukunu düşünür gibi hep onu düşünmesi, onunla oturup-kalkması. Dinin, hayata hayat olmasını, âdeta bir visal arzusuyla bekler

EKREM ERDEM 06 Mayıs 2022 BLOG

Gerilim, müspet yönüyle, insanın iyi şeylere karşı fevkalâde arzu duyması ve hâhişkârlığı, dolu oluşu ve tetikte bulunmasıdır. Din ve dine ait şeyleri, dinî duygu ve düşünceyi âşıkâne arzu etmesi, ızdırap çekmesi, hatta bu hususta huzursuz olması, gece gündüz mâşukunu düşünür gibi hep onu düşünmesi, onunla oturup-kalkması.

Dinin, hayata hayat olmasını, âdeta bir visal arzusuyla bekler gibi beklemesi.. başta kendi milleti olmak üzere, insanlığı dinî duygu ve dinî düşünceye uyarmayı en büyük emel, hatta hayatının gayesi bilmesidir. Ayrıca, küfre, küfrana, ahlâksızlığa ve dalâlete karşı nefret duyup nefret göstermelidir ki, canlılığını koruyabilsin. Aksine az gevşeklik gösterdiği takdirde din adına hiçbir şey yapamaz, hiçbir hizmet veremez. Yani Allah’ın marziyatının tahakkuku, O’nun istediği içtimaî âhenk, düşünce ve felsefenin hayata hâkim olması istikametinde bir gayret ve şiddetli iştiyakla mümkündür; fertte her türlü sapkınlığa, azgınlığa karşı bir mücadele azmi ve mücadelede kararlılık olmazsa, hele bir de küfürle, çeşit çeşit sapıklıklarla içli-dışlı olur ve bundan da müteessir değilse, onun bütün bütün gerilimi kaybolmuş, kolu-kanadı kırılmış demektir.

Mevzu ile alâkalı Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) tavrı gayet açıktır: “Hiçbiriniz iman etmiş olamazsınız; Beni, kendinden, anne babasından, evlâtlarından daha artık sevmedikçe.” buyurur. Tutulacak ve atılacak hususların hepsinde gerilimi koruma ve tavrını ortaya koyma mevzuunda da şöyle buyurur: “Üç şey vardır ki, onu yaşayan, imanın tadını tatmış demektir…” Evet, vicdanında onu duyan ve bulan imanın şuurunda demektir. “Evvelâ, Allah ve Resûlü, ona dünyada her şeyden daha sevimli olmalıdır.” Onlar üzerinde tercih edeceği hiçbir şey bulunmamalıdır. Anne babanın evlâda, evlâdın da anne ve babaya karşı cibillî ve fıtrî sevgileri, alâkaları ne kadar derin olursa olsun, bir insanın, mantık, muhakeme, düşünce ve kadirşinaslık açısından Allah ve Resûlü’ne olan alâkası her şeyin üzerinde olmalıdır. Aslında, Allah ve Resûlü’ne karşı duyulan alâka ve sevgi bir tefekkür ve sezme, bir araştırma ve bulmanın ifadesidir. Araştırarak ve tefekkürle insan, vicdanında böyle bir sevgiye ermişse, buna tercih edeceği hiçbir şey yoktur. Ve imanının tadını tatmış insanda aranılan birinci vasıf da işte budur: Allah ve Resûlullah’ı her şeye tercih etmek. Daha şümullü bir ifadeyle, erkân-ı imaniyeyi her şeye tercih etmek. Sinelerde Allah sevgisi, simalarda Allah nuru varsa, her şey var; var olmanın mânâsı da var.. yoksa, varlıkla yokluk arasında fark yok demektir.

İşte bu anlayışla bütünleşen mü’min, bütün mü’minleri, hatta bir ölçüde bütün varlığı, sevgisinin içinde eridiği Zât’tan ötürü ve garazsız, ivazsız sever. Evet, “Sevdiği kişiyi Allah için sever.”

Bu birinci mesele, Allah’ın istediği vicdan ve huzur toplumunun teşekkülünde oldukça mühim bir unsurdur. Diğer önemli mesele de, küfre karşı gerilim ve tavır belirlemedir. Evet, “Allah bir insanı, küfür ve dalâletten kurtardıktan sonra, o insan, yeniden ona dönmeyi, ateşe atılıyor gibi görmüyorsa, imanın tadını tatmamıştır.” Mü’minin içinde küfre, küfrana, dalâlete, yanlışa, eğriye, sevimsize karşı tiksinti ve ürperti olmalıdır. İçinde bu nefreti kaybeden bir insan, ne küfrün gitmesini, ne de onun yerine, neslin kalbine imanın gelip hâkim olmasını arzu edemez. Böyle bir şey için evvelâ, ciddî bir iman aşkı, sonra da küfre karşı çok ciddî bir nefret olmalıdır. Evet, her türlü kötülüğün, fenalığın, anarşinin, huzursuzluğun, istikrarsızlığın ve düzensizliğin temelinde yatan küfre karşı böyle bir tavır belirlemek, hem mü’minin gerilimi için, hem de ülke, millet, hatta bütün insanlık için şarttır. Din ve ülke düşmanlarının bu millete karşı en büyük kötülükleri onun metafizik gerilimini kırmaları olmuştur. Bu mel’un düşünce, cihada bâğilik, zafere işgal deyip durmuş ve tarihten gelen aslan bir milleti, Şair İkbal’in ifadesiyle koyunlaştırmıştır. Artık onu, ne işgale uğramalar, ne istismarlar, ne de izzet ve gururuyla oynamalar müteessir etmemektedir. Böyleleri, ırz çiğnense, namus pâyimâl olsa, şeref, haysiyet diye bir şey kalmasa, her şey delik deşik edilse, yine “of” demeyecektir; çünkü gerilimi yoktur. Bu gerilim sayesinde insan, arzuladığı, özlediği şeyleri elde edebileceği gibi yine bu gerilim sayesinde de Allah’ın sevmediği şeylerden uzaklaşabilir.

Hulâsa, metafizik gerilim, ferdin küfürden, dalâletten, tuğyandan nefret ve derin bir iman arzusudur. Fakat, bu gerilim sokağa dökülme, sokakta kavga verme değildir. Belki, bin kavganın her gün vicdanında meydana getireceği heyecan ve helecanı yaşama, bin bir ızdırapla her gün birkaç defa iki büklüm olma, daima milletin problemleriyle meşgul bulunma, milletin iman selâmeti uğruna Cehennem’in alevleri içine girmeye hazır olma, hayatında sadece bir defa değil, her gün birkaç defa ölüp ölüp dirilme; içinde bulunduğu toplumun ızdıraplarını vicdanında yaşama; her gün onların, böyle birbirine bağlı zincirin halkaları gibi yuvarlanıp yuvarlanıp Cehennem’e gidişleri karşısında “of” deyip inleme, iki büklüm olup kıvranma, imandan nasipsizler karşısında âdeta onların burkuntu içinde olan vicdanlarını, kendi hissiyatında duyup yaşama; nasıl yaşıyorlar, nasıl bu inim inim hayata katlanıyorlar, nasıl küfür ve dalâletin bu boğucu ve öldürücü atmosferi içinde hayatlarını sürdürebiliyorlar diye her gün cehennemleri vicdanında yaşama.. işte gerilim insanı!..

Böyleleri, bu temiz, bu insanî duygularla her gün bir gazilik, bir şehitlik kazanırlar. Bunun içindir ki, ne şartların ağırlaşması, ne yolların daralıp yürünmez hâle gelmesi, ne de zulmetlerin zulmetleri takip etmesi ve ortalığın sürekli sis ve duman olması onları korkutamaz, sindiremez, gevşekliğe sevk edemez. Ve hele, asla küfre boyun eğdiremez. Bizim anladığımız metafizik gerilim budur. Bir toplum bu gerilimi kaybettiği an, suretî var olsa bile, çoktan ölmüş ve mezara gömülmüş demektir. Sonra da, ölmüş ruhlarının yanına cesetlerini ulaştırmak için, Allah (celle celâluhu) zalimleri onların başlarına musallat eder; cesetlerini de ezdirir ve ruh-ceset beraber mezara alır.

Evvelâ ölüm, ruhta ve kalbde başlar; sonra cesedi de alır götürür. Ruhunda ölmemiş insanları, Allah, hiçbir zaman çiğnetmemiştir. Aksine, devamlı ruh cephesindeki mağlubiyeti, madde cephesindeki mağlubiyet takip etmiştir.

Bundan başka, böylelerinin dinî hayatı arzulamaları, beyhude ve mâlihülyadır. Kim olursa olsun, gerilimini koruyamamış kimselerin akıbeti ölümdür. Eğer bir diriliş bekleniyorsa, o da metafizik gerilimi olan kimselerin omzunda olacaktır.

Her meselede yegâne destek, sadece ve sadece O’ndandır.

* * *

Editör: EKREM ERDEM